Pages

21 Aralık 2009 Pazartesi

Kimsiniz?

Neden en çok sevip değer verdiklerim değil de, tanımadığım ya da unuttuğum insanlar yanımda? Bu gerçek bir yanındalık mı? Elbette inancım kalmadı insanoğluna. Çıkarcı olamadım hiçbir zaman ama karşılıksız sevgi de olmamalıymış yahu, buna inanıyorum artık. Zaten buna çoktan inanılıyormuş da ben malmışım herhal. Güzel!

--------------
Herkes "kendi" olarak beni üzüyorsa, ben neden kendim olup durumumu düzeltemiyorum? Gücümü hissettiğimde neden kendi oluyor herkes yine karşımda? Bana bir kasıt olduğunu düşünmeden edemiyorum. Yoksa neden?

15 Aralık 2009 Salı

itiraf nokta kom

Yok, bu sefer, geçirdiklerimi yazamayacağım. Hani yazsam yanlış anlaşılmaya çok elverişli diye değil tam olarak. Bazılarını kendine söylemek de zor gelir ya, "evet, ben çocuklara tecavüz eden bir sapığım" diyebilmek gibi işte. Öylesine büyük...

Hoş, dahası yok. Olmasın da, zararlı...

11 Aralık 2009 Cuma

Nüü

Her şey mi geçiyor ya? Geçmeyeceğini düşündüğüm, kaldıramayacağımı düşündüğüm her şey mi siliniyor? Ne ilginç yaratıklarız. Mutlu olmayı özledim. Yavaş yavaş fark ediyorum ki zaten çok da mutlu değilmişim. İhtiyacım olan şimdi yeni yüzler, yeni kitaplar, yeni filmler, yeni müzikler, her şeyin yenisi. Zaten oluşturmaya başlamıştım bu fikri kafamda. Tek isteğim bu dönemimde biri olmasıydı işte yanımda, zaten çok da eski olmayan. Olmuyormuş demek ki her zaman her istediğin. Olanlarla yetinip yeniden güçlü olduğumu görebilmek istiyorum. Güçlü hissedip olamamak, acıyı bile bilinçli yaşamak, kendine zarar verdiğini bilerek zarar vermek en kötüsü zaten. Sigara içmek gibi aslında; farkı zevk almaman, gittikçe zarara odaklanman oluyor.
İnancım yerine gelmekte, yapılan misillemeler beni gülümsetmekte, umudum artmakta; yok boş umutlar değil. Bana ait olanlar.
Ne kadar istemesem de şu sunumu hazırlamalıyım artık. Kafamda çok farklı şeyler var aslında, yüksek lisans bırakmak gibi, KPSS'ye girip bi üniversiteye girmek gibi, kolaj resimler yapmak gibi, fotoğraf çekmeyi öğrenmek gibi, hatta pinhole deneyimi gibi, şu senaryoyu bitirmek gibi, fimoyla küçük bir dünya yaratmak gibi, renkler gibi işte kısacası. Unutmaya zorladığım her şeyi hatırlayıp yine Simay olmak gibi. Belki içimdeki çelişki ve acıyla, belki onlarsız, belki yalnız, belki birileriyle.
Dostlarımla olmak istiyorum bu ara, hatırlamak için büyük yardımcı çünkü.
Hatırlatın...

6 Aralık 2009 Pazar

Piccadilym

"Artık" diye bir şey kalmadı, "bundan sonra" diyemiyorum. Simay nerede, kimlerle, ne yapıyor, neden? gibi sorulara verilecek cevabım da yok. Ne soru sormaya ne cevaplamaya yetiyor beynim. Düşüncelerim yarıda kesiliyor tarafından. Kötü anları düşünemiyorum "o"ndan başka. Aklıma gelen her güzelliğe bir çizik atıyor "o an" da. Yalnızlık öyle kolay değil, hele ki insanın bilmediği sorunları varsa... Ya en dibe batarsın göz göre göre-asla yaptırmam; ya da tutarsın çekiştiririz seni hep birlikte. Kendimi durumumdan soyutladığım kadar durumundan soyutlayamıyorum, yapamam da. Ben de kendimi biliyorum. Olmaz...

5 Aralık 2009 Cumartesi

Olmaz!!!

Çok mutsuzum ve çok seviyorum. Aynı anda yaşamamalıydım.

1 Aralık 2009 Salı

Hiç Mi?

Dün sıraladıklarım kapının eşiğinde...

Earth Angel dinleyip dans edemeyeceğiz?

Güne Candy ile başlayamayacağız?
İkiye ayrılıp oyun oynamayacağız?
Bana göre olduğunu iddia ettiğin ve aslında tam senlik oyunları indirirken heyecanlanmayacaksın?

Film seçerken bana güvenmeyeceksin?

Avatar'ın 4. kitabına geçemeyeceğiz?

Balkonda çiçekleri tamir etmeyeceğiz?

Semipiç'e yem almayacağız?

Doğum günlerimizi bir daha kutlamayacağız?

Bana kedi sevmeyi öğretmeyeceksin?

Balkondan bacaklarımızı sarkıtıp aşağı laf atmayacağız?
Çingeneler gibi göbek atmayacağız?
Dönüşlere devam etmeyeceğiz?

Otostop çekmeyeceğiz?

Tıra binmeyeceğiz?
Kamerayı yola koyup rol kesmeyeceğiz yanından geçerken?

İçki çalmayacağız?

Galataya yürümeyeceğiz geceleri?
Sınavlarında dışardan destek vermeyeceğim?
Gece acıkıp çorba içmeye, tatlı yemeye çıkmayacağız?
En güzeli evde yemek deyip alışverişe çıkmayacağız?
O paylaşamadığın fırında makarnayı benimle de paylaşmayacaksın?

Narlı votka içmeyeceğiz ilk günkü gibi?
Senin uyumanı bekleyip, boynuna sokulmayacağım?
Seni öperek ve kızdırarak uyandırmayacağım?
Domatesli yumurtalar sabahları seni tatmin etmeyecek?
Et krizlerini birlikte geçirmeyeceğiz?
Yemekten sonra zehirlenip saatlerce uyumayacağız?
Fotoğraf çekmeyeceğiz?
Ufonun karşısında titreyip, hemen ardından terlemeye geçmeyeceğiz?

Datça'ya gitmeyeceğiz?

Uludağ'da kaymayacağız?
Bana yüzmeyi öğretmeyeceksin?
Beni suda zıplatmayacaksın?

Gece boğulmayacağız?

Yat almayacağız?
Benim soğuk odamda kendini sanata adamayacaksın?
"Sen ne anlarsın ki?" deyip müziklerimize bok atmayacağız?
Kanatlarını keserken gülme krizine girmeyeceksin?

Bilinmeyene sık sık seyahat etmeyeceğiz?

TOEFL motoru alıp istediğimiz an yok olmayacağız?

Yılbaşında herhangi bir yerde çadırda şarap içmeyeceğiz?
Göbeğinde kafamı hoplatmayacaksın?
İnadına ayaklarını suratıma dayamayacaksın?
Ameliyatından sonra gözünü açtığında beni görmeyeceksin?
Yumuşakçalardan makas alamayacağım banyodan sonra?
Uyanıp film gibi rüyalarımı anlatmayacağım bi saat?

"Her yerimi ısır Simayım, ama noolursun yanaklarımı ısırma, çok acıyoo" demeyeceksin çocuk gibi?

Kocaman lunaparklara gidip korkunç aletlere binemeyeceğiz?

İzmir'de yaşayamayacağız o koca sahilde?Interraille ülke ülke sürtemeyeceğiz?
Kız kulesine, Galata'ya çıkamayacağız?
Can yeleği çalıp sokaklarda düdüğünü öttüremeyeceğiz?
İstanbul'un gezmediğimiz yerlerini dolaşamayacağız; mesela Kanlıca'da yoğurt yiyemeyeceğiz?
Hatay Dürüm'ün sahibini bulup bi kebap yaptıramayacağız?
Bi kumpire iki kaşık daldırıp sokaklarda doyamayacağız?
Chivas Regal yudumlayıp 80ler partisi yapamayacağız evde?
Senin uyduruk kokteyllerinden tadamayacağım bir daha?
Kocamaan bir mutfağımız olmayacak, sığışabildiğimiz?
Ellerini yumuşatmak için kremler almayacağım, ya da maske yapmayacağız sana?
Yuvarlanamayacağız karda? Hiç kar görmedik ki beraber.
Koca şemsiyenin altına beni sokmak için omzumu çekiştiremeyeceksin?
Kıyafetllerimi kıskanmayacaksın?
Birbirimizin bilgisayarlarına bok atıp kendikilerimize küfretmeyeceğiz?
Koşma yarışı yapamayacağız bir daha Simge, sen, ben kafamız güzelken?
Büyülü mantar sote yiyemeyeceğiz?
Tüm gece parklarda sallanamayacağız?

Cihangir parkında sabahlayıp sabah sporu yapamayacağız?

...

O kadar uzun ki yaptıklarımız, yapacaklarımız; ve kafam o kadar çalışmıyor ki şu anda...
Hiç mi özlemeyeceksin yaşadıklarımızı, hayallerimizi, bizi?

26 Kasım 2009 Perşembe

Uyku Hapı

Gördüğünü göstermek ya da gösterdiğini görmek istemek... Kendin dışındaki her şeyi ayna olarak kabullenmek. Biraz da olsa benzerlik bulmak istemek; ama genelde bulamamak. Üzüldüğüm nokta bu. Benim aynam lunaparktakilerden. :( Ve malesef yansımasını görmek için önüne geçmek zorunda değilim. Her yerde hissediliyor ve uyutmuyor. İnsanlığımdan uzaklaşımın bilmemkaçıncı gününde olacak şey değil. Konuşulacak bir şey var mı, yok mu? Huzurlu muyum?

İyi gece...

22 Kasım 2009 Pazar

Lanet okumaları

Oha tüm gece o merdivende oturup bekleseydim halim ne olurdu bilmiyorum. Zaten soğuktan geberirdim orası başka da bin bir türlü insan var be. İyisi kötüsü mutlaka uğruyor insana. İyiler umutlandırıyor beni, çok ciddiyim, en sinirli ve üzgün anımda birinin gelip. "Pardon bi şey rica edicem, evine ya da arkadaşının yanına gider misin? Bu sokak tehlikeli." demesi. Ve ben orada olduğum süre içinde bana kötü söz söylemeye çalışan insancıklara karşı bir kalkan gibi durmaları... Bu inanılmaz geliyor bazen. Hani fırsatçılık mı diyorum ama değil. Dinliyorum, konuşmalarından belli, görmüş ve gelecek vaad eden insanlar. Saygılı ve kendi halinde gençler. Bu süper, umut var, herkes kötü değilmiş. Beni umursamayan en sevdiklerimin yerine geçebiliyorlar bir anda. Bu kötü bi şey de değil. Tanışmıyorum, konuşmuyorum. Onlar orada ben buradayım ama beni koruduklarını, ya da en azından bunu istediklerini biliyorum. İnsanlık ayakta ve bağırmayı bekliyor deli gibi. Ben de bekliyorum o anı.

Neyse Kutay iyi ki aramış. Oturup bu kadar fazla şeyden bahsettiğimizi hatırlamıyorum. Hiç sıkılmadım ve evet ona da saydığım kötü taraflarına rağmen Kuti benim iyi bi arkadaşım. Daha sık görüşmekten çekinmeyeceğim, başını her türlü ağrıtabileceğim ve başımı ağrıtmasına göz yumacağım bir insan.

İyilik, kötülük, yanlış, doğru, kolay, zor, huzurlu, sıkıntılı her türlü şeyden bahsettik. İki insanın konuşması gerektiği gibi konuştuk. Çelişsek de çeliştiğimizi bildik; üstüne gitmeden, kırmadan cidden anlayışlı iki arkadaş gibi oturup iki lafın belini büktük. :)

Onlar benim birlikte büyüdüğüm insanlar. Şekillenmemde çok etkisi olan, gerçek arkadaşlıkları yaşadığım insanlar. Hepsini ayrı ayrı çok seviyorum AFC'nin. Dedikodu da yaparız, kendimizle dalga da geçeriz. Ama bence arkadaşlıklarda çok önemli bir nokta vardır. Karşındaki seninle problemini paylaşıyorsa dinlemesini bilmek ve ona bir çözüm bulma odaklı oturup kafa patlatmak. Genelde insanların yaptığı, "aa evet benim de şöyle bi problemim var" diye kendinden bahsetmek oluyor. Sonra problemini ilk anlatan ona yoğunlaşıp arkadaşlığın gerektirdiklerini yapıyor, kendisi ise çözümsüz ve yalnız kalıyor. Benim bunun üzerine kurulu arkadaşlıklarım olmamalı.

Burda kesmeliyim, konu dışına çıktım normal zamanda.

21 Kasım 2009 Cumartesi

Genele Saygıdan Düşünceye Kaygı Getirmek


Kafanın içinde canlandırdıkların, olaylara yaklaşımın, gördüklerine içinden gelen tepkilerin, doğru ya da yanlış o beyinden geçen her kelime. İnsanlarda ilgilendiğim buyken sadece düşüncelerini bile açıklamayan biriyle yüzyüze kalmak, ikilemlerin en büyüklerinden birini yaşattı bana. İnsanların doğruları ve yanlışları vardır. Yok mudur? Vardır, bu yadsınamaz. Bir de genel yargılar vardır. (Oha artık tablo falan yapacak duruma geldim o kadar anlaşılmıyorum ki.) İnsanlar bu genel yargılara göre hareketlerini kısıtlar ya da kamçılar, bir şekilde herkesi sıkar bu genel yargılar, gelenekler, adetler, dinler... Kendini tamamen istediği hayatı yaşarken bulabilen bir insan yoktur yeryüzünde. O çok sevdiğimiz toplumda yaşıyoruz çünkü. Geçmişten gelen uzun sakallı yaşlı amcaların "aman evladım yapma allah kızar" demelerinin sonucu oluşan yargılara bağlıyız bir şekilde. Olmak istemeyen yok mu? Dolu. Dediğim gibi hiçbir insan yoktur ki ben bu kısıtlamalardan memnunum desin. Ha bunu desin, ciğerimi yesin. Çünkü zaten "kısıtlama" diyerek kendini ele vermiş, tezimi doğrulamış olur.


Şimdi çocuklar üzerinde reklamın olumlu olumsuz etkilerini yazacaktım, ama birden bu sayfayı açıp içimi gerçekten boşaltmam gerektiğini düşünüdüm. Yanımda kağıt yok bu sefer, bilgisayara döküyorum. Her neyse, fark etmez. En iyi yapan yerlerden birinde (yine Art İstanbul), sahlep içiyorum, öksürüyorum, ve dişlerimi sıkıyorum. Duygularımı, buunduğum durumu ve bendeki etkilerini neden yazıyorum? Çünkü insanların anlamasını istiyorum. İletişim bu. Benimki şu anda yazılı iletişim. Zaten ben yazılı iletişim kurmayı daha çok seviyorum. Düşüncelerim lambır lumbur akıp gitmiyor karşımdakine. Cümleleri düzeltebiliyorum, iki kere düşünüyorum, empati kurup yaratacağı etkiyi düşünüyorum.

Neyse kendime fazla dalmak yanlış belki. Toplum baskısı, genellemeler, içimizde kopan fırtınalar asıl bahsetmek istediğim. Çelişmeyen insan yok bu konularda. Kafasında kurduğu ona mükemmel gelen dünyayı göremeyip o sistemin içinde yok olan milyonlarcamız var sonuçta. Ancak yok olduğunu bilen, düşüncelerinin ufak ufak da olsa paylaşılması gerektiğini düşünen, paylaşan ve etrafındaki ufak çaplı problemleri düşünceleriyle gidermeye çalışanlar da var. Ya hepsini boş verelim; düşüncelerini paylaşmak asıl önemli olan. Benden bunu yapmam bekleniyor deyip kalmayan; benden bunu yapmam bekleniyor, yapıyorum da ama istemiyorum diyebilen bir sürü insan var. Bunu önce kafanın içinde halletmek gerekir sanırım. Düşüncelerini kendinden saklamamak, genele ters düştüğünü görsen de bunları senin düşündüğünü görmek lazım.

İnsanlardan çok mu fazla şey bekliyorum? Fazla mıyım buraya? Nereye uyarım ki? Ya, bi kere böyle düşünebilen beyinler varsa bunu uygulamak neden imkansız olsun? Bu genel yargılar oluşturulurken söz sahibi insanlar böyle düşünüyormuş, peşinden gitmişiz. Bunu yargılamıyorum. İnsanız ve yönetilmeye yol gösterilmeye ihtiyacımız var. Ancak gösterilen yolu kolayca gitmek ve gittiğin yolla çelişse de kendi duruşuna sahip olmak gibi iki seçenek var. Kolay olanı seçenler beni sinir edenler. Bu, bir defa yaşayacağımız bir hayat, kendini akıntıya kaptırıp günü atlattığına, aç kalmadığına sevinemez insan sadece. Bana bu çok ahmakça geliyor. Çok fazla tanıdığım, sevdiğim insan var bu yolda aslında. Başta sevgilim var baksana. Aman ses etme bugünü de laf yemeden, asilik yapmadan, temiz geçirdik diye huzurlu uyuyabilen... Ben bunu değil, "bugün yeni ne yarattım, genele ters düşse de beynimi bugün ne kadar çalıştırdım ve kendime bugün ne kattım?" diye sorup huzursuz olan insanlar olsun istiyorum.

Bunu her gün ben de yapmıyorum. Daha önce de yazdım, hayatın akışına bazen öyle kaptırıyoruz ki, bu lanet dünyada paraya ve onun getirdiği saygınlığa o kadar ihtiyaç duyuyoruz ki, kendimi sorgulamayı bırak hiç düşünmeden geçirdiğim günleri biliyorum. Ancak kendimi bunun için suçluyorum. Doğrularımın peşinden gitmediğim her anımı lanetliyorum. İşe yararlılığı göreceli. Bence küçük çevrelerde yayılmış müthiş düşünceler bir gün gerçekten insanların düşünen hayvan olduğunu kanıtlayacak. Kim ne düşünür bilmiyorum ama hayvan gibi yaşadığımız, yaşatıldığımız doğru. Hiç kimse çıkıp da ya bırakın bu örfü adeti kafanıza göre yaşayın diyemiyor. Derlerse cezalandırılacağını biliyor. Kimsenin korkudan lafını dinlememesi ve uygulamaması da cabası. Devrim ruhu taşıyan bir birey için karanlığın başlangıcı olur bu desteksizlik.

Neyse, başka yerlere giriyorum yine. Benim bahsetmek istediğim, sadece düşüncelerimizi paylaşmamız. Önce kendimizle, sonra yanımızdakilerle. Böyle gelmiş, böyle gider mantığını kenara koyup, genel yargılara, ahlaka, dine ters düşse de düşündüklerimize sahip çıkmak gerek. Harekete geçirmek, davranışa dökmekse ayrı bir konu, uzun uzun tartışılır. Bu dünya, sanılan kadar küçük değil, milyonlarca insandan bir tanesi olduğunu bilip, binlercesini geride bırakacak şekilde sıyrılmak, farklılığını kanıtlamak muhteşem fikirlerden doğuyor.

Yani Arşimet'e deli demeden ve gülmeden önce bir düşünmeli.

18 Kasım 2009 Çarşamba

Dönüş


Hiçbir kaydı birbirinin aynısı ya da benzeri değilmiş, insanlar gibi bu şarkı. Anlatılanlar hep aynı, anlatma yolları farklı sadece. Farklı olan, evet yine döndüm "insan değilim" yakınmalarına, insan olmayan oluyor artık sanırım. Bencil miyim, gereksiz miyim, ihtiyaç duyulmayan mıyım, saçma mıyım, dayanaksız ve görgüsüz müyüm? Sebepsiz mi yaşamam? Ağlamam boşa mı? Akıttığım sular uzay boşluğunda gerçekten de öylece akıp gidiyor mu? Hiç mi çarpmıyor birilerine? Şeffaf mıyım ya da görülmeyecek kadar? Belki de küçüklüğümden hepsi. Göreceliğe karşı duran bir küçüklüğüm var belki de. Yer-zaman-kişi sınırlaması getirilmiyor küçüklüğüme.
Kafamın içinde beni bile rahatsız edecek kadar düşünce var, hepsini paylaşmamama rağmen dışarıdakiler sinir harbine neden oluyor. Bir vezire düzenlenen suikast değildi hiçbir zaman savaş sebebi; toprak derdi hiç değil; para zaten herkeste var ya da kimsede yok. Temele inelim ve "ego"nun orada yavşak yavşak sırıtarak bize baktığını görelim. Ego kıskanıyor, ego istiyor, ego reddediyor, ego gururu, huzuru, inadı, mutluluğu, nefreti, arzuyu, hırsı yaratıyor. Duygularım var diye geçinmesini bilense insanlar. Eh insan olmadığımı iddia ediyorsam evet duygularım yok. Daha açık olmak gerekirse egomun esiri olduğumun farkında olmam beni belki de insanlıktan çıkarıyor. Direniş ise başka boyutlara taşıyor.
Bu yüzdendir ki nefret ediliyor, kıskanılıyor, taklit ediliyor, aşağılanıyor, bağırılıyor, ah pardon, görmezden geliniyorum, önemsizleşiyorum.
Hep diyorum kardeşim, azıcık bilinç!!! Boş gözlerle bak ve beni görme. Görülmeyince bana giren çıkan yok. İnsanlar kayıplarım olmamalı. Bundan sıyrıldığım anda kayıp edilen ben olacağım işte. Ya da sen. Nasıl düşünüyorsan, öylesin...

3 Kasım 2009 Salı

Anahtar

Do- Barış bir dondurma
Re- Taktığı pis bere
Mi- Gerçekten böyle mi?

Fa- Sade koca bir kafa
Sol- Barış bir turnusol
La- Aksın kanı bir damla
Si- Barış'ın pipisi
Ve yine şimdi tekrar sol-mi-do!

30 Ekim 2009 Cuma

Duvar Yıkıcı


Duygularından arındırılmış bedenler, sayamadığım kadar fazlalar. Nedensiz alkışlar, çığlıklar... Bir zamanlar aralarında olduklarıma bu kadar uzaktan bakışlarım boşa değil. Kötü, karanlık, boş olmamalı günler; eğlendi gösterip içini karartmamalı gençlik. Biraz samimiyet(yine her zamanki gibi) her şeyi çözmeye yeterli. Kimse tek başına güçlü değil, ama kişi bunu bilmeli. Her zaman birilerine ihtiyaç duyduklarının farkında olmalı insanlar. Davranışlarına uzaktan bakabilmeli, evet aslında yapıyorum. Dar alanda geniş mekanlar yaratmalı insan kendine. Dans etmeli; şu anda edemesem de -ki çeşitli sebepleri var- sarhoş olunmalı kesinlikle. İnsanlar seni bilebilmeli, şeffaf olamıyorsan bunu alkol senin için yapmalı. Sevişmeli bol bol...


Bu dar yerde en geniş alana sahip olan benim. Oha yine başladım megalomanlığa ve ukalalığa. aman, böyle mutluyum; yalnız, sarhoş, yazıyorum. Üreten tek insanım burada. Eh evet farklıyım ürettiğim bi boka benzemese de, yaramasa da; farklı olma hissi yetiyor. İşte bu hissi bilseydin, gözün kapalı bana "git" derdin.

Kendini mutlu edebilen bir insanım. Cidden de oluyorum, bitmek tükenmek bilmeyen bir enerji, aynı anda bu sönüklük yalnızlıktan kaynaklanan... Bunu bilsen, inan derdin ki "Simay, değişimi görüyorum ve adına mutlu oluyorum." Bunu söylediğin an dünyanın en iyi hisseden insanı olacağımdan şüphe duyma. Yanına gelmek için sabırsızlanıyorum aşk. Ama benimle olamayacak kadar hayattasın şu anda. Hayatın sona erdiğinde yanındayım. Her şeyim sensin, sen özelim...

The Wall Rock Bar
25.10.09
00:25

En yoğun hislerimle girdiğim ölümün gerçekliğim oldu ertesi gün. Ölümü ilk hissediş, uzun zaman sonra ilk duam...

18 Ekim 2009 Pazar

Beni Duyan Mısın?


İnsanlar beni, "Evet, hep mutlu olabilen kız bu." diye tanıtırken şimdiki halime bak! "Çok mutsuzsun yavrum", "Öf ne düşüncelisin, ne derdin var böyle?" diye laf atıyor şimdi sokaktaki insan. Benim bu görüntümün sen de farkında olmalısın aslında. Bunu bana nasıl yakıştırıyorsun da beni üzmeye devam ediyorsun? Seni huzursuz edebilecek her şeyden sakınıyorum. Ben, "Şuraya gitmek istiyorum, gidebilir miyim?" diyecek bir insan değilim. Başına buyrukluğum değil bu, özgürlüğüm. Üzmekten çekinerek özgürlüğümü kısıtlıyorum. Yıllardır kimseye hesap vermeden (ailem dahil) istediğim zaman istediğimi yaptım. Bana zarar getirmeyeceğini bildiklerimiyse hiç düşünmeden yaptım. Benim hayatımı benden çalan Ali'yi zor da olsa çıkardım hayatımdan. Artık aptal aşık değilim. Yeter ki senle olayım düşüncesiyle kişisel tatminimi ikinci, hatta var olmayan bir plana atamam - ki kişisel tatmin, üzerine yaşadığım, mottom haline gelmiş bir kavram. (Sanmıyorum ama burada yazdıklarımı okuduysan anlamışsındır.)


Eminim hemen bugünkü örneği verip misilleme yapmaya da kalkarsın. Benimki dayanağı olan, senin de hak verdiğin, gerçeklere dayalı bir huzursuzluk ama. Olan şeyler var ve bunlar rahatsızlığımın mantıklı sebepleri haline geliyor. (Karşılıklı mantıklı olduğunu düşündüğümüzü sanıyorum.) Bu tamamen başkasının senin üzerine benim adıma yapıştırdığı bir huzursuzluk. Başkalarının hareketlerinden onların yanındayken bile sorumlu olmayı sevmezken, yalnızken de bununla yüzleşmek zorunda kalmak çileden çıkarıyor. İnan zamanım küfrederek, lanet okuyarak geçiyor. Memnun değilim, memnun değilsin; mutlu değilim, mutlu değilsin. Harekete geçmenin ya da frene basmanın tam vakti olduğunu düşünüyorum. Bu onun süreci ve umarım her ilişkide vardır bu süreç. Burada yalnız olduğumu düşünmek iğrenç olurdu.

İçim, dışım, her yerim "çabala" diyor. Vücudum, kaslarım, gözlerim ve artık aşağı düşüp öyle kalan dudaklarımsa aksini. "Artık bitsin ve gevşe. Seni senden edecek her şeyi bitir!!" diyor. Seni çok fazla seviyorum. Hep derdim ki kalbin sevgiyle alakası yok; her şey beyinle alakalı. Tamam, hala aynı şekilde düşünüyorum. "Seni kalpten seviyorum" diyemem, komik olur; ama seni her gördüğümde, duyduğumda, nefesini kulağımda her hissettiğimde, yani var olduğun her anda kalbim bi acayip titriyor. Beni üzdüğündeyse sana her baktığımda ve düşündüğümde sanki birileri kalbime sürekli yumruk atıyor gibi hissediyorum. Bu hissi sevmiyorum doğal olarak. Dış etkenleri (içkiyi, Ali'yi, Buket'i, Mesut'u...) o kadar önemli kıldık ki, ilişkiyi iki kişinin dışına o kadar çıkardık ki birbirimize ulaşamadık. İletişimi kopardık, paylaşımımızı bunlara ayırıp kendimizden de birbirimizden de bihaber kaldık. Hayat çok zor, omuzlarımıza birbirimizin sorumluluklarını da almayacaktık. Ne kadar seversek sevelim gittiği yere kadar gidecekti. Bir şeyleri mantığımız almadığı anda geri adım atacaktık. Büyüdük dedik, yapmayacağımız, artık uğraşmak istemediğimiz şeyleri sıraladık. Şimdi hepsini yapıyoruz ve yapılanı sineye çekiyoruz. Büyümemişiz işte!

Bana, "Beni aldatmazsan her şey çok güzel olur, ölene kadar severim ben seni." dedin. Şimdi seni aldatmayacağımı biliyorsun, isteklerinse huzursuzuk ve kısıtlama getirerek büyüyor. Artık söyleyecek bir şey bulamıyorum; tekrar etmekse en sevmediğim, biliyorsun. Yoruldum ve sıkıldım. Seni çok seviyorum ve mutsuzum. Kısacası...

17 Ekim 2009 Cumartesi
23:30
İstiklal Caddesi

26 Eylül 2009 Cumartesi

Tık Tık



Wednesday, August 27, 2008 at 6:00pm tarihinde can çekmeleri :)


Günü başlatan 12 değil, gözlerim. Öyle kıpraş kıpraş da olmamalı, cin cin bakmalı; o zaman gün başladı demektir. İki neşe, bir hüzün seçilir önce. Hüzün hep ağır basar ya, ikinci neşe onun etkisini azaltmak için. Önce kadın kokusu yine içine içine çekilir, yağmur altında şarkılar söylenir; sonra yalvar yakar "Haydi gel artık!"lar başlar. Seçimi ben yaparım, nasıl olsa hüzün de neşe de eşit artık, sorumluluk tamamen bende. Ancak o an neyi seçersem o gün onu yaşamak zorundayım. Hile, fesat karıştırmak yok. Hep neşeyi seçeceğimi sanırım, genelde seçmem.
O an, zamanın geçmemesinin verdiği sıkıntıyla hüznü seçeceğimi sanırken neşeye attım elimi. Baktım güldürüyor, attım cebime. Kimlerin günü bitmek ya da başlamak üzereydi acaba, ve yanımda başlayan gün kimindi? Ne zamandır sadece kendi günümü başlatmak eğlenceliydi, nerden çıktı bu şahit olmak da şimdi? Aman neyse nasılsa neşeyi seçtim, altında kötü bir şey yoktur, olsa da bana kötülük bugün yasak.

En sevmediğim saatler bu mevsimde. Günümü bu saatte başlatmak doğru olmamış. Sıcak, saçma bir esinti; boş, kızgın asfalt yollar, benden renkleri saklayan yükseklikler var. Kendimi soğuk bir yerde bulmak istiyorum bir an önce; yanımda günü yeni aydın olanla. Sıcak süt, belki küçük kekler ve -artık lütfen- battaniyeye sarılmak istiyorum.

Arada geçen zaman önemli değil, zaten diğerlerinin zamanlarından da farkı yok. Damarımı tutturan bu sefer kılıç. Neden genelin saçması bana özel geliyor bilmiyorum, bitki işte; günü yeni aydın olanın da dediği gibi bakımsız, adının bile önemi olmayan bir bitki. Dimdik durması gerekirken, her bir yaprağını eğmiş. Gücünü mü kaybetmiş, eğilip göstermeye çalıştığı bir şey mi var? Kolaya kaçmıyorum hiçbir zaman. Kesin göstermeye çalıştığı birileri, bir şeyler var. Gösterdikleri gerçekliği geçmiyor; ama belki çerçeve içinde gösterince gerçeklik daha bir gözüne sokuluyor.

Başını kimin için,ne için örttüğü bilinmez bir kadın. Daha genele vurulamaz herhalde kadınlık bu ülkede. Herhangi bir yerdeki, herhangi bir kadın o; ama kılıcın yaprakları arasından temsil ettiği şey kadınlık benim için. İnsanın içi ürperiyor bu kadar genelleyince, kararıyorum; o da bakabilse ya bana o aynı çerçeveden. Keşke o da benimle genelleyebilse tüm kadınları. Üstün müyüm, doğru muyum bilmiyorum; doğru olanı, iyi olanı görmediğim kesin ama.

Bilinçsizce içi boşaltılan bir sigara paketi. İçen, günü yeni aydın olan. Bu bilinçsizlikle günler aydın olsa da banane! Gözünü açıp gününü içine zehir boşaltarak başlatanın günü aydın mı olurmuş? Olsun ama; bu kötü gerçeklik de yapraklarla çerçevelenmiş, onun karşısına çıksın. Zehir her zaman her yerde zaten varken, hepimizin sonunu hazırlarken, başlangıçlardan bari uzak dursun. Benim çerçevemden gör sen de, ya da bakmayı dene; genelle, tartış, savaş ve gör. Üstün müyüm, doğru muyum yine bilmiyorum; ama yine gördüğüm kötü, farkındayım.

İnce belliye yöneliyorum şimdi de. Kılıç kötülere çerçeve oldu. İnce belli biraz yumuşatsın günümü, gözümü. Seçtiğim neşemi getirsin bari. Kızıl bir renk, içinden geçen yeşillik; belki gerçek anlamda sonsuzluk değil ama ufuksuzluk diyebilirim. Kötüleri silip bana iyi genellemeler yapıyor.

"Kötü bir şey olmaz ki." Bu kadarı fazla değil mi? Hiç mi olmaz? Çocuk değilim, beni kandıramaz kimse. Basbayağı kötülükle etrafımız sarılmışken bu lafa neden gülümsüyorum? İnandığım için değil herhalde; o kadar da emin ki kendinden, şüphe duymamak elde değil. Aranan hakikat bu olabilir mi; hepimizin duymak istediği, keşke öyle olsa dediği, masalların mutlu sonlarını hatırlatan, huzurla uyutup uyandıran bir fanteziden öte gidemeyen gerçeklik bu mu?

Gününü benden sonra bana aydınlatan, evet tamam zehirle başlatan, yazdıklarım dahil kötü gerçekliklerin hepsinin farkında olduğunu düşündüğüm, bilmediğim, bilmek istediğim diyorsa bunu, bence düşünmeye değer. Belki de gerçekten kötü şeyler olmuyordur ve bununla aydınlanmayı, umutlanmayı beklemişimdir. Günüme uyandığımda seçim yapmalarım belki de boşadır, neşe beni hep seçiyordur da haberim yoktur.

Dahalardan Daha Çok



Tuesday, October 21, 2008 at 7:58pm tarihli bir yakarış, zaman geçiyor..


İçinden gelen sarılmakmış ki sadece, dudağını boynuna sokup titrete titrete ağlamakmış. Bir gülüşmüş tek istediği, dönüş değil aslında. Ne biçim kızmış bu, ne kötüymüş, ne değersiz. Sevgi dolduğunu sanmış da etrafını bile kandıramamış kendini kandırmaktan. Aşkın içine bata bata yok olmakmış şimdi tek çaresi. İçindeki masal nasıl başladıysa öyle bitsin istemiş, onu bile hak etmemiş. Dünyası parıl parıl sanmış, yaklaşıp bir bakmış ki tek yıldızmış parlatan. Şimdi gece tekrar başlarken tamamen karanlıkmış ortalık, yıldızı düşmüş denizde kaybolmuş bir anda. İçi dışı karanlık kalmış kızın, masal da burda bitmiş.

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Volkan


Oha yaa susamıyorum, durduramıyorum, içim patlayacak gibi oluyor. Ne kadar katlanabilirim tahmin etmek zor! Kutsal bok!

11 Ağustos 2009 Salı

Ada

Arkamdan önümden beni çekiştiren ipleri kesme vakti geldi. Geçmişi silip, ya da örtüp devam etmenin tam zamanı. Şimdiye dek hayallerimle yaşadım, ayakta hayallerim sayesinde durdum. Gerçekleşmeyenler moralimi çok da bozmadı; şimdi anlıyorum ki imkansızı istemişim bazı zamanlar. Gerçekleşen hayallerimse daha fazla hayal kurmaya itiyor. Artık hayallerimin sınırı var bu yüzden. Gerçekleştirebileceklerimi kuruyorum. Belki şu çekim yasasına inanıyorumdur; düşündüklerim, hissettiklerim karşılaştıklarımın sebebidir aslında. Hayallerimin içinde renkler kokular ağırlıkta şimdi. "Bilmemkaç katlı evim olsun, son model arabam olsun, mutlu bir evliliğim, bir oğlan bir kız iki çocuğum olsun, iyi para kazanacağım bir işim olsun" değil bende. Hayatım boyunca tatmine ulaşmaktı tek amacım. Ulaştım da çoğu zaman. Şimdi okulum bitti, belki de bir insanın girebileceği en büyük boşluk dönemdeyim. Ancak bu benim için bir adım ilerlemek sadece tatmin yolunda. Zamanını yerini önemsemiyorum bundan sonrasının. İnsanları, dış etkenleri direkt sıfırlıyorum artık. Umarsızca kafam/ızda kurduğum/uz o hayat için bekleyeceğim, çaba göstereceğim.

Seninle oraya gideceğimizi çok iyi biliyorum. Yıllar sonra buraya bakma fırsatımız olduğundaysa henüz hayal olan hayatımızı nasıl tasvir ettiğime güleceğiz beraber. İsmi, yeri belli olmayan bir yerde, iki süpürgeliyle...

Vayd Opın

Her şey yerli yerinde. Zaman çok yavaş ilerliyor, gündüzler gerçekliğin aksine uzuyor da uzuyor. Gecelerse beklemekle geçiyor. Sabaha karşılar dış dünyaya en hissizi, içe dönük his yığınlarıyla dolu. Trafik yoğun, içim geçik, hava sıcak, bazen uykumda üşüyorum, seviniyorum birlikte üşümemize; çünkü gerçekten en sevdiğim bu. Sonbaharda üşümek gibisi yok. İncecik giyinip titreyene kadar kendini bekletmek, sonra da sıkı sıkı incecik pikelere birlikte sarınmak ve sarılmak...

Öğlen kahvaltı, tüm gün film, geri dönüşü olmayan postalar, sürekli F5'lenen sayfalar, büyük beklentiler sonucunda alınan küçük cevaplar, duyarsız insanlara edilen küfürler, cinsiyetimden dolayı-ki tek sebebin bu olması daha da moral bozucu- alınan övgüler, insanların yavşaklıkları, beğeni görmenin inanılmaz işe yaramazlığı...

Geçmişin sürekli rahatsız eden tarafları var bu sıra. Konuşmak çözümü değil. Daha da sıkıntı yaratıp iğrenç sıfatlar yüklüyor insanın omzuna tamamen masum düşünce ve hisleri hakkında. Kötü olamadım hiçbir zaman. Aklımdan geçemiyor, beceremiyorum. İyilik meleği değilim elbet ama bile bile fenalık düşünemiyorum. İyi hissiyatlarla yaklaştığım kötü insanların hayatımın bir sürecinde kafamda olmasıysa suçum, bu sıfatları cezam olarak kabul edebilirim. Bu suç değilse de yargılanmak, bir tutulmak istemiyorum hiç kimseyle. Aynı olamadım, ait olamadım, sıradışıysa bunun adı; evet sıradışıyım. Sıra, her gün yanımızdan geçen tamamen tanımadığımız bedenlerse sıranın dışındayım bedenimin içinde bir yerlerde. Hata olduğunu kabul ettiğim hareketelerim dışındakilerle yargılanmak hiç hoş değil, öyle ıslatırım ki kendimi -bir savunma mekanizması gibi görülebilir bu- hiçbir etiket duramaz üstümde. Durmasın da zaten, sırada değilim, sıradan değilim, etiketin üzerine yazılacak bir şeyler varsa da tüm bedenimi kaplasa da o etiket sığmaz yazılacak olanlar. (Hep ukala tavırlar sergiliyorum ama onu da olamıyorum. Tabii biz de boş değiliz. :P)

Yalnızım, her şeye vakit bulabilecekken vaktimi içimde harcıyorum genel olarak, biraz dışa dönmeliyim dedim şimdi. Bir aydır binlerce düşünce kafamda, midemde, boşluğumda, kasıklarımda. Gaz kütlesi gibi, hiçbir şekilde çıkaramayacağım... Geziniyor ve sürekli bir rahatsızlığım var. Evet, çok mutluyum, şükür değil belki ama bunu sağlayanlara hep teşekkür ediyorum, en çok da kendime. Sırf kendini mutlu etme amaçlı yaşayan bir edebiyatçıdan çok nasıl hem sevdiğim şeyleri yaparım da para kazanırım, aç kalmam diye düşünen biriyim şimdilerde. Kapılıp gitmek en son istediğim. Kavgayı sonuna kadar sürdürebileceğimiyse sanmıyorum. Bir yerde kopacak ipler ama benim için olumlu ya da olumsuz sonuçlarını bilemiyorum. Düzene karşı bir düzende yaşamak istediğim. Kendi düzenimde, istediğim yerde, istediğim gibi...

O sabah Urfa'da uyanmak istiyorsam ne yapıp edip o geceyi yolda geçirmeliyim. Canım elma çektiğinde Amasya'da bir ağaçtan koparıyor olmalıyım. Kendimi gözümü açtığımda istediğim yerde istediğim zamanda görmeliyim. Zor şeyler istiyorum, yazmak, boşaltmak, potansiyelimi en azından kendime göstermek istiyorum. İçimdeki o rengarenk kıpırtıyı fark etsin birileri istiyorum. Yapabildiğimi görmek sadece, çok değil ki...

Bitmez... İnsanız...


Little Girl Blue
Janis Joplin

Sit there, count your fingers.
What else, what else can you do?
Oh and I know how you feel,
I know you feel that you're through.
sit there, count,
count your little fingers,
My unhappy, little girl, little girl blue,

Oh sit there, oh count those raindrops
Oh, feel 'em falling down, oh honey all around you.
Honey don't you know it's time,
I feel it's time,
Somebody told you 'cause you got to know
That all you ever gonna have to count on
Or gonna wanna lean on
It's gonna feel just like those raindrops do
When they're falling down, honey, all around you.
Oh, I know you're unhappy.

Oh sit there, ah go on, go on
And count your fingers.
I don't know what else, what else
Honey have you got to do.
And I know how you feel,
And I know you ain't got no reason to go on
And I know you feel that you must be through.
Oh honey, go on and sit right back down,
I want you to count, oh count your fingers,
Ah my unhappy, my unlucky
And my little, oh, girl blue.
I know you're unhappy,
Ooh ah, honey I know,
Baby I know just how you feel.

23 Temmuz 2009 Perşembe

Acaba Nedir Nedir?


Sürekli yenilikler içindeyim. Yeni bir yaşıma daha girdim dün. 24 aslında öyle büyütülecek bir yaş değil ama daha dünmüş gibi ya 4... Ya da 14... 2000 yılında 14 yaşında olacağımı düşündükçe heyecanlanırdım eskiden. Kocaman kız olacaktım. Şimdiyse üzerinden 9 yıl daha geçmiş, çok şey öğrenmişim ama hala büyüyememişim gibi geliyor. Büyümek tercihim değil ya zaten, inatçıyım biraz.


Okulun bitmesi rüya gibi. Gerçekleşmemiş ve de gerçekleşmeyeceklerden sanki. Bitiyor işte. Bir küçük ömür, bir küçük çocuk daha ölüyor. İstanbul Üniversitesi artık uzağıma yaklaşıyor. Bu koca boşluğa da nereye gideceğimi bilmeden sadece düşüyorum, düşüyorum... Okulum dediğimde aklıma gelecek olan yer bir hatıra olma yolunda şimdi. Çok sevmedim zamanında, belki değerini bilmedim de diyebilirim. En mutlu anlarımı oralarda yaşadım işte; büyüdüğün yer diye sorsalar, önce Onur Sitesi sonra İstanbul Üniversitesi derim herhalde. Hissiyatların en büyükleri burda çaldı aklımın kapılarını. Önce kıskançlık, sonra gurur, sonra acıma, sevgi, nefret, hoşgörü, sonu gelmez işte, insanım...

Koluma samimiyetle ilk kez girildi o akşamüstü durağa giderken. Hava karanlık oluyor kışın dersten çıkarken. Laleli'nin sarı ışıkları bambaşka bir ülkeymiş hissine kaptırıyordu bizi. Gülhane'de hayatımın en renkli gecelerinden birini geçirdim o karanlık günlerden birinin sonunda. Finallerin bittiği bir kış günü elimde votka şişesiyle sınıfta kalışımı kutladım yine karanlıkta. Babe I'm Gonna Leave You, beni o discmanden çıkan altın kulaklıklarla ilk kez Hergele'de mahvetti, pil belki de ilk kez bitmemesi gereken bir anda bitti. İlk kez samimi ve dürüst insanlarla karşılaştığımı yalancı ve ikiyüzlü insanlarla karşılaştırınca anladım. Saflığımı hiç kaybetmedim. Gerekliliğine inanmadığım insanları neyse ki hayatıma hiç sokmadım. Çok bilinçli davrandım ve daha da bilinçlendim. Okul bana bir Ali kazandırdı, bir Simge, Buket, Didem, Hakan, Mesut ve Gizem kazandırdı. Hatrı sayılmaz kaybettirdiklerinin, yaşadığım güzel şeyler yanıma hep kâr kaldı. Dün Okay'ın da dediği gibi benim gerçekten mutsuz anım hiç olmadı. İnsanlarla oturup paylaşabileceğim büyük dertlerim olmadı. Çözülmeyen, çözülmeyeceğini düşündüğüm hiçbir sıkıntım olmadı. Ne kadar iyi yaklaştıysam o kadar iyi yaşadım.
Şimdi bana bütün bu ve saymadığım mutluluğu yaşatan okulumdan çok uzağa gidiyorum. Tramvayla her geçişimde gün gelecek buraları çok özleyip iç çekeceğim diyordum. Şimdi o zamanlar geldi. Marmara'nın bana aynı güzellikleri yaşatmayacağındansa eminim. Bana tek kazandıracağı bu ülkede daha fazla fırsat, daha iyi bir yaşam.(sadece maddi olarak) Cv'me bile yazdığımdan beri bu fırsatları izleme şansım oldu, bittiğinde eminim çok daha fazlasıyla karşılaşacağım. Benim isteğimse bunlarım hepsinden daha uzak... Çözülmeyen tek sorunum bu şimdilik. Umudum o kadar fazla ki çözülmeyeceğini asla düşünmüyorum, o benden uzak durdukça ben gülümseyerek bir adım daha yaklaşıyorum.

Okulumun bitmesi, hayalini kurduğum 24 yaşıma girişim, başka bir okul hayatının başlangıcında olmam, iş arama sürecim, dergide yaşanan ego savaşları, maddi sıkıntılar beni mutsuz etmeye yetmiyor. Kendimi hala o kadar çok seviyorum ki, arkadaşlarımı, ailemi, yaptığım seçimleri, şansımı o kadar seviyorum ki şikayet edecek vakit bulamıyorum.

Tamam giderek yaşlanıyorum, beş sene önceki çocuk yok artık aynada; ama iyi tarafından baktığımda bunu hak ediyorum. Yaşamayı, iyi yaşamayı, mutlu yaşlanmayı hak ediyorum.

Aklım direniyor, zevk artıyor doruk nerede görememecesine.

Çok iyiyim, hadi sevgilim gelsin de sabaha kadar tekila içelim artık. :)

18 Haziran 2009 Perşembe

Final Molası

Çok zamandır yazmayıp en yoğun günlerimi seçtim. Ismarlanmış yazılarım da var ama zorlama fayda etmiyor. İçimden geçenleri fırsat yaratıp sayfalarca dökeceğimdir elbet; ama sanırım bugün değil. Belki de bugündür; çünkü bilgisayarla aramdaki müthiş uzaklığı kapattım ve tüm boşlukları doldurdum.

Son zamanlarımı iyi değerlendirmedim geleceğe yönelik. Okuldan iyice soğudum, son dönemimde olmaması gerekiyordu. Dördüncü sınıf öğrencisine 8'de okula geleceksin diye baskı da yapılmaması gerekiyordu aslında. Her neyse, bir şekilde geçti bu dönem de. Büyümüş hissettirmiyor asla mezun olacak olmak(inşallah). Aksine ana rahmine dönüp buraya kadar olan her şeyi tekrar yaşama isteği uyandırıyor. Kendini bildi bileli okulda, kitaplarla, sınavlarla olan biri nasıl olur da bu boşluktan sabahtan akşama kadar çalıştığı bir işle kurtulur? İçine yavaşta bırakıldığım kuyudan sırılsıklam çıkmak istemiyorum. Bu kadar temkin, bu kadar hazırlık, istek boşa çıksın istemiyorum. Yüksek lisans kendimi bi nebze öğrenci hissedebilmem için büyük fırsat benim için. Olması için elimden geleni yapıyorum. ALES'ten beklediğimin üstünde aldığım iki notum var, onları kullanabileceğim iki senem, eğitim içinse 2-3 yılım, hatta bana kalsa koca bir ömrüm var.

Finaller... Hiç çalışasım olmadığı halde ilk sınava iyi çalıştım. Kahrolsun ki 50 üzerinden değerlendirilecek bir kağıt verdim. Telafi sistemini seviyorum fakat. Mezun olmamak için bir sebep göremiyorum, engel çıkacağını da sanmıyorum.

Okulla yedi kafayı Simay!

Dergi işi boka sardı. :( İlgilenemiyorum, ben ilgilenmeyince de herkes zaten bir adım geride duruyorken bir adım daha geriye çekiliyor. Bir yandan matbaacı borcunu istiyor, bir yandan "dergi neden gecikti?" sorularını cevaplamaya çalışıyorum. En sinir olduğumsa "kazanılan paralara nereye gidiyor?" diye ima dolu bakışlarla sorulması. Yedim sanki derginin parasını, maddi anlamda neler çektiğimi bir ben bilirim bir yakın çevrem. Kimsenin haberi yok bu dergi için nelerden fedakarlık ettiğimden! Daha fazla üzerime gelinirse basar giderim.

Basıp gitmek... Düşünceleri azaltıp, ortalığı mavi ve yeşile boyadığımız bir basıp gitme düşünüyorum. Kahrolası paragöz dünyada yeterli param olduğunda yapacağım tek şey bu. Beynimi boşaltmak. Artık beynimizi bile parayla boşaltıyoruz. Adil değil hiç! Aile arkadaş istemiyorum bile!

Ailem ve arkadaşlarım, evet. Yaşadığım yerden sıkıldım, bu problemim uzun zaman çözülmeyecek gibi de duruyor. :( Ailemle aramın iyi olduğu bir dönemdeyim, bunu bozmamam gerekir sanırım. Mezun olacak olmam, yüksek lisans peşinde koşturmam haliyle onları çok mutlu ediyor. Arkadaşlıklarımsa bir değişik bu ara. Ya hep ya hiç gibi lafları pratiğe döküyorum sanki. Fazla taviz veremiyorum. Şimdiye dek arkadaşlıklarımda çok sorun yaşadım, artık karşılıklı anlaşabildiğim, olgun insanlar olsun etrafımda istiyorum. Çok hata yaptım, hatadan uzak durmam gerektiği zamanı kestirip harekete geçebiliyorum. Bazen aşırı tepki de versem önüme o zırhı koyuyorum, zarar almıyorum asla.

Zarar görmem! Aramıza insanları koymadığımız sürece zarar vermem de görmem de biliyorum. Konuşmak çok güzel; sadece bunu biliyorum. Gülmek, eğlenmek, içmek de çok güzel ama bunu konuşabildiklerinle yapmak daha başka. Barış, konuşarak anlaşabileceğimi hatırlattı bana. Ben de hayvanlık etmiyordum canım zaten. Sorunlardan kaçıp çözüme bırakmayı yeğliyordum çoğu zaman. Hakkında konuşmazsak lekenin çamaşır suyunda temizleneceği gibi sorunun da yavaş yavaş kaybolacağını düşünüyordum. Ancak çamaşır suyunun da kendine has lekesi olduğunu unutup sapsarı yaşıyordum belki de. Kavramam uzun sürmedi, her türlüsünü denedim zaten ilişkilerde iletişimin. Çok mutluyum böyle, bir dakika içinde kafamda büyüme potansiyeli olan bir sorunu çözebiliyorum konuşarak. Harika!

İş bulmam lazım şimdi, tatmin olmam lazım maddi manevi! Lanet olsun mu bu ülkeye ve insanlara? Bence olsun! Hayallerim, benim, özlemlerim, benim, senin. Hazır çerçevelerden değil içine girmek istediğim. boşlukta durup çerçevemi sonsuza uzanacak kadar büyük tutmak!

Engin, Gülay, Nuray sizi çok özledim ya. :( Deli gibi rüzgarda bağıra çağıra kadraja girip extra bile içebilirim. Anlatılacak, paylaşacak o kadar çok şey var ki... İple çekiyorum şu sınavların sonunu. Acısını çıkaracağımız günler var, bütün bir yaz, ve bütün bir yıl ve bütün her şeyimle. :)

Oof yine insan sevesim tuttu. Seviyorum sizi, seni, ama en çok kendimi.

Hayal dünyama girenlere...

28 Mayıs 2009 Perşembe

I ain't gonna leave you diyor şarkının sonunda ki... İstiyor istiyor bırakamıyor ki... Anlatıyor anlatıyor vazgeçemiyor ki... Anlatıyor, ağlıyor, istiyor, istemiyor, istiyor, anlatıyor, anlaşılmıyor, isteniyor, istenmiyor, içiyor, bırakıyor, boşlukta duruyor, dans ediyor, ağlıyor, gülüyor kahkahayla, seviyor, istenmiyor, seviliyor ve sevilmiyor.
I never never never gonna leave ou diyor ama adam aşık olmuş, belki sarhoşken belki ayıkken belki sağlam belki yamukken ama aşık olmuş. En güzelini Robert Plant söylüyor ama aşık olmuş, bırakamıyor, çok seviyor, kafası iyi ya da değil; bırakamıyor. Kafam iyi ya da değil, yalnızım ya da değilim, ağlıyor ya da gülüyorum, içiyorum ya da susuyorum, bağırıyorum ya da yutuyorum... Fark etmez, i ain't gonna leave you, i love you...

14 Mayıs 2009 Perşembe

Aklım Mı Çıkacak?



Öğrenerek geçen anlarımı çok seviyorum. Gittikçe umursamaz olduğum tarafların artmasına bayılıyorum. Sevdiğim şeylerin üstüne düşüp, zevkten uzak şeylere uzak kalabilmek de harika. Konuşmanın çözüm olduğu bir dünyada yaşamak ne güzel. Daha fazlasını da isterdim, düşünmek anlaşılmak için yeterli olmalıydı, hissetmek ya da. Neyse ki imkansızlığın da bilincindeyim. Olduğu nadir anların heyecanını da özlemek istemem hem. Heyecanlanmayı, canlı ve enerjik hissetmeyi unutmak, özlemek nedir biliyorum çok iyi. Ancak özlediğini bulduğunda, hatırladığında nasıl sahip çıkmaya çalıştığın çok önemli. Ben bunu biraz akışına bırakmakla, umursamazlıkla yapıyorum. Artık toprağı kazarken karşıma çıkan betonu kürekle zorlamıyorum. Etrafını da topraktan iyice bir temizleyip ellerimle çekip alıyorum büyük parçaları. Zarar vermeden ve zarar görmeden.


Sorunlar hep var hayatta, olmaya da devam edecek. Sorunlarım var deyip tesbih böceği gibi yataklara kapanmanın bi alemi yok, aynı zamanda çaresiz hissetmenin de, ya da tamamen unutmak için üzerinimagical şeylerle örtmenin de. Biliyorum; bildiğimi bilmek, bildiğimi bildiğimi bilmek, bildiğimi bildiğimi bildiğimi bilmek, bu sonsuz spiralin içinde dolanmaksa hayatıma kattığım en büyük erdem.Dalıyorum, çok düşünüyorum, gereksiz gelebilecek detayları ucunda ölüm varmışçasına didikliyorum. İşime yarayan her şeyi kaydediyorum içime. Yaramayanları gerçekten umursamadan yolda gördüğüm herhangi bir çöp kutusuna atıyorum. Kötü deneyimlerim çöpleri karıştıranlara gidiyor, iyi deneyimlerim aklımın ceplerini karıştıranlara. Seçim insanların. Ben o akıl koridorlarında gezinmeyi seviyorum insanların. Çöpleri sadece kokluyorum, kimisinden derin nefesler çekiyorum, kimisinin kokusundan yanından geçemiyorum; ama onları da görüyorum, hissediyorum. Ellerimi kirletmek değil tabii istediğim. Temiz beyinlere saklanmış kokuşmuş deneyimler yeterince pislik yratıyor zaten etrafımda. Saf olanları topluyorum, üzerinde ciddi çalışıyorum deneyimlerin. Benim sevdiğim bu ki, oturup roman ezberlemek değil.


Seviyorum işte müzik dinlemeyi de. Hep eleştiriliyor müzik dinleme şeklim. Banane! Bunu yazarken de Beth Orton dinliyorum mesela. Sırf oturup beynimin tüm hücrelerini ona vermiyorum diye, yazı yazarken geriden geliyor diye şarkıyı anlayamayacağımı nerden çıkarıyorsun ki? İnsan beyni muhteşem bi hayvan. :) Ben ruhunu hisseden bi insanım, kendini bedenden ibaret sayanlara inat ruhumla yaşıyorum. Her şeyin içine aynı anda girebilirim istersem.

Şu an kanatlarım çıksa şaşırmam. Yok yok melek olacak kadar iyi değilim, peri olacak kadar hisli olabilirim ama o da değilim. Sadece bir çift kanat, evet tam da şimdi çıkmalı. Mutluluktan da değil, uçmayı hak ediyorum sanki sadece. Her şeyi geride bırakıp istediğim yere bir defa da olsa uçmayı hak ediyor olmalıyım. O boğazı uçarak geçmeliyim en azından, yürüyerek olmayacağını biliyorum. Uçmanın imkansızlığını tartışmak istemiyorum şimdi. :P
Neyse, epey geç oldu; rüyalarım-en güzel yaratılarım- beni bekler. Kırmızı kadife bir odadan tahta merdivenlere düşüşümle beraber yaratılmayı bekler. Uçan bir Simay yaratayım, suda yürüyen, yavaş ilerleyen zamanda hızını alamayan bir Simay.


İyi geceler aklın direnci, burada kal!

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Balçık

Oturduğum yerden, yattığım yerden kalkmak istemiyorum bugün. Bir üşengeçlik, mayışıklık, baygınlık var. Günlerdir giremiyorum nete adam gibi. Sadece kendime ayırdığım zamanınsa azalmasını izliyorum yavaş yavaş. Sınavlarım açıklanmıyor, ödevim için bir şey yapmıyorum, derslere girmiyorum, uyumuyorum, uyanmıyorum.  Hayatım kötüye gidiyor izlenimi de olmasın, çok mutluyum hâlâ. Sadece bugün bunalmış uyandım yalnız başıma. Kütüphaneye gidip araştırma yapıcaz bugün, belki açılırım. Yarın da oturur outline çıkarırım ödev için. Şu reklam ajansından da haber çıkmadı, öğrenci olmak hep engel olacak bana sanırım. Bitsin artık, boş zamanlarımdan sıkıldım.

Dün onu da konuştuk aslında. Geçen gün geçirdiğimiz boş gün ne kadar a güzeldi. Üst üste olmasın tabii ki bu günler. Arada akşamlara kadar uyuyalım, film izleyelim, yatıp hayal kuralım, konuşalım, gülelim bol bol, sevişelim, uyuyalım, uyanıp yine gülelim. Boş gelmiyor kulağa aslında; ama insan ilişkilerinde ilerleme hariç bir şey katmıyor entelektüel hayatımıza bu gibi boş günler. Bugün de onlardan biri olmasın, yalnız kalmak istemedim bir anda. Şimdi giyinmem ve 4'te Mecidiyeköy'de olmam lazım.

Off, uyanmalıyım!

Uyansana Simay! 
Kalk bakalım canlan!
Ol!
Olmuyor mu?
Oldur!
Yok!
Gittim!

3 Mayıs 2009 Pazar

Nee?

Göğsüm kabarıyor ulan!!! Vuaaa, yeniden vuaaa!!!




Baby just give me one reason - give me just one reason why
Baby just give me one reason - give me just one reason why I should stay
Because I told you that I loved you
And there aint no more to say

28 Nisan 2009 Salı

Yağmur Dansı



Soğuk havada yine karaladım bir şeyler, yerlerde oturup köpek fotoğrafları çekerek, aldırmadan uyuklayarak yarım bakan gözlerle, bekleyerek. Ukalalık olarak algılanmasını hiç istemediğim şeyler yazıyorum - biliyorum algılanma ihtimali olduğunu, o yüzden söylüyorum. Paylaşayım o zaman haşhaşlı cips kokusu eşliğinde:

Hüzün değil ki bürüyen beni, uykusuzluk. Yanımda defterim de yok, yabancı bir yerdeyim hem. Düşüncelerimden uzakta duran yüzlerce insanın arasındayım. O kadar eminim ki birinin bile kafasından geçenlerin benimkilerle kesişmediğine. Gülüyorlar, sınavlardan bahsediyorlar - çoğu zaman benim de yaptığım gibi. Bir çift kavga etti az önce, şimdiyse sarılıyorlar. Kalabalık bir grup vardı karşımda, şimdi bir kişi kaldı başını eğmiş siyahlarda. Hayvan yok hiç, rahatım(sonradan gelen muhteşem köpeği saymazsak); ama çimlere oturmak da yasak. Sırtım ağrıyor, bir banka dayadım sırtımı, yerde oturmuş fotoğraf çekiyorum.

Mutluyum, günlerin yorgunluğu da var üzerimde, kirli de hissediyorum, sanki beş defa yıkansam geçmeyecek, beş gün uyusam yetmeyecek. Baygınım, etrafıma bakıp sırıtıyorum, somurtuyorum. Değişken hallere bürünüp kendimle eğleniyorum.

Lise 2'de gelmiştim buraya, çok ilginç şimdi. Hiç beğenmemiştim, böyle bir yeri kazanmaktansa okumamak taraftarıydım. Şimdi de mutluluk duyuyorum burada değilim diye. Kendimi neyin içine atıyorum hiç bilmi
yorum. 

Mutlu olduğum an bu benim, yazdığım an. Aslında daha çok düşündüğüm an; ama düşüncenin suç sayıldığı, konuşmanınsa değerini kaybettiği bir yerdeyim. Burada yazının o iki defa düşündüren yanı tek avantajı. İmkanı yok işte bu bilinç akışıyla yazılanların ilgiyle okunmasının.
 

Pinter! Adamım! Böyle tonlama, böyle akıl, böyle "saçmalama" içinde böyle mantıklılık görmedim. İnsanlar garip. Etrafımda bunun zevkinden bihaber bir sürü insan var. Sohbetler sığ; bakan gözler var, gören, dolan gözler yok. Sa
çmalamalar akıllıca değil hiç. Renkler soluk, istekler belirsiz, istisnalar bile puslu, göremiyorum; belki yoklardır bile. İyi hissetmek için zaman zaman yer değiştirmek gerek böyle. Uyuşturucu kullanan, tamamen boş insanlarla iletişime yeltenmek lazım mesela. Kafalarını aşkla bozmuş; kalpten, kelebekten çerçevelerde yaşayanları izlemek gerek - genelde acı çeker durumdadırlar ya. Taşlaşmış kalpleri, örümceklenmiş beyinleri olan insanlarla olmalı; haz almalı boşu görüp doluya sahip olmaktan. Sadece mantıklı düşünmeye odaklı insanları dinleyip gerek görüyorsan düşünceni paylaşmalı. Ukalalık değil ki bu, kendini bilmek sadece. Belki aptalca; ama hep de tavsiye ettiğim şey sevdiklerime. Hep istediğim, çoğu zaman becerebildiğimi düşündüğüm şey bu bilinç. Başka hiçbir şey gerektirmeyen bilinç! Öz-bilinç mi demeli bilmiyorum; ama yaşadığını bilebilmek için, mutluluğunu hissedebilmek için gerekli olan bu. 

Çevrem bunu beceremeyenlerle dolu; hem şu anda, hem de genele vurunca. Mutsuzluklar beni mutlu etmiyor kesinlikle, bencilce evet; ama konu bilinçli mutluluksa kendimi umursuyorum sıkça. Odaklıyorum beynimi, kalan her şey flu, belirsiz. Buzlu camlar arkasında, önünde ya da arasında kendi netliğimi arıyor buluyorum. Böyle güzel, böy
le iyiyim.

27 Nisan 2009 13:06
 
Marmara Üniversitesi
 
Göztepe Kampüsü

23 Nisan 2009 Perşembe

Gök Günleri


Beklenenden iyi geçen sınavlarım var. Beklenenden kötü geçen de var bir adet ama... Olsun. 20 Ocak'tan beri bir sürü mutluluk yaşadım. Kendi içimde çözemediğim çok şeyi çözüp yerine yeni sorular koydum. Beynimin işleyişini hızlandırdım herkesin yaptığının aksine. Uyuşturmaya, unutmaya, yavaşlamaya çalışanları anlamıyorum hiç. Şu üç aydır yaşamam gereken her şeyi yaşadım. Kendi çapımda nirvanaya ulaştım bile denebilir. Tamamen tatmin dolu bir süreçti. Yanlış giden hiçbir şey yoktu anlamına asla gelmiyor bu, okulu çok boşladım, evimi çok boşladım, arkadaşlarımla sorunlar yaşadım; ama olsun, şimdi öyle mutluyum ki... Hepsini görmem gerekiyormuş, kötü hissetmeyi, kötü zamanları iyiye çevirmeyi de öğrenmem, sindirmem gerekiyormuş.

Hiçbir şeyden pişman olmamayı öğrendim sanırım. Aptalken verdiğim kararlar olsa da kendi kararlarımla yaşadım hep. Bir zorlamaya hiç maruz kalmadım ne ailem ne arkadaşlarım tarafından. Arkadaşlarımın baskısı hatta ailemden daha fazla ama öyle kolay boyun eğmiyormuşum, anladım.

Önceleri mutlu görünürdüm; içimde bir yerler hep ezilirdi ama. Şimdiyse gerçekten mutluyum. Oturup düşündüğümde de ölüm ve ölenler dışında huzursuz edici düşünce gelmiyor. Rengarenk bir hayatım var işte, parıl parıl günlere uyanıyorum. Karanlık da olsa koca bir gülümsemeyle karşılıyorum sabahları. Sütümü paylaşıyorum, eleştirilmiyor, saygı görüyorum, gülümsüyorum, yansıması yüzüme vuruyor.

Ve dün! Sevdiğimi sevildiğimi hissetmek neymiş, tekrar hatırladım. Seviyorum bu duyguyu, geçmesin istiyorum bir haftadır. Arkadaşlıklarımda ailemde aradığım ve bulduğum karşılığı bir kadın olarak bir erkekte de bulabilmek güzel. Bir daha asla bu şekilde hissedemeyeceğimi düşünmüştüm oysaki. Bir sürü yıl geçti ki, ne bileyim işte. Kabaran göğsüne kabaran göğsümü yaslayabileceğim biri daha varmış. Doldurup taşıran anlarım varmış yaşamak için.

Doluyorum şimdi yine. Tek bir sınavım kaldı, zamanım var, mutluyum. Bekliyorum...

Yarın da harika olacak, yüksek lisans için bir adım daha; umarım beklediğim desteği görürüm. Deniz, tam istediğimiz gibi... Hava da temiz ve güzel olmalı ve ben kafamda kurmamalıyım daha fazla. Sadece biliyorum yarın güzel, bugün güzel, güzellikler etrafımda. Etrafımda da kalacak hep zaten.

Bunları yaratan ben miyim? Desteğim nerede ya da? Bir yerlerde sadece benim mutluluğumu düşünen büyük bir güç mü var yoksa anne-babamdan başka? Neden harika hissettiğimi sorgulamak çok boş ama çok zevkli. Her şeyi sorgulamanın olduğu kadar en azından.

Yemek yemeliyim, film seçmeliyim, keyif gecemiz bu gece! İyiyim. İyi ki doğmuşsun! :)

18 Nisan 2009 Cumartesi

Acımasız Gerçekler

Sabah sabah bana Sprite aldıran en güzel günaydın. Günüm aydın, ders çalışmalıyım ve biliyorum ki yapabilirim. Daha çok şey iyiye gitmeli. Doyumsuzsanız doyum sizsiniz. :P

Korkulmadan atılan adımlar görmek istiyorum; korkulmadan girilen koridoru karanlık, aydınlık odalı evler...

Daha az düşünmeliyim bu sıra. En azından 4 gün. Mezun olmalıyım. Hadi bakalım!

16 Nisan 2009 Perşembe

Keşkül



8'de uyanmanın verdiği büyük bir coşku var içimde. Keşkül yedim ilk önce, süper! Renkler başımın üzerinde triballer yapıyor, gözlerime önce, sonra tüm vücuduma nüfus ediyor. Güzel bir gün bugün. Dolu geçecek, doldurup dolacağım bol bol. Keşke böyle hissedenler olsa etrafımda. Keşke zorla hüzün ve bunalım sokmasalar içlerine, gözleri gülse benim gibi kalabalıkların da. Yok kalabalığa da gerek yok aslında. Bir, en fazla iki kişiyi böyle görsem yeterli herhalde.

Neşenin yanında umut da var içimde, dışımdaysa güzellik. Anne-babamın evlenmesini, ablamın doğumunu, annemin yumurtalıklarına girişimi izleyeceğim sanki. Yenilik coşkusu bu, taze taze kokuyor ortalık.

Sevinçliyim işte, ne bu nispet yapar gibi sürekli aynı şeyleri söylemek? Gerek yok, bir demet çiçek bile mutlu edebilir şu anda beni, hatta pırlanta bir kolye de, ahaha.

Nefesimi çekiyorum içime, yazımı bir solukta bitirdiğimi kanıtlarcasına. :)

14 Nisan 2009 Salı

Blue Now Is The Color


Tüm sorunlar arasında çözüm olarak görülmek her şeyde olduğu gibi iyi ve kötü çağrışımlar yapıyor. Çözüm; beklenen çıkış kapısı, zor anlardan kurtuluş yolu, umut verici yeni bir başlangıç... Ancak çözüm; bir meta, bir araç, kolaya kaçış, zorla baş etmemek için bir nokta küçük; ilacı içip içinden geçebileceğin, uyandığındaysa koskoca deli bir dünya...

Ya memnun olmazsan o deli dünyadan? Ya tekrar kaçılacak bir sorun olarak görürsen? Ya girdiğin deli, küçük dünyada da o küçük noktayı, kaçışı ararsan? Ya üzülürse o zaman deli dünyanın başındaki, kocaman boşluğuna yerleştirdiği şeyin sıkılmasından ve/veya yorulup istememesinden dünyasını? Hepsini geçtim; ya çıkışı yoksa ve deli dünya hem kendini hem seni çürütürse? Ya da zaten tam ortasında üzerini samanlarla örttüğü koca bir delik varsa? Tersini pek düşünemiyorum şu sıra. Boşluğum, aptallığım, kimsesizliğim ya da benliğim sadece üzebilir, yorabilir seni.

Seninse zaten içinde durduğun, büyüdüğün, bilmediğim dünyan! Onun içinden hiç çıkamıyorum fikir olarak. Sense düşüncende ya da bedeninde hep oradaydın zaten istediğin zamanda da istemediğinde de. Şimdilerde -ne kadar zamandır bilmiyorum- etrafını belki karartan, belki sisle kaplayan o dünyadan çıkışı arıyorsun sanırım. Kendine güvenin azalacak ve koca bir boşluğa düşeceksin belki. Düşünsene tüm hayatını geçirdiğin dünyan! Çıkışı görebilmen bile güçken sen sonunu göremediğin o tünele girme riskini alıyorsun. Bu travmayı sen ya da ben nasıl atlatırız ki?

Düşünmüyordum bu sabaha kadar. Umrunda olmamak değil asla; sadece alkolün verdiği umutsuz bir umut olarak gördüm. Bu sabah -sabahlayınca hep sarhoş gibi oluyorum, algılarım farklı çalışıyor- oturdum düşündüm. Çıkışın olmak, çelişkilerinde desteğin olmak gerçekten istediğim ama bana çelişkiler yükleyen bir durum. İşin ciddiyetini ya da samimiyetini(yine içtenlik anlamında) bilmediğim için gereksiz bir düşünce gibi de geliyor ki. Şimdi olmadık bir yerde ve zamanda burnuma dayanan narlı vodka ve parfüm kokusuysa hepsinin boş olduğunu hatırlatıyor. Ciddiyete samimiyet kadar gerek yok diyorum; samimiyetiyse gördüm, biliyorum.

Orada ter içinde, pis uyanmak istiyorum. Bir sürü düşünceyi ve insanı ikinci plana atmış şekilde içerde olmak istiyorum...

Başlarken yazmaya olumsuzlukları düşünüp huzursuz etmeye karar vermişim kendimi. İstediğim, sarhoş da olsa ne dediğini bilen, hisseden, gülen gözlerin; aynı şekilde de benim gözlerim...

14.04.09
13:07
Beatles Café

6 Nisan 2009 Pazartesi

Aydın!

Farklı bir dilde değil, aynı dilde başka bir insanda tercüme edilmek bunun adı. Mutluluk ve memnuniyet üzerine düşündüğünün gecenin bilmemkaçında farkına varmak da cabası. Mutlaka daha derin düşünmeliyim bu konuda. Geç oldu. Kendime hatırlatma amaçlı olsun bu da, düşün Simay, önünden geçen her şeyi enine boyuna düşün! Canım benim...

5 Nisan 2009 Pazar

Of Çeksem Yıkılacak Yerler



Değer kelimesine taktım bu aralar. Önemli benim için, yasaklanmış gibi, göstermeye korkuluyor, içinde saklanıyor, ya çok fazla ortada ya da hiç. Değer dengesini bulamadı. Yaşadığım ülkede ya da şehirde mi böyle, yoksa evrensel mi bu saçmalık? Yoksa öyle küçük bir çember içinde yaşama savaşı veriyorum ki değere değer vermeyenler mi var sadece etrafımda. Değerin kardeşi saygı bence; belki de sonucu, belki de sebebi... Tam olarak bilmiyorum. Bu aralar beklediğim tek şey değer ve saygı görmek. Başımı yaslamak istiyorum bilen bir omuza; bilen, gören, hisseden, yaşayan bir omuza. Öyle bir insan var mı acaba Ali ve Onur'dan başka? Gerçeklik ve hayalin isimleri onlar da. Her şey, herkes değişiyor mu? Ne kadar samimiyiz?(yine içten anlamında)

Sadece bir omuz evet, üzerinde de bir baş olsun. Gözleriyle konuşsun, dudaklarıyla dokunsun, burnuyla içine çeksin, duymasın kabulümdür ama anlasın. Bilinç istiyorum ya, of, biraz farkındalık!

Related Posts with Thumbnails