tag:blogger.com,1999:blog-28555653889082996872024-01-13T02:59:04.305+03:00aklin direnci"If you do not tell the truth about yourself, you cannot tell it about other people."fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.comBlogger241125tag:blogger.com,1999:blog-2855565388908299687.post-1160418340003866142016-07-17T11:46:00.002+03:002016-07-17T11:46:36.670+03:00Dar Alandayım<a href="http://beautifuldecay.com/wp-content/uploads/2012/03/Screen-shot-2012-03-21-at-9.43.49-AM-565x796.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" height="320" src="https://beautifuldecay.com/wp-content/uploads/2012/03/Screen-shot-2012-03-21-at-9.43.49-AM-565x796.jpg" width="227" /></a><br />
<br />
Küçükken misafirliğe gittiğimizde yüzümü ellerimle kapatıp otururmuşum. Birileri bize geldiğinde de odama kapanırdım. Sevmediğim kimseyle konuşmaz, kendimi kimseye öptürmezdim. Büyüyüp yeterli içtenliğe ulaştığımda insanları pek sevmediğimi söyledim hep soranlara. Hep ucubeymişim gibi baktılar fikirlerimi söyledikçe, ben insandan kaçtıkça. Şimdi herkesin birbirinden öldüresiye nefret ettiğini görünce, en başından beri kendim de dahil tüm insanlara karşı aynı mesafeyi koruduğum için kendimle gurur duyuyorum. Ben çocuğuma sevgisizliği öğretebilirim, limitleri, sınırları, kendini koruma yöntemlerini öğretebilirim; ama bunca yoğun bi' nefretle nasıl başa çıkılacağını öğretmenin bir yolu yok sanırım; işte buna çok üzülüyorum.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2855565388908299687.post-56786809069192132662016-02-10T13:13:00.002+02:002016-02-10T13:13:50.154+02:00Biz Biz İdik Biz İdikTürkçe inanılmaz zengin bir dil. Bazen deyimlerin, deyişlerin, küçücük tepki sözlerinin bile İngilizce karşılığını bulamıyorum. Öyle zengin bir dil ki bu, her açtığım kitapta yeni kelimeler öğreniyorum. Bir durumu anlatmak için üç beş ifadeden birini seçmek zorunda kalıyorum. Böyle zengin bir dili blog yazılarıyla, kağıt ziyanlığı kitaplarla, embesil embesil şarkılarla ve beyin yıkayan dizilerle, filmlerle çamura batırdılar artık. İnsan çocuğu olunca dildeki tüm hataları daha iyi görebiliyor. Ona bir şey anlatmaya çalışırken yanlış kelimeler kullanmamak için beynimi yakıyorum. Yaklaşık altı aydır evde bomboş beyniyle elime verilen bir canlıyla yaşıyor, beynini doğru doldurmaya çalışıyorum. Onun sayesinde dünyadaki çirkinlikleri daha net görüyorum.<br /><br />Beni en sinir eden şeylerin başında çocuk ve bebeklere ileride kafalarını karıştırabilecek şekilde hitap edilmesi geliyor. Aşkım, sevgilim, annem, babam, halam, dayım gibileri bunların başını çekiyor. O yüzden bu evde kim her ne ise ona o şekilde hitap ediliyor. Umay'a Umay-kızım-bebeğim, Can'a Can-sevgilim, diyorum, herkes yerini biliyor. Umay'ın eve gelmesiyle birlikte Can'a taktığım isimleri de bir kenara bıraktım. (Kemik-Levent-Korkut vb) Yoksa çocuk konuşmaya başladığında bize herhangi bir şekilde hitap edecek.<br /><br />Kafayı taktığım ikinci noktaysa BİZ. Çocuğum olmadan önce hiç garip gelmiyordu; hatta ilk zamanlar ben de sürekli biz diyordum. "Tulumumuzu giyelim, duşumuzu alalım, bezimizi değiştirelim..." Kafayı mı yedin sen Simay? Sonra silkelendim ve eve yeni bir kural daha geldi: herkes doğru zamirleri kullanacak.<br /><br />Biz konusunda anneler babalar kafayı yemiş durumda. Bunun çok sevimli olduğunu düşünüyorlar sanırım. Dişimiz patladı, ateşimiz kırka çıktı, teyzesi popomuza baksana pişik oldu, biz iki yaşında konuşmaya başladık... Haaay, içim çürüyor yazdıkça. Zaten çocuk karman çorman bir dilin konuşulduğu bir kültürde doğuyor, işi neden yokuşa sürüyorsun? Sonra çocuğum konuşamıyor, çocuğum kimseyle anlaşamıyor, çocuğum bana bağımlı oldu bırakamıyorum bıt bıt bıt. Çocuğa "ben"i "biz" diye öğretirsen, çocuk "biz" olmayı ya da "ben" demeyi nereden ve hangi ara öğrenecek? <br /><br />Yabancı bir dil olarak sadece İngilizce biliyorum, onun üzerinden konuşabilirim o yüzden. İzlediğim hiçbir görüntüde insanlar çocuklarıyla ya da çocukları hakkında konuşurken "biz" demiyor. Aynı şey yemek tarifi verirken de geçerli. Bizde televizyondaki şefler sürekli "şekerimizi ekliyoruz, hamurumuzu dolaba koyuyoruz, ıspanağımızı yıkıyoruz..." diyorlar. İngilizce tarifleri dinlediğimde onlar ya "benim ıspanaklarım" oluyor ya da sadece "ıspanaklar". Yani ya "benim bebeğimin dişi" ya da "bebeğin dişi" doğrusu; "dişimiz" değil, çünkü eminim senin dişlerin epey önceden çıkmıştır.<br /><br />Anlıyorum, çocuğun doğup hayatına karıştığında hiç hissetmediğin bir "bizlik" hissetmeye başladın, ama lütfen silkelen ve çocuğunla doğru düzgün konuş. Bu arada lütfen benim çocuğumla da doğru düzgün konuş. Güjel kıjıma öpüşükler kondurma, gel, insan gibi öp.<br /><br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi7MDKUl0JXYQo-1H98p6gLx7XtpVUMLEImMgCu6x8qJ9eLEMliQDlMhgCUHrAq51SmcF_bt37k-L4kUZXbv7JUTx4MZbPX2cQLUWveSd_LuhLbKoDjkmJNv4GNDs5qHqX3C1tu4DZSIQhq/s1600/Reborn+babies.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="245" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi7MDKUl0JXYQo-1H98p6gLx7XtpVUMLEImMgCu6x8qJ9eLEMliQDlMhgCUHrAq51SmcF_bt37k-L4kUZXbv7JUTx4MZbPX2cQLUWveSd_LuhLbKoDjkmJNv4GNDs5qHqX3C1tu4DZSIQhq/s320/Reborn+babies.jpg" width="320" /></a></div>
<br />Not: Blog'daki annelik yazıları için kusura bakma; son dönemde hayatımda annelikten başka bir şey olmuyor. Anne-bebek blog'u açacak değilim. Öptüm.fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2855565388908299687.post-11971445140337798682015-07-18T20:49:00.003+03:002015-07-18T21:03:46.020+03:00Beni İttirelimBeni fiziksel ve ruhsal olarak bir duvardan diğerine fırlatıp duran, zımparalayan, içimi şişiren, beynimi kurutan bir sürecin sonuna geliyorum. Yakın gelecekte bir bir tüm sözlerimi geri alacağımı hissettiğimden, bunları şimdi bir yerlere kayıt etmezsem pişman olacağımı da biliyorum.<br />
<br />
Doğrusunu en acı şekilde öğrenerek yanlış bildiklerimden sıyrıldım hep; hamilelik de benim için öyle. Dinleyerek, izleyip gözlemleyerek öğrenilecek bir şey olmadığını, hamile olduğumu öğrendiğim an gördüm. Dayak yiyormuş gibi, etimden et koparılıyormuş gibi acı çekerek ağladım. İnsanın çocuğunun olmamasını istemesi biraz zor görünüyor bana. Böylesi şişkin egolarımızla hepimiz birer "eser" çıkarmak istiyoruz; ben de tamamen kendi özgür irademle bu kararı aldım. Ancak gerçekleşme ihtimalinin bu kadar yakınında, bedeninin içinde olması da insanı böyle dehşete düşürebiliyor.<br />
<br />
Gerçeği kabul etmem birkaç ayımı aldı. Başlarda normal hayatıma devam edeceğimi, içki içmek dışında o güne kadar ne yapıyorsam yapabileceğimi kurguladım. Arkadaşlarımla akşam çıkabilir, konser izleyebilir, sinemaya gidebilir, hafta sonu ufak ufak da olsa koşmaya devam edebilirdim. Çevremde hep bunları duydum, okudum çünkü. Yalan! Birkaç denemeden sonra tek yapmak istediğimin uyumak olduğunu düşündüm. Eğer uykumdan bir dakika bile çalıyorsa, yaptığım her şeyin zaman kaybı olduğunu düşünürken yakaladım kendimi. Konsere gitmek şöyle dursun, dışarıda yemek yerken bile eve gidip kanepeye uzandığım anları kurdum kafamda. Akşam sekiz, sabah sekiz uyuduğum zamanları iple çektim çalışırken.<br />
<br />
Normalde de çantasında Talcid ve çubuk krakerle gezen biriyim, benim için o yüzden biraz daha ağır geçmiş olabilir ilk zamanın mide bulantıları. "Sabah bulanıyor, bi' limon yalıyorum geçiyor, canım bebişimin bize küçük oyunları işte" diyen forum annelerine lanetler okuyarak, istisnasız her akşamımı bitmeyen mide bulantılarıyla geçirdim. Bir elimde çubuk kraker, diğerinde nane şekeri, ferahladığım küçücük anlarda ölmeyi bile diledim. Bulantılar azaldığında başka ve daha tehlikeli bi' belirti olan "heartburn" başladı. Birebir çevirisi mide ekşimesi olsa da İngilizcesi sanki daha doğru ifade ediyor yaşadığım şeyi. Sabah evden kahvaltı yaparak çıkıyorsam toplam üç durak gittiğim metrodan her durakta inip beş dakika su içerek dinlenmem gerekiyordu. Ofise yürürken tam yarı yoldaki banka oturup derin nefes almam gerekiyordu. Sanki içimde bebek değil de bir ateş topu var ve ciğerlerimin arasına oturup kalbimi dağlıyordu.<br />
<br />
Doktorun ya da okuduğum hamilelik yazılarının da dediği gibi ilk üç aylık dönem hem hamileliğe alışma dönemi, hem de belirtileriyle en çok baş etmen gereken dönem. Sekiz buçuk ay oldu, hâlâ hamileliğe alışabilmiş değilim, hâlâ baş etmem gereken onlarca şey var! Üç aylık dönemler de yalan çıktı!<br />
<br />
İkinci üç aylık dönem sözde en kolayı ve keyiflisi olacaktı. Etrafta açık sözlü olduğum için huysuz cüce gibi görünmeme sebep olan samimiyetsiz mutlu hamilelik deneyimleri duymaktan epey sıkıldığım bir dönemdi benim için. Hareketlerini hissedene kadar, iki doktor randevusu arasındaki upuzun haftalarda "acaba yaşıyor mu, büyüyor mu, hasta mı, iyi besleniyor muyum, suyu yeterince var mı?" gibi manyak sorularla geçti günlerim. Hareketlerini hissetmeye başladığımda da kendimi canlı balıkların dizildiği balıkçı tezgahına benzettiğim için sık sık gülme krizlerine girdim. Bunların hepsi yabancı bana. İçimde bir gün en az benim kadar olacak bir insanı taşıyor olma fikri yeterince tuhaf değilmiş gibi, bu insanın benimle iletişime geçmeye başlaması beni delirtecekti az daha. Tabii, insan içinde bulunduğu her duruma bir şekilde alışıyor ya da ayak uyduruyor; bu sefer de hareketlerini hissetmediğim zamanlar depresyona girdim, kendimi bebek katili ilan ettim.<br />
<br />
Son üç aylık dönem, hareketlerinizin biraz kısıtlandığı, ama bebeğinizle çok daha iyi iletişim kurabildiğiniz dönem. Sizi duyuyor, sesinizi tanıyor bıd bıd bıd... Hayır efendim sadece vuruyor, tekme tokat tüm organlarıma vuruyor! Bazen "eah yeter!" deyip şöyle sağ yanımı yırtıp çıkacak diye endişelenerek geçti ve geçiyor bu son dönem. Uyumak için asla doğru bir pozisyonun olmadığı bir dönem. Rüyaların bin kat daha gerçekçi olduğu, kabuslarla ve tekmelerle uyandırıldığım bir dönem. Uykusuzluktan sarhoş gibi dolandığım bir dönem. On dakikada yürüdüğüm yolu yirmi dakikada paytak paytak yürüyebilmem, sonunda kan ter içinde nefesimi toplamaya çalışmam, sandalyeden kalkarken yüz yaşındaymış gibi inlemelerim, evde yalnızken yerde duran poşetten bir şey almak için kendime "hadi Simay, yapabilirsin!" diye gaz vermelerim, uyurken rahatsız bir pozisyondaysam bile değiştirmek için on dakika kadar güç toplamaya çalışmalarım, yemek yaparken düşürdüğüm sebze kabuklarını alamadığım için eve geldiğinde üzerine basmasın diye Can'a mesaj atmalarım, evi serinletmek için cam açarken sinekliği çatalla ve ayakkabı çekeceğiyle çekiştirmelerim, kitabım bittiğinde evde yalnızsam yeni kitabımı boy hizamda duran kitaplar arasından seçmek zorunda olmam... Zorluk derecesi boyumu aşıp beni ikiye katlayan bir dönem. Tanrım, öyle yoruldum ki bu rutinden, bazen "hadi kız, çık artık!" diye kaçırıveriyorum ağzımdan.<br />
<br />
Hiç mi güzel yanı yok peki? Fiziksel olarak, üzgünüm ama yok. Ancak bence iki buçuk yıl süren bu hamilelik bana arkadaşlık ve aile ile ilgili harika şeyler öğretti. Belki de o öğretmedi, bu zamana denk geldi, ama memnun olduğum tek yanım zihnimde arkadaşlığı bitirmiş olmam sanırım. Arkadaşlarımı artık sevmiyorum ya da hayatımdan hepsini çıkarttım, demek değil bu. Başka bir aydınlanma, güzel bir kabuk yaratıp, bunun içine çekilme belki. Böyle duyguların tavan yaptığı bir dönemde tüm arkadaşlarımdan yüzde yüz destek ve ilgi bekleyeceğimi zannediyordum; insanlar hatrımı sordukça özel hissedeceğimi sanıyordum. Bu da yalan çıktı. Ailem dışında tek bir kişiden bile yüzyıllarca haber almazsam yüreğimin daralmayacağını anladım. Arkadaşlar çok gerekli, çok tatlı, evet; ama ben kimseye olan sevgimi azaltmadığım sürece onların bana olan sevgisini hesaplamanın boş bir uğraş olduğunu düşünüyorum şimdi. İçimde bir kırıntı kadar samimiyetsizlik kalmadı yani.<br />
<br />
Eskiden annemi ve babamı annem ve babam oldukları için değil, çok tatlı insanlar oldukları için sevdiğimi iddia ederdim; şimdi tatlı oldukları gerçeği kaybolmadı elbette, ama aile sevgisi diye apayrı bir sevgi de oturdu içime. Bunu da sanırım annesinin karnından çıktığı anda görüp bağlandığım, koşulsuzca sevdiğim yeğenim sayesinde kazandım. Bir bebeğin insanı hiçbir şey yapmadan doğruya ve sevgiye teşvik ettiğini onunla gördüm. Bunca fiziksel ve ruhsal darbeye rağmen çocuğumu sağlıkla kucağıma alırsam, aradığım tüm renklere ulaşacak olmanın dışında, bir de aile kurabilmiş olmanın ferahlığını yaşayacağımı da düşünüyorum bu yüzden.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgLIPfOGybiUsa4MQKNveZQEg0lz5z6V3v58O03cBIq-JMKD2Wf0mHvQjStBlIg9GE0q5UFnizwn4HvI2KERJscXzkXhWpCycNM1oYIsFn3BOUcDLgBhYKIelyTnHbEuVJnYz4Nw7BskTYV/s1600/32.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgLIPfOGybiUsa4MQKNveZQEg0lz5z6V3v58O03cBIq-JMKD2Wf0mHvQjStBlIg9GE0q5UFnizwn4HvI2KERJscXzkXhWpCycNM1oYIsFn3BOUcDLgBhYKIelyTnHbEuVJnYz4Nw7BskTYV/s1600/32.jpg" /></a></div>
<br />
Bilgisayarı göbeğimin altına sıkıştırarak son kez diyorum ki, hamilelik çok korkunç, kimse gelmesin! Tabii sanırım doğum çok yüksek bir yer gibi, ben de bu yüzden ancak yoldan bahsedebiliyorum. Her tarafından terler akıtarak, sende olandan fazla güç harcayarak, tırnaklarınla tutuna tutuna çıktığın ve eşsiz manzarasıyla, renkleriyle ve rüzgârıyla sana tüm yaşadıklarını bir dakika içinde unutturacak kadar görkemli. Hem tanrı gibi, hem tanrılık gibi belki.fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2855565388908299687.post-80267671379259923772015-04-26T11:00:00.002+03:002015-04-26T11:08:26.745+03:00Akılsız Başımın Cezasını Çekecek Eller ArıyorumBu, küçük bir iş ilanıdır...<br />
<div>
<br /></div>
<div>
2014 yılımın akşamlarını ve tatillerini adayarak yazdığım birkaç öyküm var ve ben tüm romantikliğimle bu öyküleri defterime yazdım. Aylardır defterden bilgisayara geçirmek konusunda sıkıntı çekiyorum; iki büklüm olmak, önümü zor görürken iki ayrı sayfaya odaklanmak benim için çok zor oluyor. Bunu da kendim yapacağım, diye çok inat ettim, ama beceremiyorum daha fazla. Benim için defterimdeki öyküleri bir word dosyasına geçirecek birine ihtiyacım var. O kadar az kaldı ki, sadece otuz dört sayfa (defter sayfası olarak) ve hiçbir redaksiyon talebim yok. Tek istediğim artık öykülerimi bilgisayarda görüp gerekli düzenlemeleri yapabilmek. Bilgisayarda olunca yapacağımı biliyorum çünkü.</div>
<div>
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgslSlDW-NXJ9nA0HGg8sSbKr1wMfKcjdqzeqTzIZ0gtpo060t-uDbeujDq0VoNtQyrvXc1Kb7QE2pIk54uqjhwhggai6kvB-uoIalQbYNTLgZn7gK9hXAqKQJNEQZxcxq5MgMZ_V-8T_e8/s1600/IMG_1703b.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgslSlDW-NXJ9nA0HGg8sSbKr1wMfKcjdqzeqTzIZ0gtpo060t-uDbeujDq0VoNtQyrvXc1Kb7QE2pIk54uqjhwhggai6kvB-uoIalQbYNTLgZn7gK9hXAqKQJNEQZxcxq5MgMZ_V-8T_e8/s1600/IMG_1703b.jpg" height="300" width="400" /></a></div>
<span style="font-size: x-small;">Defter de küçük, yazım da</span><br />
<div>
<br /></div>
<div>
Bu iş için bir bütçe ayırdım, aradığım kişinin hiçbir deneyimi olmasına gerek yok. Beni tanımasın ve Türkçe okuma-yazma bilsin, yeterli. Tanımadığım biri olmasını isterken haklı sebeplerim var, kimsenin "ay çok güzel" ya da "ay çok kötü" tepkileriyle ilgilenmek ve yorulmak istemiyorum. Dediğim gibi, tek isteğim öykülerimi bilgisayarda görüp düzenleyebilmek. Bu kişinin İstanbul'da olmasına da gerek yok, defterimi zaten taratıp göndereceğim, fiziksel olarak teslim etmeyeceğim.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Beni tanıyanlar, tanımayanlara yönlendirsin, sen de detaylar konusunda konuşmak için lütfen e-mail at: <a href="mailto:aklindirenci@gmail.com">aklindirenci@gmail.com</a></div>
<div>
<br /></div>
<div>
Oh be!</div>
fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2855565388908299687.post-69995598853454084882014-10-24T22:32:00.002+03:002014-10-24T22:32:57.593+03:00Unutmak Olmasa Hatırlamanın Ne Kıymeti Var<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhOdJwOJDrPVDW1KYncGVUwRNNgeVVWFeEq0c3MOm2xknMxrtkV8hRlQmS7J2gJmti6a8s4rmcDCX3Wqg1h17ZmLAyFLgLCazhXDiw-Ke-E97ML01VIKG1q5D6rTpTF00rCgjWWFmQlk8g/s1600/ef-tale-of-memories.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhOdJwOJDrPVDW1KYncGVUwRNNgeVVWFeEq0c3MOm2xknMxrtkV8hRlQmS7J2gJmti6a8s4rmcDCX3Wqg1h17ZmLAyFLgLCazhXDiw-Ke-E97ML01VIKG1q5D6rTpTF00rCgjWWFmQlk8g/s1600/ef-tale-of-memories.jpg" height="180" width="320" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<!--StartFragment-->
<!--EndFragment--><br />
<div style="color: black; font-family: Calibri; font-size: 11.0pt; margin: 0in;">
<span lang="tr-TR">Öncelikle zahmet olmazsa <a href="http://m.youtube.com/watch?v=YJ__ja4QpMM" target="_blank">şu şarkıyı</a> bi' açıver.</span></div>
<div style="color: black; font-family: Calibri; font-size: 11.0pt; margin: 0in;">
<span lang="tr-TR"><br /></span></div>
<div style="color: black; font-family: Calibri; font-size: 11.0pt; margin: 0in;">
<span lang="tr-TR">Hatırlamanın tüm aşamaları bu şarkıda gerçekten. Önce yalnızca hatırlıyorsun.
Zihnin, olanları yeniden canlandırmaya başlıyor. Gözlerinin önünde sakince izliyorsun.
Sonra her hatırlamak gibi bu hatırlama da sana batıyor. Bağırıyorsun; içinden ama. Çünkü duyurmaya gerek yok. </span><span lang="en-US">Çünkü</span><span lang="tr-TR"> anlaşılsın istemiyorsun. İnsanlar seni ağlarken hatırlasın
istemiyorsun. Bağırmalarına hep bir mazeret bulmak istiyorsun. Bağırdım bağırmasına da, diyorsun; evet bağırdım, ama... diyorsun. Bu seferki öyle değil. İnsan içinden acı içinde bağırdığında,
bedeninin içindeki kanallara doğru ağladığında ne mazeret ne sebep g</span><span lang="en-US">östermek</span><span lang="tr-TR"> zorunda kalıyor. Kendinle başbaşa
olduğunda hatırlamak işte böyle koyuyor. Gözlerinin önündekinin geçmişe ait bir
perde olduğunu anladığında gene sakinleşiyorsun. Bağırıp çağırıp, ağlayıp
zırlayıp o başladığın noktaya, hatırlamaya geri dönüyorsun. Hatırlamak, içinde
acı birka</span><span lang="en-US">ç</span><span lang="tr-TR"> saniye taşısa da
işte her zaman bu şarkı kadar görkemli geliyor. Sen anlamasan da yükseliyorsun.
Şimdi aşağı bakabilirsin ama, geçti. Bitti.</span><br />
<span lang="tr-TR"><br /></span>
Not: Balmorhea, önümüzdeki ay Salon'a geliyor; gidelim mi?</div>
fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-2855565388908299687.post-71100140620198058612014-07-02T22:38:00.002+03:002014-07-02T22:41:16.792+03:00Puf Diye Beliren Renkler ve Gümüşler<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Marquez okumaya başladıktan sonra yazarken beni neyin mutlu edeceğine tam olarak karar verdim. Marquez'i Beckett'i ve Camus'yü masaya oturtup onlardan epey şey yürüteceğimi söyledim ve bi' novella planladık beraber.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Her gün aynı kitabı okuyup, gözleri kanayana kadar ağlayan, dökülen her göz yaşı gümüşe dönüşen, her düşüncesinin sonuna soru işareti ekleyen, her şeyden nefret eden ve nefretin ne olduğunu anlamayan, uzun yıllar boyunca hiç konuşmamış, kahverengi bir karakter yarattım; onu, sepya bir mekana, tanrının uyku düzenine göre şekillenen bir zamana saldım. Onu yazdıkça içim çürüdü, yazdıklarımın insanlıktan çıktığı anlarda korkudan dosyayı kapatıp durdum. Karanlığı ve mükemmelliği beni içine çektikçe, bu karakterin esiri oldum. Rüyalarımda, adımlarımda, duşta, işte, doğum günümde bile hep peşimde durdu. Sessiz ama sert bir kambur oldu bana.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Korktum, tamamlayamadım. Tamamlayabilir miyim, bilmiyorum. Dosyayı bulamamak için isimsiz kaydettim, o günden beri sadece deftere öykü yazabiliyorum. Bilgisayar ekranından o çıkacakmış gibi geliyor, elimi hangi öyküye uzatsam beni gümüş göz yaşlarıyla boğup, donduracakmış gibi geliyor, görkeminden o kadar korkuyorum ki...</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Eğer bu novellayı tamamlayabilseydim adı ne olurdu bilmiyorum; ama şarkısı ve klibi şu aşağıdaki olacaktı. O yüzden bu şarkıyı ne zaman dinlesem, ölmeden önce yapmam gereken bi' şey olduğunu hatırlayıp dehşete kapılıyor, hayata bağlanıyorum. Biraz salağım, n'apayım?</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='320' height='266' src='https://www.youtube.com/embed/mYIfiQlfaas?feature=player_embedded' frameborder='0'></iframe></div>
fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2855565388908299687.post-59580886116906337272014-03-21T16:44:00.002+02:002014-03-21T16:44:41.282+02:00İçin Nasıl Rahat EdecekseSence ideallerinin peşinde koşabileceğin bir ülkede mi yaşıyoruz? Sence büyük bir kalabalığa karışmadan, tek başına ya da küçük bir toplulukla sesini duyurabileceğin bir ülkede mi yaşıyoruz? Dünyayla, siyasetle, özgürlükle ilgili çok güzel düşüncelerin olduğunu anlayabiliyorum; benim de var; hepimizin hayalleri var. Ancak yaşadığın ülkeye şöyle biraz yüksel de uzaktan bak. Özgürlüğün, adaletin, siyasetin, hayallerin kelime anlamlarının nasıl değiştirildiğini biraz gör.<br />
<br />
En fazla %5 oy alacak bir adayın küçük destekçi grubunda olup ideallerinin peşinden koştuğunu zannederken, güç şımarığı olmuş kişilerin, çocuklarımızı acımazısca öldürmesine seyirci kalarak için rahat edebilecek mi? Bundan sonra ne yaparsan yap; ama bugün Gezi'deki gibi tek amaca yönelmemiz gerekiyor. Tepemizden def etmemiz gereken ağzından salyalar saçan bir adam var. Yıldım sularından!<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjwnXU0LlRN0si6_HvjZSRLoKxhTlTrBJ2nke_n1_mwHIqHmL_Y8J0vzDvar5O3x0_5wGsET0T2Y7YdDkVNb1opE3sS_zNUqCVZIiTcFOgAcPdXSuT2epvvuq_aiNGojK8EdObww06IX-W0/s1600/akp+secim+plani+sakin+olun+tayyip+erdogan.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjwnXU0LlRN0si6_HvjZSRLoKxhTlTrBJ2nke_n1_mwHIqHmL_Y8J0vzDvar5O3x0_5wGsET0T2Y7YdDkVNb1opE3sS_zNUqCVZIiTcFOgAcPdXSuT2epvvuq_aiNGojK8EdObww06IX-W0/s1600/akp+secim+plani+sakin+olun+tayyip+erdogan.jpg" height="222" width="320" /></a></div>
<br />
O yüzden ben de diyorum ki; en güçlü olana #basgeç! Yetti.fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2855565388908299687.post-66580784678363150362014-02-10T09:09:00.003+02:002014-02-10T15:13:32.680+02:00Üç Kuşak Ruh Hastasıyız<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgmFDXEM5TEQvJTTbysA4ojTo8Pcik3vOPBEMRiyrxZ4ECWBSY0X4ba728IbeZ9qG51ForPAchyrLX7Mx6pMokhja8mjxAuit2vd96N_n9QvSuXDsFQ0GweWLGL-q7U73BVBc2jIp1ajMWX/s1600/404452_332694160094753_118881363_n.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgmFDXEM5TEQvJTTbysA4ojTo8Pcik3vOPBEMRiyrxZ4ECWBSY0X4ba728IbeZ9qG51ForPAchyrLX7Mx6pMokhja8mjxAuit2vd96N_n9QvSuXDsFQ0GweWLGL-q7U73BVBc2jIp1ajMWX/s1600/404452_332694160094753_118881363_n.jpg" height="195" width="320" /></a></div>
<br />
Ben manik depresif bir aileden geliyorum. Genlerimi olduğu gibi anne tarafımdan aldığım için "aile" derken anne tarafından bahsediyorum. Babam ve o yandan akrabalarım üstüne alınmasın.<br />
<br />
Bizim ev her zaman uç noktalarda gezinir. Toplaşıp yemek yediğimizde balkondan kahkahalar taşar; ancak on dakika sonra bağrış gürültü herkesin evlerine dağıldığı da olur. Biz hem alıngan, hem umursamaz, hem eğlenceli, hem de mutsuz insanlarız. Kendimizle de, dünyayla da bir türlü yıldızımız barışmadı; ancak ne kendimizin ne de dünyanın peşini bıraktık.<br />
<br />
Anne ve babamı özlediğimde günlerce ağlarım; ancak eve gidince ikinci gün kavgalar başlar ve bir an önce İstanbul'a dönmek isterim. Döner dönmez, gene pişmanlıktan ve özlemden ağlamaya başlarım. Annemle telefonda konuşurken sokakları kahkahalarımla çınlatabilirim. Ancak tek bir lafından alınıp böğür böğür ağlamaya da başlayabilirim. O da aynen öyle.<br />
<br />
Benim bildiğim kadarıyla biz üç kuşaktır böyleyiz. Kötü, fesat bir insanın düzeleceğine inanmayız, onu ancak ölümün paklayacağını düşünürüz. Kimseye karşı kötü düşünce beslemeyiz ama bir insan kendine ve etrafındakilere zarar veriyorsa ölümü hak ettiğini düşünürüz. Evet, çok yanlış; bunun nereden başladığını bilmiyorum. Tek bildiğim küçüklüğümden beri duyduğum şu söz: "E madem öyle, ölsüün..."<br />
<br />
Ölümle gerçek tanışmamız dedemle oldu. Dedemi henüz elli sekiz yaşındayken kaybettik. Küçük yaşta olduğumdan benim için ölüm, annemin düştüğü o korkunç durumdan ibaretti. Sabah uyanıp ağlamaya başlıyor, gece uykuya dalana kadar ağlıyordu. Dili tutulmuş, yüksek tansiyon hastası olmuştu. Üzerinden on beş yıldan fazla geçmiş olmasına rağmen; "çok sevdiğin biri ölünce hayat nasıl devam edebilir ya," diye sorduğumda annemin cevabı hâlâ; "etmiyor ki" oluyor.<br />
<br />
Biz, ölümü o kadar da iyi tanımamamıza rağmen hep ölüm odaklı yaşıyoruz. Telefonda annem babaannemin kalp krizi geçirdiğini söylediğinde; "öldü di mi?" diyorum. Biri bana "ben kanserdim," dediğinde; "hay allah nasıl ölmedi ki, yok yok, yakında ölür," diyorum içimden. Biz hastalıkları isimlerine göre değerlendirip ölümle bağdaştırmayı çok seviyoruz. Kanser, aids, verem ya da bu yeni duyduğumuz skleroderma... Bunların hepsi eşittir <b>ölüm</b>! Grip, nezle, tansiyon, şeker... Bunların hepsi eşittir <b>olur öyle şeyler</b>. Televizyonda, internette bangır bangır gripten ölen yüzlerce insan anlatılıyor, kanser çeşitlerine geliştirilen tedaviler anlatılıyor. Biz hâlâ kafamıza yer eden korkunç kelimelere göre değerlendiriyoruz ölümü. Tanrılar, ne kadar kara cahiliz!<br />
<br />
Biz, hasta olmadan önce öğrendiğimiz hastalık isimleri doktor raporlarında bizim adımızın altına yazıldığında telaşa kapılıp hemen tabii ki öleceğimizi düşünüyoruz. Her ateşlenip kustuğunda herkesle vedalaşan, geceyi çıkaramayacağını düşünen, kendi cenazesini kafasında canlandırıp saatlerce ağlamış biri olarak en az üç kuşaktır süren bu salaklığımıza bi' son vermek istiyorum. Öyle, içimi dökesim geldi; rahatladım.<br />
<br />
Örnek bir telefon görüşmesiyle bitirmek istiyorum;<br />
<br />
Anneannem: (nefes nefese) Simay! Çok kötü bi' şey oldu!<br />
Simay: Noldu noldu noldu!<br />
Anneannem: Ama çok kötü yani.<br />
Simay: Noldu söylesene!<br />
Anneannem: (ağlamaklı) Ben napıcam, bilmiyorum.<br />
Simay: Anneanne allah aşkına noldu, bak yere oturdum, noldu, birine bi şey mi oldu?<br />
Anneannem: Annen!<br />
Simay: NOLDU YA?<br />
Anneannen: Annen çok kötü!<br />
Simay: (öldü herhalde, diye düşünerek) Nerede annem?<br />
Anneannem: Annen diyeti bırakacakmış. Çok üzülüyorum.fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2855565388908299687.post-30853976124718434092014-01-31T20:49:00.001+02:002014-01-31T20:49:17.794+02:00Tek Ayak Üstünde Dururken Ben...<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjCa5BsH8j2kZxDIxFu1FHJ7ZL2zW2KX0QHBOITjWCI1aPdaV6Tkpf3OAQkW0s-OPcuqVxqhYWT3CrgCd9xHI0QZs3oP6hpYqwl3mwrGBhN2Ydp1z9ffcg62TtwG4GPmdzVtVKuF2JaaWzo/s1600/ponyo_06.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjCa5BsH8j2kZxDIxFu1FHJ7ZL2zW2KX0QHBOITjWCI1aPdaV6Tkpf3OAQkW0s-OPcuqVxqhYWT3CrgCd9xHI0QZs3oP6hpYqwl3mwrGBhN2Ydp1z9ffcg62TtwG4GPmdzVtVKuF2JaaWzo/s1600/ponyo_06.jpg" height="172" width="320" /></a></div>
<br />
Arkadaşlıkla ilgili görüşlerim ve kurallarım iyice şekillendi. Bu konuda her zaman biraz acımasız olmuşumdur zaten. O yüzden etrafımda "he" dememi bekleyen, başıma bir iş geldiğinde ya da çok mutlu olduğumda yanıma koşacak onlarca insan yok.<br />
<br />
Ben kendini anlatan insanları sevmiyorum. Kendini arkadaşlarına anlatan insanları hiç. Hiçbir şeyden şikayetçi olmayan insanlardan korkuyorum. Sağda solda mutluluk tablosu çizenlerden, sorunsuz ve huzurlu olduğunu göze sokanlardan da. Biraz benim karanlık bi' dünyam olduğu için belki; ama ben mutsuz, sorunlu, ağlayan insanları daha çok seviyorum. Çünkü biliyorum ki aklı olan herkes zaten mutsuz, en azından mertçe içini döken insanları seviyorum işte.<br />
<br />
Konserine kaç kişinin geldiğinden, yaptığı işten ne kadar prim aldığından, sonunda doğru insanla karşılaştığı için ne kadar düzgün bir ilişkisi olduğundan, babasının yazlık bahçesine kondurduğu çardaktan, geçen gün yeni taktırdığı jantlarından, bir haftada kaç kitap okuduğundan, Mango'daki elbiseleri beğenmeyişinden, son altı ayda kaç kızla "çıktığından" başka bir muhabbeti olmayan, içi bir şeyler için yanmayan, yandığını saklayan insanlardan uzak durmak en büyük hakkım. Şu yazdığım ve yazmadığım muhabbetlerin hepsinde bir hesap var; ve aileler bile arkadaşlıklardan daha fazla hesap kitap kaldırabilir bence.<br />
<br />
Başarlarını ve başarısızlıklarını görmeyi bence arkadaşlarına bırak. Bırak da "sen ne kadar çok kitap okuyorsun," desinler; bırak da "siz de Ahmet'le ne kadar yakıştınız birbirinize, ne güzel," desinler; bırak da senin kalçaların geniş, o eteği giymeseydin," falan desinler ya. Eğer kontrolü hep kendinde tutacaksan arkadaş senin için başarılarını çerçeveleyip üzerine çaktığın bir duvar mı olacak? Arkadaş, içine başarını, mutluluğunu kustuğun bir klozet mi olacak? Madem arkadaş kullanmak için var; o zaman dünyaya, sisteme, sevgiline, çocuğuna, kendine duyduğun nefreti, siniri, bulantıyı atmak için kullan onu.<br />
<br />
Ailene sakla bu başarı, huzur, keyif listelerini. Anneni arayıp "kocamla çok mutluyuz," de bak, nasıl mutlu olacak. Bayramlarda toplaştığınızda tüm ailene o sene aldığın primi anlat. Hepsi senin için ne kadar sevinecekler. Babana "bu maaşla geçinemiyorum ben" de bakalım, adamın gözüne uyku girecek mi aylarca, elinden hiçbir şey gelmiyorsa hele! Ailesiyle bu samimiyeti yakalayamayanların arkadaşlarına sardığını düşünüyorum işte.<br />
<br />
Ben senin arkadaşınsam, bırak da mutluluklarını ben keşfedip senin için sevineyim, "amma gösteriş budalası" deyip seni bi' tık aşağı almayayım kafamda. Bana yapamadıklarından, içini yiyen şeylerden bahset ki, ben de arkadaş olmanın keyfine varayım seni, gerçeğini dinlerken. Bırak, yardım edeyim, birlikte olalım. Kaç kişi var birlikte olduğun, saysana bana?<br />
<br />
Bilmiyorum be! O zaman kimse benimle konuşmasın, samimiyetsizliğiyle beni daraltmasın ya! Aman...fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2855565388908299687.post-89404501573520719192014-01-24T08:42:00.001+02:002014-01-24T08:42:39.192+02:00Rüya KulağıGülümseyerek uyuduğum zamanları biliyorum; ama kahkaha atarak uyandığım anlar nadirdir. Dün gece 22:17'de yatağa girip 22:30'da kahkaha atarak uyanıp şu notu yazmışım telefonuma:<br /><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiL75vd8aDUcNzWF9P0iZZqic9J0U18aI3RC1mdmmrM7VXA7iiLwc3DRShPFdFb2SyW20cv8AnoZsJQly-3kdUMIFnetgSg44z8Qf8rbgcM2c4UDd9FjLj1Tm3VdeB8q4hVxnWHsgo9JJDq/s1600/wp_ss_20140124_0001.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiL75vd8aDUcNzWF9P0iZZqic9J0U18aI3RC1mdmmrM7VXA7iiLwc3DRShPFdFb2SyW20cv8AnoZsJQly-3kdUMIFnetgSg44z8Qf8rbgcM2c4UDd9FjLj1Tm3VdeB8q4hVxnWHsgo9JJDq/s1600/wp_ss_20140124_0001.png" height="320" width="192" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Gerçekte neler olmuştu? </div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Birkaç gündür bir öyküde öldürmeye çalıştığım, ama bir türlü öldüremediğim, kıyamadığım ihtiyar bir adam var. Adamın hareketleri, lafları, bir damla teri bile beni öyle etkisi altına aldı ki acaba bu adam için bir öykü dosyası mı hazırlasam, diye bile düşünüyordum. Dün akşam dişlerimi sıkıp adamı suratından öldürdüm. Ertesi gün onu iki boyutlu hale gelinceye kadar ezmeyi planlayıp defteri kapattım. Benim için büyük bir yükten kurtuldum aslında. Çünkü adamı sırf öldürmek için yaratmaktan dolayı huzursuzum. Hak edip etmediğini tartmaya çalışıyorum. Neyse, bunlar benim saçma kurgu hayatımda yaşadığım boktan anlar. Sonunda öldü ve rahatladım, diye düşündüm.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Rüyada neler olmuştu?</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Uykuya dalıp rüyaya başlamam ve rüyayı bitirmem on üç dakikamı almış, bu biraz korkunç. Neyse... Rüyamda kalabalık bir yerdeydim. Gerçekte yarattığım ihtiyar karakter, rüyamda beni bu kalabalık içinde buldu ve bana doğru yaklaşırken herkese bağırmaya başladı: "Bu kız beni öldürmeye çalışıyor. Duydunuz mu? Beni öldürecekmiş, peh!" Sonra suratını suratımın dibine kadar getirdi ve; "Dur dur, rüya kulağına söylemiyim şimdi unutursun, uyuyan kulağına söyliyim," diyerek o anda uyuyan Simay'ın kulağına eğilip; "Sen beni öldüreceğini mi sandın?" diye bağırdı. Bu bağırma gerçekti, çünkü rüyadaki kulağımla değil, gerçek kulağımla duydum. Hatta biri kulağına yaklaşıp bir şey fısıldadığında kulağın ürperir ya, işte öyle huylandı kulağım ve bu yüzden gıdıklanıp kahkaha atarak uyandım.</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
Saçma paralel yaşamlarımla rahatsızlık verdiysem kusura bakma.</div>
fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2855565388908299687.post-67724646654627740912014-01-16T10:27:00.002+02:002014-01-16T10:27:40.978+02:00Işıkmış, Ölümmüş, Midedeki Asitmiş<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhimx6uoyaaC3WONTX4gXKwiqnIF-Q4-ccZwRL19iQsbWCPdFm_5csSIhnSCL-mNAfQsvE7MHqA7wlkZ9DDQVHvhJslXfXMJI3DWvH8-Wsp3zZsCnQnKVND_Jal5SHwjoH80Gj5Ue4FCHkT/s1600/0162_bd76.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhimx6uoyaaC3WONTX4gXKwiqnIF-Q4-ccZwRL19iQsbWCPdFm_5csSIhnSCL-mNAfQsvE7MHqA7wlkZ9DDQVHvhJslXfXMJI3DWvH8-Wsp3zZsCnQnKVND_Jal5SHwjoH80Gj5Ue4FCHkT/s1600/0162_bd76.jpeg" height="184" width="320" /></a></div>
<br />
Bir yakınını kaybetmiş birini gördüm. Birilerini kaybetmiş bir sürü insan gördüm aslında. Birini, varlığıyla beni her an silkeleyip, ölümüyle cıva dolu bir kazana atıp kapağını kapatacak birini henüz kaybetmedim. Buna hazır da değilim. Ölüme hazır olmayı hiçbir zaman da anlayamayacağım. Mümkünmüş gibi, kendini hazırlasan iyi olur, diyenlerin yüzüne ekşi ekşi bakmaya devam edeceğim.<br />
<br />
Kötü sonlu masal şuymuş;<br />
<br />
Hepimizin genlerinde anne ve babamızdan gelen küçük bir ışık varmış. Bu ıslak ışık doğduğumuz anda gözlerimizin bir köşesine yerleşirmiş. Aslında aile bağı denen şey bu varlığını çoğunlukla hissedemediğimiz ışıkmış; hem bu küçük bir gözyaşıymış. Bu aile bağı içindeki biri hiçbir şeyini almadan mezar denilen deliğe girerken geride kalanların gözünden bu ışığı söküp alırmış. Gözümüzden binlerce damla arasından bu damla da kayıp gidermiş ve gidenin ayak bileğine bağlı bir şekilde toprağa karışıp kururmuş. O kadar çok ağlarmışız ki, damlaları ayırt edemezmişiz, gittiğini görmezmişiz. Işık, gidende kalırmış. Gidenleri kupkuru gözlerimizde ışık içinde canlandırmamız da bundanmış.<br />
<br />
Ben bu ışığın sönüşünü gördüm birinin gözlerinde. Ölümün getirdiği o yutkunamama hissini gözle gördüm. "Canım yanıyor, tarifsiz bi' acı bu; bir parçamı alıp da gitti sanki," dediğinde o insanın ışığının çalındığını, ya da işte geri alındığını gördüm. Daha önce fark edemediğim o ışığı, sönüp gittiğinde anlayabildim. Mat renkli bir çift göz gördüm ve gerisine dayanamadım. Bir daha bakamadım. Bakabilecek kadar güçlü değilim. Çünkü ölümün, yakınımda ya da uzakta, bende yarattığı tek his korku ve hep öyle olacak. Ölüm karşısında yaptığım ve yapabileceğim tek şey gözlerimi sonuna kadar açıp dehşete düşmek olacak.<br />
<br />fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2855565388908299687.post-14692870690798888422014-01-10T08:56:00.000+02:002014-01-10T08:56:36.732+02:00Cinsiyetini Sadece Sevişirken Hatırlaman Dileğiyle<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhJF3kXk25d5yUCqDruVTKi-F76V2udqzJrnwdWOcV8FBLsk1odZtVemv7OFoyaYWSWlkROqID3RSUnmC1DpCluMR0F1S8i25p6osQAvS9S14o9U4f54ztfbvCZEvV1xpHmyDacRDg1azMg/s1600/Salvador%252BDali%252B5.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhJF3kXk25d5yUCqDruVTKi-F76V2udqzJrnwdWOcV8FBLsk1odZtVemv7OFoyaYWSWlkROqID3RSUnmC1DpCluMR0F1S8i25p6osQAvS9S14o9U4f54ztfbvCZEvV1xpHmyDacRDg1azMg/s1600/Salvador%252BDali%252B5.jpg" height="253" width="320" /></a><br /></div>
Kadın olmaktan çok sıkıldım, insan olmak istiyorum!<br />
<br />
Tek eksiği küçük bir çük olan kadın cinsiyle ne alıp veremediği var bu dünyanın? Tüm dünyanın? Bunu soracak durumda olmak bile benim içimi deşiyor. Kadın şöyle giyinmeli, kafasının şu kadarını örtmeli, bacaklarını göstermemeli, kendini teşhir etmemeli... Çok acımasızca değil mi? Her yaptığıyla bir kesimi tahrik edebilecek olan kadınları tahrik eden erkekler de yok mu? Kokusuyla, ense tıraşıyla, kıçını belli eden dar pantolonuyla... Bir ailenin de oğlunu giyimi kuşamı konusunda uyardığını görmedim, bir kişinin de erkek sevgilisini çok çekici diye eleştirdiğini ya da kıskandığını görmedim.<br />
<br />
Partilerin kadın kolları var mesela. Kadın kolu nedir? Bu ne biçim bi' küçümsemedir. Erkek kolları neden yoktur? Biz erkekler ciddi siyaset yaparken siz de bu odada kardeş kardeş oynayın işte, der gibi bir lütuf mudur bu kadın kolları zırvası? Şişli Belediye'sinin kadın çalışmaları yöneticisiyle yazışırken anladım bunun ne kadar zalimce olduğunu. Kadın, daha öncesinde çok çaresizmiş gibi belediyenin kadınlara sunduğu imkanlardan bahsetti bana. İyi de bunlar söz konusu olmamalı zaten, kadınları çalışmaya, üretmeye sevk etmek için böyle parlak hediye paketlerinde sunulmamalı imkanlar.<br />
<br />
Kadın haklarını koruma zırvaları... Siz böyle kurumlar kurarsanız bu toplum tabii ki kadın hakkı diye bir kavrama alışacaktır. Oysaki kadın hakkı diye bir şey olmamalı bence. İnsanların dünya üzerinde, toplum içinde yaşarken zaten belli hakları var. Neden ötekileştirmeye gidiyorsun da; "aa kadın haklarını ayrı korumalıyız, çok hassas," diyerek aslında yüceltmek istediğin kadınlığı yerin dibine sokuyorsun?<br />
<br />
Kadına şiddet var sonra. Yıllardır artık erkeğe yapılan kötü muamelelerin de gazetelerde ERKEĞE ŞİDDET başlığı altında yazılması gerektiğini savunuyorum. Kadına şiddet diye bir kavram yaratmasaydınız kadına şiddet bu kadar artar mıydı? Bunun kötü bir şey olduğunu bas bas bağırmasaydınız yapmak belki de kimsenin aklına gelmezdi. Bu haberleri "insanlık ayıbı" olarak sunsaydınız belki kötü insanları erkekliğiyle gururlandırmaz da insanlığından utandırırdınız, eh?<br />
<br />
Feminizm... Maskülenizm diye bir kavram olduğunu, var mı ki acaba, diye merak edip araştırdığımda az önce öğrendim. Genelde anti-feminizm olarak değerlendirilen bu olguyu neden bilmiyoruz, neden tartışmıyoruz? Neden maskülenizm savunucuları televizyon programlarına çıkmıyor, kitaplar yazmıyorlar mavi(!) kapaklı? Feminizmin kadın cinsiyetini hali hazırda aşağıda görüp olması gereken yere yükseltme çabasından ibaret olduğunu düşünüyorum. Kadın-erkek eşitliği isteyen feministlerin özellikle.<br />
<br />
Cinsiyetlerle derdiniz ne? Bunları bir kadınım diye yazmıyorum, bir erkeğim diye de yazmıyorum. Ben insan olmak istiyorum. Anketlerde kadınların yüzde bilmem kaçı şöyle erkeklerin yüzde bilmem kaçı böyle düşünüyor, gibi sonuçlar okumak istemiyorum. Kafamı, kıçımı nerede ne kadar açmam ya da kapatmam gerektiğinin söylenmesini istemiyorum. Çükümün olmadığını adım başı hissetmek istemiyorum. Kendimi bir ayıp gibi, günah gibi görmek istemiyorum<br />
<br />
Hani hepimiz ruhtuk, enerjiydik özümüzde? N'oldu, birden n'oldu da kadın olduk, erkek olduk, insanlığımızı, o rengarenk enerjimizi unuttuk? Pardon da, süper ruhlar olmak için ölmeyi bekleyecek kadar gerzek miyiz biz ya?fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-2855565388908299687.post-20508021667324643752013-12-18T08:43:00.000+02:002013-12-18T08:58:39.638+02:00Sonra Bana 'Zaman Yaratılabilen Bir Şeydir' DemelerSevdiğimiz insanlar bizi beş dakika bekletse çıldırıyoruz. 'Buna güven olmaz işte'ler, 'amma zaman kaybettik ha'lar, 'dondum'lar, 'piştim'ler, 'ıslandım'lar...<br />
<br />
Dün yağmur altında tam bir saat otobüs bekledikten sonra küçük bir hesap yaptım. Bu soktuğumun otobüsünü her gün sadece on iki dakika beklesem, ki çoğu zaman çok daha fazla oluyor, haftada bir saatim sadece otobüs bekleyerek geçiyor. Ayda dört saatim ve yılda kırk sekiz saatim gidiyor. Bir yılda bana kaybettirdiği iki kocaman gün. Hiç uyumadan kırk sekiz saat geçirmişsindir, ne kadar da uzun aslında, değil mi? Üstelik bu iki gün boyunca ha geldi, ha gelecek, diye gözümü yoldan ayırmıyorum. Ne kitap okuyabiliyorum, ne oyun oynayabiliyorum. Ne soğuktan ne sıcaktan, ne rüzgârdan ne de kardan kaçıp bir yerlere sığınabiliyorum. Yazık değil mi?<br />
<br />
Zaman bu kadar değerliyken bizi hiçe sayan sokuk sistemlere bu kadar sessiz boyun eğişimiz ne kadar ziyanlık değil mi? Her akşam kendime ayırabileceğim en az bir saat var, diye düşünüp bu saati kaldırımda boyun uzatarak geçirmek ne kadar "çirkin", değil mi? İçimde gürül gürül akan lavlar bir gün beni kanser ettiğinde mi hesap sorabileceğim peki?<br />
<br />
Sokayım!<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://images.sodahead.com/polls/000652833/polls_puke_5314_241310_answer_1_xlarge.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://images.sodahead.com/polls/000652833/polls_puke_5314_241310_answer_1_xlarge.jpeg" /></a></div>
<br />fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2855565388908299687.post-27375366400632017242013-11-06T08:37:00.002+02:002013-11-06T08:37:54.579+02:00Tanrıcılıksa Tanrıcılık Oynuyorum<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgpHhP3tuFnROLsS6B5F1UAqJbTLTZ0761vQ8iEsaMcLwH8z0tTxD4xmQfjgMLgD5wIpALR1QvS4tssL5-5hREu3tzSTAtK85t_gqPkWgDLz6NhnKjodvRU4XMZK6UoyzxDLG37HcvQh9Fm/s1600/get-attachmentaspx-2.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgpHhP3tuFnROLsS6B5F1UAqJbTLTZ0761vQ8iEsaMcLwH8z0tTxD4xmQfjgMLgD5wIpALR1QvS4tssL5-5hREu3tzSTAtK85t_gqPkWgDLz6NhnKjodvRU4XMZK6UoyzxDLG37HcvQh9Fm/s320/get-attachmentaspx-2.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
Küçüklüğümden beri -belki- yaşamı katlanılabilir hale getirmek ya da dünyayı birkaç saniyeliğine etrafımda döndürmek için yarattığım ve üzerime yapışan takıntılarım beni hasta etmiş olabilir. Bu hastalıktan ve olduğum kişiden kurtulmaya pek niyetim yok. Yeri geldiğinde hepinizi tek tek elleyeceğimi de bilgilerinize sunarım. Yakşamlar.fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2855565388908299687.post-12402704214569635572013-08-27T20:49:00.000+03:002013-08-27T20:49:04.276+03:00Deymeyen*<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjmwZFiIhJw7QnYqGIEPoI3E6LHrDeoxcMgwkwQeEOeRTDAAkltwpLV5PDoXIX9FZ-MLVvYh-Tim8u58V0wnS4Lwcf2y4G5kDMHhY27k72r1UqSuXVZXvdmTXJwriyGp03-FX2KcjMdtFSp/s1600/hhhhhhhhh.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;" urn=""><img border="0" height="172" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjmwZFiIhJw7QnYqGIEPoI3E6LHrDeoxcMgwkwQeEOeRTDAAkltwpLV5PDoXIX9FZ-MLVvYh-Tim8u58V0wnS4Lwcf2y4G5kDMHhY27k72r1UqSuXVZXvdmTXJwriyGp03-FX2KcjMdtFSp/s400/hhhhhhhhh.jpg" width="400" /></a></div>
Yerdeki kocaman yatağın üstüne yatıp "all through the day, i me mine i me mine i me mine, all through the night, i me mine i me mine i me mine" diye şarkı söylerdim. Kendimi, omuzlarımı düşünüp bunlardan daha önemli bir şey olamaz diyerek sımsıkı sarılır, yuvarlanarak şarkıma devam ederdim. Şimdiyse kendime değer biçmeye çalışmakla yoruluyorum. Değerli olduğumu ancak bir başkası hissettirebiliyor bana. Kendimi, omuzlarımı düşünüyorum ve hiçbir şeye değmeyeceğini, değmeyeceğimi anlıyorum. Sen anlamıyorsun, bu tamamen benimle ilgili bir şey. Ne yazık<br />
ki...fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2855565388908299687.post-62563600767970353682013-08-14T10:35:00.000+03:002013-08-14T10:36:26.590+03:00Oyun mu Sonu?Geçen senelerden birinde Haliç Üniversitesi'nde en çok sevdiğim oyunlardan birini, Oyun Sonu'nu izlemeye gitmiştim. Okurken çoğu zaman dudaklarımı büzüştüren ya da beni ağlatan bir oyun olduğu için de biraz heveslenmiştim insanların izleyecek olmasına. Sonra tiyatro-eşittir-komedi beyinli insanlar her lafa gülmeye başladılar. Benim zavallı karakterlerim varoluş savaşı verirken onlar yanlarındakilerin dizlerine vura vura, kafalarını koltuklara göme göme güldüler. Hayır, Türkçe'sini de okudum, gene komik değildi. Oyuncular vasattı, oyun güzel oynanmıyordu; gene de komik değildi işte.<br />
<br />
Oyun Sonu'na gülünmezdi, güldüler. Ben hem çok kötü ezberlenmiş sözlere hem de gülmeye kurulmuş bu robot izleyicinin yavşaklığına ağladım durdum o akşam. Bir daha asla çok sevdiğim oyunları izlemeyeceğim, deyip eve gittim.<br />
<br />
Mesela şuraya gülebilir misin?<br />
<br />
<b>One day you'll be blind like me. You'll be sitting here, a speck in the void, in the dark, forever, like me.(Pause.)One day you'll say to yourself, I'm tired, I'll sit down, and you'll go and sit down. Then you'll say, I'm hungry, I'll get up and get something to eat. But you won't get up. You'll say, I shouldn't have sat down, but since I have I'll sit on a little longer, then I'll get up and get something to eat. But you won't get up and you won't get anything to eat.(Pause.)You'll look at the wall a while, then you'll say, I'll close my eyes, perhaps have a little sleep, after that I'll feel better, and you'll close them. And when you open them again there'll be no wall any more.(Pause.)Infinite emptiness will be all around you, all the resurrected dead of all the ages wouldn't fill it, and there you'll be like a little bit of grit in the middle of the steppe.(Pause.)Yes, one day you'll know what it is, you'll be like me, except that you won't have anyone with you, because you won't have had pity on anyone and because there won't be anyone left to have pity on you.(Pause.)</b><br />
<br />
Tamam, çevirisi kötü, deyip dalga geçersin ama gülebilir misin buna?<br />
<br />
<b>Bir gün kör olacaksın. Benim gibi. Bir köşede oturuyor olacaksın, boşlukta kaybolmuş küçük bir leke. Karanlıkta kalacaksın, sonsuza dek. Benim gibi. Bir gün, yoruldum, oturayım deyip bir kenara oturacaksın. Sonra, acıktım diyeceksin, kalkıp yemek hazırlayayım. Ama ayağa kalkamayacaksın. Oturmakla hata ettim, diyeceksin. Ama madem ki oturdum, biraz daha oturayım, sonra kalkıp bir şeyler yerim, diyeceksin. Ama hiç kalkamayacaksın, bir şey de yiyemeyeceksin. Biraz duvara bakacaksın. Sonra gözlerimi kapayayım, diyeceksin, belki biraz uyusam daha iyi olur diyeceksin ve kapayacaksın. Açtığın zaman artık duvar olmayacak. Boşluğun sonsuzluğu çevreni saracak. Bütün çağların yeniden dirilen bütün ölüleri dolduramayacak o boşluğu. Bozkırın ortasında ufak bir çakıl taşı olacaksın. Evet, bir gün neyin ne olduğunu anlayacaksın. Benim gibi olacaksın. Yalnız senin kimsen olmayacak, çünkü sen kimseye acımamış olacaksın ve zaten acınacak kimse de kalmayacak...</b><br />
<b><br /></b>
Kahkaha attılar. Peki neden?<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEigWxSDWjVnnwx05Ic8OMg-BLfEaK_zYPu_TpZGFckmZAZLRvfRbUCYZ68p4yepnd5BgufLt9vdfeS5bpc0rxJE4aeHq3YO29fQAeB4V5LAwVhTwuZYkti5YKM9b7SiqA44HQOQelQS5-nE/s1600/oyunsonu3.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEigWxSDWjVnnwx05Ic8OMg-BLfEaK_zYPu_TpZGFckmZAZLRvfRbUCYZ68p4yepnd5BgufLt9vdfeS5bpc0rxJE4aeHq3YO29fQAeB4V5LAwVhTwuZYkti5YKM9b7SiqA44HQOQelQS5-nE/s320/oyunsonu3.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-size: xx-small;">(fişlemek gibi olmasın ama işte ana karakterleri oynayan başarısız oyuncular)</span></div>
<br />fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-2855565388908299687.post-58379960553550501352013-08-01T14:37:00.000+03:002013-08-01T14:37:43.285+03:00Bana Müdahale Edelim<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgOL7yF6sbVgBsPV7bCQ495Hbqnq4DqrDBIQw9orRk1oi0KnVfBBmELbjKzzpZ6UGM1ixQqIWDno3-XqdKB2urfJCwMHhyphenhyphenFJ16JAZ_mD_xRepmA-DpfnoHa1_UUFmeqfCr9Gl5I3u1hBwIp/s1600/Ghost-Girl.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgOL7yF6sbVgBsPV7bCQ495Hbqnq4DqrDBIQw9orRk1oi0KnVfBBmELbjKzzpZ6UGM1ixQqIWDno3-XqdKB2urfJCwMHhyphenhyphenFJ16JAZ_mD_xRepmA-DpfnoHa1_UUFmeqfCr9Gl5I3u1hBwIp/s1600/Ghost-Girl.png" /></a></div>
<br />
Vücudumdan ilk ayrılışım korkunç bir sinir kriziyle sonuçlanmıştı. İnsanın kendinin arkasından bakabilmesi, ilk seferinde dehşet verici bir şey çünkü. Ayna etkisi olmadan sırtını, saçının arkasını görebilmek; kendine dokunduğunda hem taciz edilme hem de birini taciz etme hissini aynı anda yaşamak, çok kolay özümsenecek bir şey değil haliyle. Dediğim gibi o şok, bende kendini bir sinir krizine dönüştürmüştü ve saatlerce kendime gelememiş; bir daha olmaması için dua edip durmuştum. Az önce çalışırken yine aynı şeyi yaşadım ve bu sefer vücuttan ayrılışımı saniye saniye hem gördüm hem hissettim. Dirseklerim titremeye başladı ve kimin yönettiğini bilmediğim kollarımı öne doğru uzattığımda küçük bir kız çocuğunun kollarına baktığımı hissettim. Yavaşça kafamın geriye gittiğini, elleriminse artık göremeyeceğim kadar uzaklaştığını gördüm. (Göz bozukluğumun göremememde etkisi olduğunu unutmayalım.) Açıkçası belden aşağısını gözlemleyemeyecek kadar şok içinde olduğumdan ellerime gülmekle yetindim. Kollarıma, iç taraftaki yeşil damarlara dokunup durdum. Sanki sadece parmaklar benim, dokunduğum her şey o diğer insanındı. Hayır, yalnızdım; yani en azından kimsenin dokunamayacağı uzaklıktaydım, diyelim. Hayır; bir ilaç kullanmıyorum; sabahtan beri sadece su ve çay içtim. Geri geldiğimde, kendime olan sevgim içimden her taştığında yaptığım gibi omzumu öptüm gene. Böyle korkunç bir şeyden zevk aldığım için biraz utanıyorum, doktor çağırın!fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2855565388908299687.post-51351241858550490952013-07-01T17:29:00.000+03:002013-07-01T17:31:11.510+03:00Siz Ne Anlatıyorsunuz Bu Tepemdeki Yapışa? O_O<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjBwCD-BxWp54JfBZi6A8mGNtRG3Zl3civp4GBy-e2ONvVzxDy8W1kOPF2ONL4gNNez5fCXI_fsyckUaX3nxyDPnZnMg7zMe9kpXHYYDWJeyjiFwyf01X1koGILJMa9pGqndog1eP_vZ19a/s590/experiment-cat-scientist.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="192" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjBwCD-BxWp54JfBZi6A8mGNtRG3Zl3civp4GBy-e2ONvVzxDy8W1kOPF2ONL4gNNez5fCXI_fsyckUaX3nxyDPnZnMg7zMe9kpXHYYDWJeyjiFwyf01X1koGILJMa9pGqndog1eP_vZ19a/s200/experiment-cat-scientist.jpeg" width="200" /></a></div>
Can'ın arkadaşlarıyla vakit geçirdikçe dünyayı çok önemli bir yer zannediyorum. Ortalıkta formüller, projeler, hoca isimleri, bütçeler, Avrupa Birliği, hiçbir zaman anlamayacağım deneyler falan uçuşuyor. Tüm bunlar konuşulurken gözlerimi bir yere sabitleyip, hayat bu kadar acımasız değil, değil mi, değil, değil mi diye sorguluyorum. Değil değil mi değil değil mi diye sordukça aradaki virgülleri kaldırıp soruma, cevabıma birlikte gülüyorum. Kendimle ve beni hiçbir zaman memnun edemeyecek yaşantımla dalga geçiyorum. Keşke tüm bu teknik (teknikten başka kelime bulamıyorum öf) kelimeler duyulurken benim kafamdan geçenler de bir şekilde kayda alınabilse. İşte o zaman ortamdaki konuşmalar çok daha eğlenceli bir diyaloğa dönüşebilir bence.<br />
<br />
İnsanlar var olmalarına müthiş bir sebep ve anlam bulmuş olacaklar ki; buna hiç değinmeden, buna hiç ağlamadan, ellerindeki işi nereye taşıyabileceklerini düşünüyorlar, iş için, iş zamanı dışında böylesi bir sorumluluk hissediyorlar. Herkesin ilgi alanları farklı olabilir, herkes harika şarkılar dinlerken halıya yatıp dönmekten hoşlanmıyor olabilir. Ancak benim karşı olduğum şey, bir insanın para kazandığı işten hoşlandığını söylemesi. Bence para kazanmak için yaptığın işten samimi bir şekilde hoşlanamazsın. Bana mümkün gelmiyor, bilmiyorum; en azından bu toplumda. Yaptığın işi, üzerinde çalıştığın projeyi bu kadar sahiplenemezsin, onunla yatıp kalkarsan, gerçek bir insanla yatıp kalkma ihtimalini düşürürsün herhalde.<br />
<br />
Can, en son kauçuktan yapılan araba lastiklerinin direncinden, bilmem neden yaptıkları silgiden falan bahsediyordu ki, dışarıya da saldım mı bilmiyorum ama içimden kocaman bir kahkaha patlattım. Üniversite yıllarına ait anılarının yüzde doksanını ödev, tez, proje, hoca, staj oluşturan insanların gerçek hayatla bir kez olsun göz kırpıştıklarına emin olamıyorum böyle muhabbetlerin ortasında. Sokayım silgine, bana sinirden kilometrelerce yürüdüğün bir günden falan bahsetsen ya biraz.<br />
<br />
Geçen gece içim dolmuş bi' şekilde söylenmeye başladım. Hayır, bütün bu projeleri yapıyorsunuz da n'oluyor? Bana faydası ne, diye çıldırdım. Elimdeki akıllı telefonla dalga geçti sonra Can. Yine de "insanlığın" "gelişmesinden" çok rahatsız olduğumu biliyorum. Bu güne bu şekilde gelinmişse abdal gibi dolanacak halim yok; ama buna ayak uydurmak da canımı sıkıyor işte. Sifon yokken de yaşıyordu insanlar, bilgisayar yokken de, senin ürettiğin araba lastiği yokken de; bilimi hiç sevmiyorum, dedim. O da insanlığın var oluşundan beri gümbür gümbür yaşayan sanata dil uzatmaya çalıştı; "Ama bilim olmasaydı sanat da..." dedi, susup güldü sonra. Güldük, bi' koca saç silkeledim hıh, diye, yattık.<br />
<br />
Biraz eğleniyor, dalga geçiyormuş gibi göründüğümün farkındayım; ancak anlamaya çalışmaktan çok saygı duyacağım bu konuşmaların beynimde ışıklı ve rengarenk pıtırıklar oluşturduğunu da bilmeni isterim.fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2855565388908299687.post-34677571857544374772013-06-11T15:24:00.001+03:002013-06-11T15:24:49.508+03:00Ben Muhtarlardan Başlıyorum, Sen?<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg6-UvxgbA2LvuG1jOPRiQ75GJxlj1MWDqg8YXZw0kTFNjHFDXQuAhq3AfxqFvVKO2rEBCbK0XM6sXlNxeiy5zwenBMM4c2I5-JeKnFU1ZD0C5Az8plouB-yoUqvfcTTK9IA3py_DthiHUg/s1600/tayyip_sinyal_zayif.gif" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="262" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg6-UvxgbA2LvuG1jOPRiQ75GJxlj1MWDqg8YXZw0kTFNjHFDXQuAhq3AfxqFvVKO2rEBCbK0XM6sXlNxeiy5zwenBMM4c2I5-JeKnFU1ZD0C5Az8plouB-yoUqvfcTTK9IA3py_DthiHUg/s320/tayyip_sinyal_zayif.gif" width="320" /></a></div>
<br />
Bütün gün Gezi Parkı’nda oturuyoruz. Gidemediğimizde twitter ve facebook’tan destek oluyoruz. Kitap götürüyoruz, yemek götürüyoruz. Çocuklar resim yapıyor, herkes şarkı söylüyor. Hepimiz öyle heyecanlıyız ki, şu kadarcık hayatımızda bu kadar coşkuyu, böylesi bir birliği hiç hissetmemişiz. Kendimizle gurur duyuyoruz bunun bir parçası olduğumuz için. Sadece park değiliz, İstanbul değiliz, Türkiye’nin her yeriyiz, dünyanın pek çok yeriyiz bugün. Bugün Türk kanalları hariç her kanalda biz varız. Erdo-gone’ın çöküşü var, halkın direnişi ve gücü var. Ancak...<br /><br />
Ancak bunları görmeyen binlerce insan var. Cahil, düşünmeyen, konuşmayan, okuyup tartışmayan insanlardan bahsetmiyorum bile. Görüp de sesini çıkarmayan, kendi çıkarı için susan, badem bıyığın altından çıkan her lafı körü körüne ezberleyip, uğruna yaşanacak olgu olarak gören insanlardan bahsetmiyorum. İşin zor yanı bu kısımları eğitebilmek zaten. Ben daha kolay bir şeyi yapmak istiyorum.<br /><br />
Günlerdir aklımızda bir soru var; bu medya, bu hükûmet bu kadar alçaksa; biz şimdiye dek içinde bulunmadığımız her şeyi yanlış mı öğrendik? İşte bundan çok utanıyorum. Aptal yerine konduğum, kandırıldığım ve bir diktatörün yükselişini desteklediğim için çok utanıyorum. Bunları görmeyen insanlar dedim. Evinde internet, televizyon, akıllı telefon olmayan insanlar. Sabahları güp güp yediğimiz domatesi üreten çiftçi, hayatı pahasına gece gündüz geceyi yaşayan maden işçisi, rüyalarında bile iş makinelerini gören fabrika işçisi, okula gidemediği için on yaşında kağıt toplamaya başlayan genç, küçük hapishane kasabasına göç etmiş fahişe... Binlerce insan on beş gündür bu ülkede neler olup bittiğini bilmiyor. Binlercesi de badem bıyığın hipnozu altında.<br /><br />
Ölmüş yakınları için zorla oy kullandırılan bu halk, gerçek halk da biraz uyanmalı artık. Bence şimdi bize düşen, kendi etrafımızdaki insanlarla kucaklaşıp zaferi kutlamayı bir kenara bırakıp bu insanları bilgilendirmek olmalı. Atatürk bunu yıllar önce şehir şehir dolaşarak yaptı. Biz de bunu hiçbir siyasi oluşuma bağlı olmadan, samimi duygularımızla yapabiliriz. Bilmeyen insanlara, baskıcı olmadan, dünyada, ülkelerinde gerçekten neler olduğunu göstermek o kadar zor değil.<br /><br />
Bunu yaparken Türk insanının uzun yazılar okumaktan çok hoşlanmadığını unutmayalım.<br />
<div>
<br /></div>
fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2855565388908299687.post-84583488225606531232013-06-03T19:18:00.000+03:002013-06-03T19:18:55.960+03:00"Defolup gidiyoruz, ülkenizi tepe tepe kullanın!" DE!<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjJeYAXJS5lfOYALMfSZTzVZCrBFbNQTkZuxFLtq-1n2Cali7prmS4OUDB438sK9VwHPrXlLGmvEuMLujw-F2er2Rr1yAZbx3LT-hZ9bHvv_xMaf5q9-Oc1yOKw9SdQPnfT9iYdOMUE7x4G/s1600/BL2Kg-zCUAEf452.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="300" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjJeYAXJS5lfOYALMfSZTzVZCrBFbNQTkZuxFLtq-1n2Cali7prmS4OUDB438sK9VwHPrXlLGmvEuMLujw-F2er2Rr1yAZbx3LT-hZ9bHvv_xMaf5q9-Oc1yOKw9SdQPnfT9iYdOMUE7x4G/s400/BL2Kg-zCUAEf452.jpg" width="400" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-size: x-small;">(fotoğrafa ikinci defa ancak buraya koymak için bakabildim)</span></div>
<br />
Biri duysun artık, YETER!<br />
Bugün tüm bu yaşananların ağrısı artık başıma, gözüme ve kulağıma vurduğu için direnişe ara verip kendimi dinlendirmek için eve gelmeye karar verdim. Otobüsteyken Twitter'dan gördüğüm bu fotoğrafla kanım beynime sıçradı ve bağırmaya başladım, etrafımdaki herkese bağırdım. Yeter, yeter Allah'ın belaları! Ağlama krizim hâlâ geçmedi, filmlerdeki genç kızlar gibi yatakta dövünerek ağlıyorum. Ben bu kadarına dayanamıyorum.<br />
<br />
İdeolojiymiş, CHP'ymiş, MHP'ymiş, camiymiş, AVM'ymiş, alkolmüş, ağaçmış, otmuş, bokmuş artık yeter! N'olursa olsun, bu vahşet dursun! Bu fotoğrafı genç, yaşlı herkes görsün, yerli, yabancı herkes bilsin bu gerçeği! Her yeri mosmor olan genç kadınlar, acımasızca su sıkılan liseli kızlar, öldürülüp bir köşeye atılan adamlar ve şimdiye kadar duyduğumuz ama bu kadar net göremediğimiz gözü çıkan insanlar. Biz hepsiyiz. Hiç birimiz de bir parti mensubu değiliz. Burada özgürlüğün savaşını oturarak, şarkı söyleyerek, ağaçlara sarılarak vermeye çalışırken bu terör de nesi?<br />
<br />
Başbakanı aptal aptal konuşmaktan vazgeçmeye, o kafasını iki elinin arasına beş dakika alıp idrak etmeye çalışmaya; Cumhurbaşkanını da bu ülkeyi iç ya da dış düşmanlardan koruyacak baş komutanlık görevini hatırlamaya davet ediyorum. Boş konuşmak bir yere kadar. Diktatörlüğünüze bir son verin ve o iki cümlede bir andığınız Allah'ınızın aşkına, o okuduğunuzdan bile emin olamadığım Kur'an'da yazan iyilik, hoşgörülülük, alçakgönüllülük erdemlerine sahip olmadığınızı anlayarak; "Defolup gidiyoruz, ülkenizi tepe tepe kullanın!" diyerek Fettullah Gülen'in misafir odasına taşının. Ecdadınızı da alın gidin, çünkü benim gibi bir insanı bile bu kadar sinirlendirip üzebiliyorsanız sizinle beraber elinizin değdiği her şeyi yakıp yıkmaya hazır bir halk var burada artık!fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2855565388908299687.post-51610348893539028982013-05-24T16:16:00.000+03:002013-05-24T16:20:01.524+03:00Her Gün Son Günmüş Gibi<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiB8gd1U6gmm0uV_CFOWDIrzInG1U2Huw623MnjsqQWnt6sar-0H4yKd102IphXd1_NxygihAsi79Mc7Cjrsu4v6qpbmUd9vDB7EWgnNnLiivHb5PBZ32evp-mkFlD_Z_NaNWVdqhLfJDRs/s1600/persepolis.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiB8gd1U6gmm0uV_CFOWDIrzInG1U2Huw623MnjsqQWnt6sar-0H4yKd102IphXd1_NxygihAsi79Mc7Cjrsu4v6qpbmUd9vDB7EWgnNnLiivHb5PBZ32evp-mkFlD_Z_NaNWVdqhLfJDRs/s1600/persepolis.jpg" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
Aralık 2005, son final, sanırım Mitoloji sınavı. Geceden buzlandırıp okula getirdiğim vodka-şeftaliyle kutlama yaptım kendime Hergele'de. O zamanlar yarını düşünmüyorduk. Bu günlerin geleceğinden hiç haberimiz yoktu. Bu düzen böyle gidecek sandık. Hep özgür kalırız... Şimdi fakültesine giren insanların çantasında sandviç ve ayran var diye suç duyurusunda bulunuluyor.<br />
<br />
Bi’ gün, “Anne, gerçekten mi? Sen de mi içki içebiliyordun?” diye bir soru duyacağımı düşünüyorum. Düşünüyorum; Can, "Osmanbey’den geçerken seni alırım", diyecek ama beni tanıyıp yanıma yanaşması için gözlerimin içine bakması gerekecek. Dur ya, tek başıma sokakta ne işim var ki!<br />
<br />
Bir kesimin inançlarını rencide edecek sözler söyleyenleri hapse atıyorlar ya bu ara; bizim özgürlüğe olan inancımızı baltalayan bu insanlar neden hâlâ asılmıyor? Şikayet edecek bir tarafımız yok çünkü. “Sen sus, sen kadınsın!” diyen hakimler mi yargılayacak bu insanları?<br />
<br />
Şimdi, her günü son günmüş gibi mi yaşamalıyız yani? Tek bileğine takıldı diye şu kelepçeyi lütfen aksesuar sanma artık!fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2855565388908299687.post-15489512350154787822013-05-22T09:42:00.001+03:002013-05-22T09:45:38.419+03:00Bir Ego Gıdası Olarak Düğün<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhQeODiUuBs5zTFMMgQcCggHjstz2pTT9lkRovY8UDcHCs7-XpIZwSVLQI3rsTcPy5-R1n3osACAz1WW9mBnaNtLvj3jqnonslB08GvkvTaYI36GbrogfTEp-ed3AfhL_0ibWisueYflUl8/s1600/971304_10151917803939688_454899191_n.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="167" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhQeODiUuBs5zTFMMgQcCggHjstz2pTT9lkRovY8UDcHCs7-XpIZwSVLQI3rsTcPy5-R1n3osACAz1WW9mBnaNtLvj3jqnonslB08GvkvTaYI36GbrogfTEp-ed3AfhL_0ibWisueYflUl8/s320/971304_10151917803939688_454899191_n.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
On dokuz yaşımdayken bana "evleneceksin" deseler takla ata ata gülerdim, gerçek takla, düz ve ters. Çünkü evlilik benim için yasal seksten öte bir şey değildi ve aksi kafam bu gibi şeyleri hep yasalara boyun eğmek olarak görürdü; ben o hiç sevmediğim devlet ve ahlâk kurallarına boyun eğerek asla yaşamayacaktım.<br />
<br />
Bunları kesinlikle görüşümün değiştiğini belirtmek için yazmıyorum. Sadece takla atarak gülmüyorum şimdi. Evlenerek yaptığım şeyin tüm bunlara boyun eğmek olduğunu hâlâ düşünüyorum. Çok açık konuşmak gerekirse ben o imzayı anne ve babam huzurlu olsun diye attım, yoksa o koca defterde sadece isimlerimiz vardı, birbirimize verdiğimiz hiçbir söz yoktu. Dürüst, saygılı, hoşgörülü olacağım, yazmıyordu. Seni çok seviyorum, bile yazmıyordu. Ulan Can, beni aldatırsan seni öldürürüm, gibi bi' ifade de yoktu. Zaten o yüzden Hristiyan törenlerini daha çok seviyorum. En azından iki kelam edip birbirlerine tutabileceklerini düşündükleri sözleri veriyorlar.<br />
<br />
Neyse, şimdilik evli olmanın bana bir getirisini görmedim. Biz zaten birlikteydik, bi' evimiz vardı, her sabah 6:15'te uyanıp kahvaltı ediyorduk. Hafta sonu yemek listesi ve alışveriş yapıyorduk, falan filan. Değişen bir şey yok. Ancak düğün konusunda aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Sırf düğün ve nikah töreninde başrol olunabilmesi için bile homoseksüel evliliğin de yasal olması şart. Bunu herkes bir kere de olsa yaşamalı.<br />
<br />
Haftalarca kendinizi bok gibi hissediyorsunuz. Bu masaya kimi oturtsam? Acaba Himmet Abi gelecek mi? Nikah şekerleri yetişecek mi? Bu gelinlik çok mu dar oldu, içine girebilecek miyim? Masalara kuşlu şamdan mı koysak, yoksa simli mi? Kuzu mu olsun, dana mı? Milletin ağzının kenarına bulaşacak yemekleri sileceği peçeteleri bile düşünüyorsunuz. Bütün bunlar beraberinde tek bir soru getiriyor: <b>Değer mi?</b> Rüyalarınızda bile bu sorudan kurtulamıyorsunuz. Cevabı belli, değer; çünkü...<br />
<br />
O gün geliyor. Hiç heyecanlanamıyorsunuz, çünkü gerçekten yorgunsunuz. Kuaförde saçınız çekiştirilirken uyukluyorsunuz. Tüm işlemler bitip de o gelinliği giydiğinizde dünya tersine dönüyor. Gerçekten başka bir boyutta, herkesin sevecen ve iyi yürekli olduğu bir paralel evrende süzülmeye başlıyorsunuz.<br />
<br />
Tüm gün egonuzu müthiş yemeklerle besliyorsunuz. Ne kadar güzel olmuşsun! Ah yavrum, su gibisin! Yalnız, gördüğüm en güzel gelin sensin! Gelinliğin de bir harika! Gözlerin ne kadar güzel! Ama baksana Simay, bebek gibi olmuşsun! Ayy, ne çok yakışmışsınız! Çok tatlı bir çift olmuşsunuz! ... Sonu yok, gerçekten, herkesten ayrılıp ayna başında kafanızdaki yüz bin tane tokayı çıkarmaya başlayana kadar ucu bucağı yok iltifatların.<br />
<br />
Gecenin sonunda bir an normal halim çok mu çirkin acaba diye düşünüyorsunuz; ama bu iltifat yemekleri egonuzu o kadar çok şişirmiş oluyor ki, ay gerçekten de çok güzelim, deyip saç sallıyorsunuz bu düşünceye de.<br />
<br />
Bi' de biz kadınlar tatile gidince ortalığı kolaçan edip benden güzeli var mı, diye endişeleniriz. Hatta bazen havlumuzu yaşlı, çirkin, şişman, selülitli kadınların yanına sereriz ki kendimizi daha iyi hissedelim. İşte düğünde depolanan bu iltifatlar burada işe yarıyor. Yola o kadar büyük bir özgüvenle çıkıyorsunuz ki tatilin en azından ilk üç günü hiç böyle endişeleriniz olmuyor. Zaten dünyanın en güzeli sizsiniz! Bunun adı da balayı!<br />
<br />
Mutuluklar canım. Değermiş.fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-2855565388908299687.post-82740301713925491102013-04-12T14:15:00.001+03:002013-04-12T14:19:37.514+03:00Terim Suratım Yesin SeniBu sabah bir arkadaşımın Facebook
iletisiyle uyandım. “Yataktan Avrupa Ligi'nde yarı finalist olarak kalkmak
muazzam bir duygu :)” En ilgi çekici olan buydu, ana sayfada aşağılara indikçe
Cuma sevinci bile söndü içimde. Bu arkadaşımı ya da arkadaşlarımı yermek değil
amacım, sadece anlamıyorum. Bundan sonrasında sözüm meclisten dışarı; ama
insanlar çok yakın arkadaşlarının başarılarına, mutluluklarına bu kadar içten sevinmiyorken
bir takımın başarısıyla nasıl mutlu uyanabiliyor, başarısızlığıyla nasıl
böylesi üzgün yatabiliyor, sormadan edemiyorum.<br />
<br />
İnsan ilişkileri çok düzgün olsaydı dünyada, belki de bunu anlayabilirdim. Düzgün insan ilişkisi nedir, bilmeyecek kadar
deneyimsiziz bu konuda zaten, sadece arayışındayız. Ancak içten içe
birbirlerini kıskanan insanların “dost” diye birbirlerine sarıldığını gördükçe,
futbol takımlarına olan bu fanatiklik, sanki kendininmişçesine sevinme ve bu
coşku bana boş geliyor. Yok, aslında boştan daha öte bir zarf olmalı burada.
Balon gibi desem onun bile bir varlığı var. Nasıl bir zarf, bulamadım. Bu
hissiyat için bir kelime dahi bulamayacak kadar alıştırmışız kendimizi.<br />
<br />
Bir futbol takımının yarısı bile olmaya
razı oluyor insan bu durumda. Belki her uyandığında değil de, belki durduk yere
“kanım Simay renginde akıyor,” dedirtecek kadar değil de, en azından gördüğünde
“ah ne güzel arkadaşım var” diyebilen arkadaşlar olsa. Öylece havaya karışan
sevinçlerimizin yarısını başkalarının sevinçlerinden dolaylı yaşasak.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEihu_HMOnwrq55P_S_AMrqX6y2zO3zhSYbtlCEHrJzvt6lmYx-UOMlvrOsqFgx6psQgWOzqbcXNmChB1kvxYxzsBxJuF5sg2lNkkS5TLqkWcsFxrMeTqwTQleH1z5EOPkaIfKxyRtaMxM_1/s1600/swap_20130412102601_jpg.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="182" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEihu_HMOnwrq55P_S_AMrqX6y2zO3zhSYbtlCEHrJzvt6lmYx-UOMlvrOsqFgx6psQgWOzqbcXNmChB1kvxYxzsBxJuF5sg2lNkkS5TLqkWcsFxrMeTqwTQleH1z5EOPkaIfKxyRtaMxM_1/s200/swap_20130412102601_jpg.jpg" width="200" /></a></div>
fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2855565388908299687.post-14513778863988388662013-03-28T09:28:00.000+02:002013-03-28T09:30:59.984+02:00Yağmurlu Havada Gökyüzünde Bir Görünüp Bir Kaybolan Bir Helikopterim Bence Bugün<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgwmUaVeAUdOSbvwQOwztORUvqx4acMaGAW9AmpoLQbYgLb7L0d6IOeyJeItyYmQLa-brN8yat165KfyC4MdAP3YP4oBqUuoCUjxTkPMENfW8_zKUHpMO03pJl4rmugJGWKYis55eUpr09H/s1600/108613877_1937-salvador-dali-art-surrealism-painting-repo-11-x19-.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="261" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgwmUaVeAUdOSbvwQOwztORUvqx4acMaGAW9AmpoLQbYgLb7L0d6IOeyJeItyYmQLa-brN8yat165KfyC4MdAP3YP4oBqUuoCUjxTkPMENfW8_zKUHpMO03pJl4rmugJGWKYis55eUpr09H/s400/108613877_1937-salvador-dali-art-surrealism-painting-repo-11-x19-.jpg" width="400" /></a></div>
Kan isteyenler, trombosit isteyenler, ilik isteyenler, böbrek isteyenler... Bitmiyor, bitmeyecek de. Dünyada yeterince hastalık ve ölüm varken bir de salaklıkla uğraşıyoruz ama biz. Hem de kaderle ya da şansla değil, tercihle gelen salaklıkla. Bazen sırf yaşadığımız için duymamız gereken üzüntü ve endişeyi, insanların, hepimizin şımarıklıkları için duyuyoruz. Her gün, hatta her an birilerinin değer verdiği birileri yok oluyor. Toprağın altına gömülüyor, yakılıp havaya denize karıştırılıyor, kimisi de siyah kocaman poşetler içinde şehrin dışındaki kocaman çöp yığınlarının arasına karışıp çürütülüyor. Bahsettiklerim insan, biziz. Bunların olduğunu ve olmaya devam edeceğini sürekli unutup düşüncesizlik denizinde son moda mayolarımızla yüzmeye devam ediyoruz. Paramparça oluyorum kim bizi böyle kör etti, diye düşünmekten. Söyle lütfen. Söyle de tuttuğum çişimi bırakayım gitsin üzerine.<br />
<br />
O "basit, gösterişsiz yaşam" tanımıyla yaşadığın; ama üzerinden oluk oluk merak ve özentilik akan hayatını kısık bakışların, büyük sözlerin ya da sopa yutmuş duruşların asla saklamıyor. Şu soktuğumun dünyasında otuz yıl geçirip hâlâ ellerini nereye koyacağını bilemediğinden başkalarının hayatlarına sokuyorsun ya; işemek istiyorum üzerine, buzlarını eritmek, yanan yerlerini söndürmek için.<br />
<br />
Kafanı bir öğlen yemeğinde durduk yere ellerinin arasına aldığında, içindeki o kocaman yapış yapış kıvrımlı etin aslında böyle olmaman için vücuduna sokuşturulmuş olduğunu hatırlıyor musun? Şükür ya da teşekkür, hiç ediyor musun? Canım, keşke ölecek kadar şanslı olsan ve canı yanan insanların, hayvanların acılarını bir kere bile hissedemeden defolup gitsen. Yapabilenlere, yaşayabilenlere biraz daha yaşam alanı bıraksan; biliyorsun, çok kalabalık.<br />
<br />
Ben mi? Seninle aynıyım elbette. Elbette kahretsin.<br />
<br />fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2855565388908299687.post-31224279746592343442013-02-13T18:04:00.001+02:002013-02-13T18:09:10.217+02:00Ayların Ruh Raporu Bu Belki<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="344" src="http://www.youtube.com/embed/hbFX3NhS3AE" width="459"></iframe><br />
<br />
<br />
Hepsi kendimi çok çirkin hissetmemle başladı. Temmuz, Ağustos, her neyse işte.<br />
<br />
İşten ayrılmamla da taşınmamız bir oldu. Yeni ev, yeni eşya, yeni düzen, yeni bir semt, yeni alışkanlıklar ve tabii ki yeni rutinler. Bazen sıkıntıdan çocuk gibi ağlatan, bazen de, neyse ki oradalar, deyip huzur veren aptal rutinler... İki aylık topuklu ayakkabı üzerinde iş arama süreci. Sorgulama üzerine sorgulama. Beni işe alacak bu insanlar neden ayakkabılarıma ya da ceketime baksın ki? Bu görüşme yaptığım adamların benden farkı ne esasında? Yine mi tost her sabah? Her akşam saat beşte mutfağa sürüne sürüne giden ayaklarım ve yarım açık gözlerimle yaptığım yemekler. Akşamları "dizi keyfi"... Sonra hiç de sevinmeden bir işe başlamam...<br />
<br />
Her sabah Davutpaşa'ya giderken, dönüşte ne kadar üzüleceğimi düşündüm ve tabii ki tüm gün bunu kafamdan asla atamadım. Göreceli olarak eğlenceli insanlar çevremdeyken sürekli kulaklık takıp kendi dünyama gömülmek istedim. Sonu isyan, ben gidiyorum, bu kadar da değersiz değilim, diye yakınmalar... Bir şans daha sana Simay. Al bak, burası evine daha yakın. Sana bir şans daha asıl. Al, şansımı kullanıyorum. (Çünkü bok var.) Her gün işsizken evde gerçekleştirdiğim rutinlerim daha mı iyiydi, diye sorguluyorum tuvalete kapanıp kusmaya çalışırken. İnsanların, her gün anlamsız alkış tutan bu insanların coşkusuna neden sahip olamıyorum? Neden bana da bulaşmıyor kös kös oturdukça?<br />
<br />
Daha çok gencim diyebileceğim bir yaşta neden böylesi bitkin hissediyorum? Yalan etrafımı neden sarıp duruyor böyle? Kimin maskesi var, yoksa herkesin mi var?<br />
<br />
Bazen müziğime ritim tutuyor ayağım ve fark edip seviniyorum. Bugün çok güzel bir şey oldu, diye annemi arayıp anlatasım geliyor. Telefonum çekmiyor. Neyse...<br />
<br />
Somurtuyorum burada, tüm gün. Benim maskem de bu belki. Taa ki eve koşup Can'ın boynunda yüzümü tekrar yumuşatana kadar somurtuyorum. Başlarda her gün ağladım, fayda bekleyerek değil ama. Şimdi susuyorum. Çok istiyorum ama; bir gün tüm cesaretimi toplayıp çığlık çığlığa koşmaya başlamayı çok istiyorum. Buradan; bu okumayan, duymayan, bakmayan insanların arasından. İşine, iş yerine ve iş yerindeki insanlara bu kadar duygusal yaklaşan kim var burada? Boşver, yalnızsam da yalnızım; bu çok zaman önceydi.<br />
<br />
Gurur yapıp hiç kimsenin maddi desteğini almadan bomboş bir evi doldurmak, aynı zamanda da hayâl ettiklerini gerçekleştirmek oldukça zor. Bunun için biraz küçüğüm belki de hâlâ. Neyse pişman değilim, ama hırpalandığım doğru. Parası olsa da her gün internetten hesaplarını kontrol eden bir ahmağa dönüştüm bir süredir. (Gelinlikler yanmalı!) Hepsi üst üste geldi derler ya, biraz öyle gerçekten, abartısız haliyle.<br />
<br />
Bazı insanlarla çok iyi anlaşırsınız, kimilerini çok seversiniz, kimileriyle de birbirinize benzersiniz. Arkadaş, dost, yoldaş vs... Kafamdaki düşüncelerin bir yansımasını kendi kafasında taşıyan bir arkadaşım vardı benim de, kaybettim. Hayır, yanlış kelime. Sadece gitti, öylece. Bu da biraz ağır geliyor bu dönemde. Ağırdan çok saçma geliyor aslında. Çocukça ve de telaşlı; ve bu yüzden de anlamsız. Yanımda çok fazla insan tutmamaya karar verdiğimden beri yanımdakiler için çabaladım; ancak bazen "ama yuh!" diyerek durduğum anlar da oldu. Bu da ona benzer bi' şeydi sanırım.<br />
<br />
Böyle depresif bir dönemde şarkıdaki gibi "mutsuzum ama keyfim yerinde" dedirtecek anlar da oluyor elbet; ama depresyon insanı bu, kafasında bunları tutacak değil ya sürekli. :)<br />
<br />
Bugün öğlen iğrenç bir yemek yedikten sonra mideme yine sancılar girdi ve "oradaysan yardım et artık!" diyerek kendimi dışarı attım. Kendimi bir anda Şişli'de buldum, kafamdan geçen binlerce düşünceyle ve tabii ki onları kaplayan kocaman bir hiçle bu defa kendime, "Ayol n'apmışım ben?" diye sorup ayaklarıma baktım ve onları geri çevirdim. Dönüş yolunda kendime gündüzün ortasında aydınlık bir nokta aradım ve her günün sonunda hatırlattığım şeyleri sundum kendime.<br />
<br />
Bu, kelimenin tam anlamıyla "manyak" hayata tutunmamı sağlayan şeyler; her sabah metro istasyonunda kırk dakika oturup kitap okumak, sabah işe geldiğimde ortalık, PowerTürk dinleyip şarkılara topluca eşlik eden insanlarla dolmadan önce yarım saat kadar ufaktan bir şeyler yazabilmek ve eve döndüğümde o beyaz, uzun boyuna suratımı yapıştırmak. Yoksa her an, uykumda bile geçen her an ağlamaya hazır koskocaman gözlerimi tutmakla geçiyor. Bu kadar mânâsız bir hayat yaşıyorken, yapabileceğimden fazlasını yapıyormuşum gibi geliyor ve bununla avunuyorum işte.<br />
<br />
Hadi şarkıyı dinleyelim canım.fgfghttp://www.blogger.com/profile/01000107290026362271noreply@blogger.com1