Pages

25 Ocak 2009 Pazar

Uzaktan Geldim

Hayır, uzaktan gelmedim. Bu 4 günlük tatil iyi mi geldi kötü mü anlamadım ben. Kalan tek dersime hiç çalışmadım. Bu gece başlamayı düşünüyorum uykumu alabilirsem. Aslında çok fazla konu var ama içlerinden seçip birkaçına çalışıcam, uğraşamam, tatildeyim. :)

Dört gün boyunca internetten, arkadaşlarımdan, ailem dışında her şeyden uzaktaydım. Sekiz yaşındaysanız ve aşıksanız bu iyi gelmiyor. :P İçim sıkıldı, kanım her kaynadığında dondurmak zorunda kaldım, hiç hoş olmadı. 70s Show'un 5. sezonunu bitirmek üzereyim. Tanrım neden Hyde'ı bu hale soktular ki? Bütün karizması gitti aşık olunca. Yine de çok gülüyorum, gecenin yarısında kahkaha atıp insanları uyandırmamak için içime içime gülüyorum. Hepsi öyle tatlı ki... TV izlemeyen ben bir diziye bu kadar bağlanayım... Olacak şey değil aslında ama, bilemedim. :/

Fight Club'ı izledim sonunda tüm inadıma rağmen. Herkesin "vuu, onun gibi film yok" diye övüp durduğu filmlere önyargıyla yaklaşıyorum. Bir de adı vardı tabii: Fight Club. Yok artık bu kadar itemezdi bir film ama izleyince fikrim değişti. Çok güzel kurgulanmış ama klasik alter-ego fikriyle ilerleyen ve aslında bunu başlarda da çok belli eden bir film. Brad Pitt ve Edward Norton'un uçaktaki sahnede çantalarının aynı olduğunu görünce anlamıştım hemen. Zaten anlayınca "e hadi yeter ne zaman açığa çıkacak?" diye sormaktan filme konsantre olamıyorum. A Beautiful Mind'da da öyle olmuştu. O bence daha güzel filmdi ya neyse. :)

Bir de A Good Company'yi izledim. Sırf Topher Grace oynuyor diye başladım sonra sardı aslında. Scarlett Johanson'un kötü oyunculuklarından biriydi vesselam. Klasik patronun kızına aşık olan genç çalışan durumunu tam tersine çevirmişler. Patron bu sefer genç adam ve eski patron olan çalışanının kızına aşık oluyor. Film mutlu sonla bitiyor ama tahmin edildiği gibi değil. Topher'cığım işten kovuluyor, kızımız bunu terkediyor ve kızımızın babası ait olduğu patronluk koltuğuna geri dönüyor. Herkes özlemini duyduğu, arzuladığı hayata kavuşuyor. son sahnede Topher sahilde koşarken yanında olmak istemedim değil, birkaç hormon kıpraşması olmadı değil, ama olsun. Benim de olacak. :P

Onun dışında dediğim gibi sadece dizi izledim. Bukowski'nin Pulp'ı da iyi gidiyor. Of zaten geçen gün telaşla yanlış kitabı almışım sahaftan. Cevat Çapan çevirileri diye şiir kitabı aldım. İncelemek istiyordum, meraklarımdandı. Bir baktım sadece düzenleyen oymuş, bir sürü tercüman çevirmiş onun dışında. Lanet okudum.

Ne yalnızım yahu. Gerçi artık zevk vermeye başladı, ya da kötü hissettirmemeye diyebiliriz. Yazmayı özlemişim. Şu sınavım geçse de konsantre olup şöyle birkaç "Deli" yazı yazsam... İçimden akıp gidiyor, tutamıyorum, belli bir yere de dökemiyorum. Vakitsizlik değil, aklımın direnci sadece.

Oyun yazmak istiyorum ya. Ve de şu muhabirliğe başlamak istiyorum bir an önce. Beni çok iyi oyalayacağından ve geliştireceğinden hiç şüphem yok. Bir hafta sonra her şey değişecek ama sabretmeyi bilmem lazım. Şimdiye dek yaptığım farklıymış gibi sabretmek için yardım mı dileniyordum ne? :) yok artık, beceririm o kadarını da...

Arkadaşlarımı ve orta bahçeyi özledim. :(

18 Ocak 2009 Pazar

Just an Ordinary Day?

Dediğim gibi romandaki ateşli sayfaları da okuduktan sonra-ki pek de beğenmedim, daha ayrıntılı beklemiştim :P- esti yine Taksim'de bir gece. Hep gülüyorum evet; ama herkes hep gülmüyor benim gibi, göze batıp sıkıyordu kahkahalarım. Dün öyle değildi, birlikte güldük, nedensizce hep beraber güldük. Uçup giden gençlik belki son kezdi ama damarlarımızda hızlı hızlı öyle bir gezindi ki... Ben mutlu oldum. Tanıştığımıza sevindim, iyi vakit geçirip geçirttiğimizin de bilincinde olarak son yediklerimi şöyle bi kusuverdim. :) Sonra uzunca bir uyku. Artık son, ve umrumda değil sınav sanki. Şimdi yine gider, içer, kusar, uyurum, yarın da boka batarım. Bu öyle böyle bir umursamazlık değil. Göremediğim havayı izlemek bile daha akla yatkın geliyor, neyse ki okuyorum son bir kez. Küçük bir mola verdim işte. Bitiricem bu notları da, büte kalırsa da kalsın of, uğraşamam. Lost'um da iniyor, izleyip sızarım işte. "Ne biçim bi hayat bu?" dedi bugün Serhat, cevap vermeye korktum herhalde, geçiştirmeye çalıştım. Beni mutlu ediyor son zamanlarda bu hayat. Ondan sıkıldığımı söylesem de yalandır. Bazen anlık düşüşlerim oluyor. Akşam kafam iyiyken çocuğumun adını "Çimen" koyamayacağımı düşündüm, bozuldum kendi kendime. Benim bir tane çocuğum olacaktı adı da Çimen! Gündüz ıslak mendilde Ali'nin kokusunu alıp, gece de hayalini birlikte kurduğumuz Çimen'i kaybettiğimi anlamak koydu. Mutsuz etmedi o an öyle sansam da, sadece hep iyiye gitmediğini hatırlattı. Şimdi bunu hatırladığımdaysa daha da mutlu oldum mesela. Oha benim kadar mutlu olmaya açık biri daha var mı acaba? Ottan boktan mutluluklar çıkarıyorum, her boka gülüyorum bi işime yarayacakmış gibi. İyi mi kötü mü gelecek bilmiyorum valla, banane! Gülmeye devam edicem. Güzel bi geceydi, kötü bi gece şimdi de. Olsun. Yuh Lost indi, ben gittim. :)
It was not an ordinary day, i believe so and you must believe it too. :*

15 Ocak 2009 Perşembe

Djinn Hikayeleri

Bir günde kitabı bitirip diğer bir günde sınavına hazırlanacağım bakalım. İç içe geçmiş bir sürü masal, lanet olsun ya! Aslında okurken "vuu" "aaa" "vay bee" "ne güzeel" diye tepkiler veriyorum ama keşke sıkışmasaydı son 3 güne. :(
Gillian Perholt denen narratologist tarafından Ankara'da bir konferansta anlatılan Patient Griselda ile başlıyor her şey. Sonra etrafındaki insanların anlattığı masallardan- özellikle de Orhan Rıfat
(ki kendisi büyük ihtimalle kitabın da adandığı Cevat Çapan'dır)-nasıl etkilendiğini de Kapalı Çarşı'dan aldığı bir çeşm-i bülbülden çıkan cinle sohbetinden anlıyoruz. Henüz sevişme sahnelerine gelemedim(bitirince eklerim) ama cinin özellikle Zefir'le olan sevgi ve tutku dolu ilişkisinden çok ateşli sahneler beni bekliyor diyebilirim. Ehehe :)
Keşke sınavlar olmasa, keşke hayatımızı zevklerimiz için yaşasak, keşke sorumluluklar bir bir azalsa omzumuzdan ve bunu adım adım hissetsek. Dört oldu dilekler sanırım. Önemsiz. :)


Bir şişe, mavi beyaz çizgili
Tozu çamurlanıyor yıkadıkça
Gözlerimde ışığı yansıyana dek
Mavi o bana baksa
Ben ona
Duman geliyor sonra
Ardından dev cinim
Odama doluyor
Üç dilek diyor
Gücüm sonsuz...
Sonsuz boşluk diliyorum
Asılı kalmak sonra da...
Son dileğim
Bana kalsın diyorum git sen
Bir değişiklik yapalım

11 Ocak 2009 Pazar

Ölüm

Bugün hiç korkmadığım için hakkında bıdırdıyorum. Dünüm titremesiyle geçti, yarın da öyle olur büyük ihtimal. Aydınlanıyorum an an ve ölüm gerilere atılıyor kafamda bugün. Sadece korkusu kalacak, onu geçirebilecek yetkim de yok. Titrememe izin verme yetkili! Tutabilen sensen uzak tut fikrini, korkusunu, kokusunu! Ölümden en az bahseden, enerjisini güneşten alan ben tutmuş kimi yüceltiyorum? Yaşıyorum, evet canım, uzaktan selam ederim, daha nicesini tecrübe etmeyi tercih ediyorum etrafımda. Kendimi en çok, evet hatta belki bir tek kendimi seviyorum. Tamam yazık biliyorum ama doğrusu bu. Ölümün getirdiği acıyı asla yaşamamak için belki de bu roller. Çaktırma. ;)

9 Ocak 2009 Cuma

Yeni Dünya

Hayatımda "yeni sayfa" dedikleri şeyi açtığımda yeni blog açmaya karar verdim. Nasıl bir dünyadayım, buradan oralar nasıl görünüyor bakmak lazım. Belki ikiden fazladır gözüm ve belki göğüs kafesimde değildir kalbim artık, izlemek lazım. Gereksiz her şeyi çöpe attıktan sonra nasıl devam edilir görmek lazım. Yeni bir blogla yeni bir dünya lazım.

Related Posts with Thumbnails