Soğuk havada yine karaladım bir şeyler, yerlerde oturup köpek fotoğrafları çekerek, aldırmadan uyuklayarak yarım bakan gözlerle, bekleyerek. Ukalalık olarak algılanmasını hiç istemediğim şeyler yazıyorum - biliyorum algılanma ihtimali olduğunu, o yüzden söylüyorum. Paylaşayım o zaman haşhaşlı cips kokusu eşliğinde:
Hüzün değil ki bürüyen beni, uykusuzluk. Yanımda defterim de yok, yabancı bir yerdeyim hem. Düşüncelerimden uzakta duran yüzlerce insanın arasındayım. O kadar eminim ki birinin bile kafasından geçenlerin benimkilerle kesişmediğine. Gülüyorlar, sınavlardan bahsediyorlar - çoğu zaman benim de yaptığım gibi. Bir çift kavga etti az önce, şimdiyse sarılıyorlar. Kalabalık bir grup vardı karşımda, şimdi bir kişi kaldı başını eğmiş siyahlarda. Hayvan yok hiç, rahatım(sonradan gelen muhteşem köpeği saymazsak); ama çimlere oturmak da yasak. Sırtım ağrıyor, bir banka dayadım sırtımı, yerde oturmuş fotoğraf çekiyorum.
Mutluyum, günlerin yorgunluğu da var üzerimde, kirli de hissediyorum, sanki beş defa yıkansam geçmeyecek, beş gün uyusam yetmeyecek. Baygınım, etrafıma bakıp sırıtıyorum, somurtuyorum. Değişken hallere bürünüp kendimle eğleniyorum.
Lise 2'de gelmiştim buraya, çok ilginç şimdi. Hiç beğenmemiştim, böyle bir yeri kazanmaktansa okumamak taraftarıydım. Şimdi de mutluluk duyuyorum burada değilim diye. Kendimi neyin içine atıyorum hiç bilmiyorum.
Mutlu olduğum an bu benim, yazdığım an. Aslında daha çok düşündüğüm an; ama düşüncenin suç sayıldığı, konuşmanınsa değerini kaybettiği bir yerdeyim. Burada yazının o iki defa düşündüren yanı tek avantajı. İmkanı yok işte bu bilinç akışıyla yazılanların ilgiyle okunmasının.
Pinter! Adamım! Böyle tonlama, böyle akıl, böyle "saçmalama" içinde böyle mantıklılık görmedim. İnsanlar garip. Etrafımda bunun zevkinden bihaber bir sürü insan var. Sohbetler sığ; bakan gözler var, gören, dolan gözler yok. Saçmalamalar akıllıca değil hiç. Renkler soluk, istekler belirsiz, istisnalar bile puslu, göremiyorum; belki yoklardır bile. İyi hissetmek için zaman zaman yer değiştirmek gerek böyle. Uyuşturucu kullanan, tamamen boş insanlarla iletişime yeltenmek lazım mesela. Kafalarını aşkla bozmuş; kalpten, kelebekten çerçevelerde yaşayanları izlemek gerek - genelde acı çeker durumdadırlar ya. Taşlaşmış kalpleri, örümceklenmiş beyinleri olan insanlarla olmalı; haz almalı boşu görüp doluya sahip olmaktan. Sadece mantıklı düşünmeye odaklı insanları dinleyip gerek görüyorsan düşünceni paylaşmalı. Ukalalık değil ki bu, kendini bilmek sadece. Belki aptalca; ama hep de tavsiye ettiğim şey sevdiklerime. Hep istediğim, çoğu zaman becerebildiğimi düşündüğüm şey bu bilinç. Başka hiçbir şey gerektirmeyen bilinç! Öz-bilinç mi demeli bilmiyorum; ama yaşadığını bilebilmek için, mutluluğunu hissedebilmek için gerekli olan bu.
Çevrem bunu beceremeyenlerle dolu; hem şu anda, hem de genele vurunca. Mutsuzluklar beni mutlu etmiyor kesinlikle, bencilce evet; ama konu bilinçli mutluluksa kendimi umursuyorum sıkça. Odaklıyorum beynimi, kalan her şey flu, belirsiz. Buzlu camlar arkasında, önünde ya da arasında kendi netliğimi arıyor buluyorum. Böyle güzel, böyle iyiyim.
27 Nisan 2009 13:06
Marmara Üniversitesi
Göztepe Kampüsü
28 Nisan 2009 Salı
Yağmur Dansı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 Yorum:
Yorum Gönder