Pages

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Babalar, Oğullar Hep


Tarih: 19 Nisan 2010
Yer: Fındıklı'da bir çay bahçesi
O gün de kışın omuzlarıma yüklediği acı, sıkıntı ve depresyonu denize dökme günlerimden biriydi. Tek başıma çay içip tost yiyordum. Bir yandan da Beckett'in Molloy'unun son sayfalarını çeviriyordum. Oğlu tarafından terk edilen-aslında buna tam terk etmek denmez de neyse- bir babanın yaralı ve tek başına evine dönüş çabası vardı. Ama ben satırlarda bir babayı değil, kafasındaki harika düşünceler ve dilindeki harika sözlere o yaralı adamı, belki de Beckett'i izliyordum.

Rutinimi bu şekilde gerçekleştiriyordum. Birkaç gün acı çekip, ağlayıp, inanılmaz kötü düşüncelerle dolup sonrasında bunları Kabataş'tan denize dökmek rutinini. Çok yalnız olduğum bir dönemdi ve artık yalnızlığımı sevmeye çalışıyordum.

Romanın akışkanlığından saçlarımı savurup yüzümü açmaya çalıştığım bir anda onları gördüm. Bir baba ve oğlu el ele yürüyorlardı. Oğul spastikti; garip sesler çıkarıyor, salyalarına hakim olamıyor ve gidecekleri yönün tersine gitmeye çalışıyordu; denize yakın olmaya çalışıyordu belki. Belki onun da denize boşaltacakları vardı. Tam olarak kavrayamadığı, kendinde hissedemeyip başkalarında görebildiği ama bunu bile ifade edemediği bir hayat vardı onun için boşaltacak. Babasıysa elinde bir mendil oğlunun ağzını siliyor, denizden uzakta durması için onu sürekli uyarıyor ve elinden çekiyordu.

O kadar mutlu ve huzurluydular ki kendimden utandım ve ağlamaya başladım. Zaten ağlamak benim için hiç zor bir şey değil artık. Çocuğa acımadım hiç, çünkü öyle mutluydu ki, deniz onu öyle heyecanlandırıyordu ki yerinde duramıyordu. Babasına ve kendime üzüldüm daha çok. Adam her şeyin bilincinde, kim bilir ne üzüntüler çekerek yıllarını o çocuğun huzuru için adadı, kim bilir nelerden vazgeçti ya da nelere göğüs gerdi. Şimdi de belki hala içi yana yana o çocuğun elinden sımsıkı tutuyor ve gülümsüyor. Bense dünyanın dönüşüne kendini kaptırmış bir ahmak olduğum için ağladım kendime. Demli bir çay söyledim, acı acı içtim ceza olsun diye. Ve "denizi bari bugün kirletme!" diye kendi kendimi engelledim, içime üzüntümü atıp oradan uzaklaştım.


Tarih: 29 Temmuz 2010
Yer: Beşiktaş-Kadıköy vapuru
Yalnızlığımdan ve eve kapanışımdan sıkıldığım, yine de kendimi aynı yalnızlığımda zorla karşıya geçirdiğim bir gündü. Yanımda kitap da yoktu PSP de. Tek seçeneğim telefondan müzik dnlemekti, vapur yolculuğu kesinlikle daha fazlasını hak ediyor ama napalım.

Karşıma elinde valiziyle orta yaşlı bir adam ve benim yaşlarımdaki oğlu oturdu. Hangisi nereye gidiyordu ya da nereden geliyordu bilmiyorum. Bu konuyla ilgili kafamda çok fazla hikaye kurdum zaten de anlatmayacağım. Onları izledim. Çok garip bir ilişkileri vardı. Otururken çocuk babasına "burası olur mu?" diye sordu ve bunun dışında hiç konuşmadılar. Arada birbirlerine bakıp gülüyorlardı. Beni 3 ay önceki diğer olaya götürense çocuğun babasına sakız uzatması oldu. Tek başınaydı, hürdü ve sakızı vardı. Babasının elini tutmak zorunda değildi. Ağzından akan salyaları temizlemesi için babasına ihtiyacı yoktu, güneş gözlüklerini havalı bir şekilde taktı ve babasına sakız uzattı.

Adam bir tane aldı sakızdan. Paketini açmaya çalıştı. Sıcaktan sakız erimiş kağıdına yapışmıştı. Çocuk babasının paketi açmasına yardım etti. Sakızı paketten kurtarınca da hafif gülümseyip yine kendi dünyasına döndü. Adam sakızı ağzına attı. Bir yandan sakız çiğniyor diğer yandan ellerine yapışan kağıtları çıkarmaya çalışıyordu. Bunun için de oğlu yardımcı olacak değildi, temizlerdi.

Hiç konuşmadılar. Çocuk denizden heyecanlanmadı, denize bakmadı bile. Nereye baktı bilmiyorum gözlüklerinden göremedim, ama denize bakmadığından emindim. Adamsa cep telefonunu karıştırmaya başladı. Orta yaşlıların parmak hareketleriyle yavaş yavaş bir şeylere basıyordu telefonda. Çocuk baktı, yardım etti. Ben Haydarpaşa'da kalktım, daha fazla dayanamadım hatıramdaki babayla buradaki oğulun çatışmasına.

Sahafa gidene kadar düşündüm, hiç oğul olmadım, hiç baba da olamayacağım. Ama anneme ya da babama karşı sessiz kaldığım anlara lanet ettim. Ve bir gün çocuğum olursa Fındıklı'daki ya da vapurdaki gibi ilkinin coşkusunu, mutluluğunu, sevgisini; ikincisinin sadece sağlığını dileyeceğim onun için.

Biz hala umursamaz tavırlar içindeyiz kendimize, sevdiklerimize karşı; oysa dünyada o kadar çok insan bekliyor ki tarafımızdan tanınmayı...

Not: Fotoğraflar telefonla çekildiği için böyleler. :(

0 Yorum:

Related Posts with Thumbnails