Pages

18 Haziran 2009 Perşembe

Final Molası

Çok zamandır yazmayıp en yoğun günlerimi seçtim. Ismarlanmış yazılarım da var ama zorlama fayda etmiyor. İçimden geçenleri fırsat yaratıp sayfalarca dökeceğimdir elbet; ama sanırım bugün değil. Belki de bugündür; çünkü bilgisayarla aramdaki müthiş uzaklığı kapattım ve tüm boşlukları doldurdum.

Son zamanlarımı iyi değerlendirmedim geleceğe yönelik. Okuldan iyice soğudum, son dönemimde olmaması gerekiyordu. Dördüncü sınıf öğrencisine 8'de okula geleceksin diye baskı da yapılmaması gerekiyordu aslında. Her neyse, bir şekilde geçti bu dönem de. Büyümüş hissettirmiyor asla mezun olacak olmak(inşallah). Aksine ana rahmine dönüp buraya kadar olan her şeyi tekrar yaşama isteği uyandırıyor. Kendini bildi bileli okulda, kitaplarla, sınavlarla olan biri nasıl olur da bu boşluktan sabahtan akşama kadar çalıştığı bir işle kurtulur? İçine yavaşta bırakıldığım kuyudan sırılsıklam çıkmak istemiyorum. Bu kadar temkin, bu kadar hazırlık, istek boşa çıksın istemiyorum. Yüksek lisans kendimi bi nebze öğrenci hissedebilmem için büyük fırsat benim için. Olması için elimden geleni yapıyorum. ALES'ten beklediğimin üstünde aldığım iki notum var, onları kullanabileceğim iki senem, eğitim içinse 2-3 yılım, hatta bana kalsa koca bir ömrüm var.

Finaller... Hiç çalışasım olmadığı halde ilk sınava iyi çalıştım. Kahrolsun ki 50 üzerinden değerlendirilecek bir kağıt verdim. Telafi sistemini seviyorum fakat. Mezun olmamak için bir sebep göremiyorum, engel çıkacağını da sanmıyorum.

Okulla yedi kafayı Simay!

Dergi işi boka sardı. :( İlgilenemiyorum, ben ilgilenmeyince de herkes zaten bir adım geride duruyorken bir adım daha geriye çekiliyor. Bir yandan matbaacı borcunu istiyor, bir yandan "dergi neden gecikti?" sorularını cevaplamaya çalışıyorum. En sinir olduğumsa "kazanılan paralara nereye gidiyor?" diye ima dolu bakışlarla sorulması. Yedim sanki derginin parasını, maddi anlamda neler çektiğimi bir ben bilirim bir yakın çevrem. Kimsenin haberi yok bu dergi için nelerden fedakarlık ettiğimden! Daha fazla üzerime gelinirse basar giderim.

Basıp gitmek... Düşünceleri azaltıp, ortalığı mavi ve yeşile boyadığımız bir basıp gitme düşünüyorum. Kahrolası paragöz dünyada yeterli param olduğunda yapacağım tek şey bu. Beynimi boşaltmak. Artık beynimizi bile parayla boşaltıyoruz. Adil değil hiç! Aile arkadaş istemiyorum bile!

Ailem ve arkadaşlarım, evet. Yaşadığım yerden sıkıldım, bu problemim uzun zaman çözülmeyecek gibi de duruyor. :( Ailemle aramın iyi olduğu bir dönemdeyim, bunu bozmamam gerekir sanırım. Mezun olacak olmam, yüksek lisans peşinde koşturmam haliyle onları çok mutlu ediyor. Arkadaşlıklarımsa bir değişik bu ara. Ya hep ya hiç gibi lafları pratiğe döküyorum sanki. Fazla taviz veremiyorum. Şimdiye dek arkadaşlıklarımda çok sorun yaşadım, artık karşılıklı anlaşabildiğim, olgun insanlar olsun etrafımda istiyorum. Çok hata yaptım, hatadan uzak durmam gerektiği zamanı kestirip harekete geçebiliyorum. Bazen aşırı tepki de versem önüme o zırhı koyuyorum, zarar almıyorum asla.

Zarar görmem! Aramıza insanları koymadığımız sürece zarar vermem de görmem de biliyorum. Konuşmak çok güzel; sadece bunu biliyorum. Gülmek, eğlenmek, içmek de çok güzel ama bunu konuşabildiklerinle yapmak daha başka. Barış, konuşarak anlaşabileceğimi hatırlattı bana. Ben de hayvanlık etmiyordum canım zaten. Sorunlardan kaçıp çözüme bırakmayı yeğliyordum çoğu zaman. Hakkında konuşmazsak lekenin çamaşır suyunda temizleneceği gibi sorunun da yavaş yavaş kaybolacağını düşünüyordum. Ancak çamaşır suyunun da kendine has lekesi olduğunu unutup sapsarı yaşıyordum belki de. Kavramam uzun sürmedi, her türlüsünü denedim zaten ilişkilerde iletişimin. Çok mutluyum böyle, bir dakika içinde kafamda büyüme potansiyeli olan bir sorunu çözebiliyorum konuşarak. Harika!

İş bulmam lazım şimdi, tatmin olmam lazım maddi manevi! Lanet olsun mu bu ülkeye ve insanlara? Bence olsun! Hayallerim, benim, özlemlerim, benim, senin. Hazır çerçevelerden değil içine girmek istediğim. boşlukta durup çerçevemi sonsuza uzanacak kadar büyük tutmak!

Engin, Gülay, Nuray sizi çok özledim ya. :( Deli gibi rüzgarda bağıra çağıra kadraja girip extra bile içebilirim. Anlatılacak, paylaşacak o kadar çok şey var ki... İple çekiyorum şu sınavların sonunu. Acısını çıkaracağımız günler var, bütün bir yaz, ve bütün bir yıl ve bütün her şeyimle. :)

Oof yine insan sevesim tuttu. Seviyorum sizi, seni, ama en çok kendimi.

Hayal dünyama girenlere...

28 Mayıs 2009 Perşembe

I ain't gonna leave you diyor şarkının sonunda ki... İstiyor istiyor bırakamıyor ki... Anlatıyor anlatıyor vazgeçemiyor ki... Anlatıyor, ağlıyor, istiyor, istemiyor, istiyor, anlatıyor, anlaşılmıyor, isteniyor, istenmiyor, içiyor, bırakıyor, boşlukta duruyor, dans ediyor, ağlıyor, gülüyor kahkahayla, seviyor, istenmiyor, seviliyor ve sevilmiyor.
I never never never gonna leave ou diyor ama adam aşık olmuş, belki sarhoşken belki ayıkken belki sağlam belki yamukken ama aşık olmuş. En güzelini Robert Plant söylüyor ama aşık olmuş, bırakamıyor, çok seviyor, kafası iyi ya da değil; bırakamıyor. Kafam iyi ya da değil, yalnızım ya da değilim, ağlıyor ya da gülüyorum, içiyorum ya da susuyorum, bağırıyorum ya da yutuyorum... Fark etmez, i ain't gonna leave you, i love you...

14 Mayıs 2009 Perşembe

Aklım Mı Çıkacak?



Öğrenerek geçen anlarımı çok seviyorum. Gittikçe umursamaz olduğum tarafların artmasına bayılıyorum. Sevdiğim şeylerin üstüne düşüp, zevkten uzak şeylere uzak kalabilmek de harika. Konuşmanın çözüm olduğu bir dünyada yaşamak ne güzel. Daha fazlasını da isterdim, düşünmek anlaşılmak için yeterli olmalıydı, hissetmek ya da. Neyse ki imkansızlığın da bilincindeyim. Olduğu nadir anların heyecanını da özlemek istemem hem. Heyecanlanmayı, canlı ve enerjik hissetmeyi unutmak, özlemek nedir biliyorum çok iyi. Ancak özlediğini bulduğunda, hatırladığında nasıl sahip çıkmaya çalıştığın çok önemli. Ben bunu biraz akışına bırakmakla, umursamazlıkla yapıyorum. Artık toprağı kazarken karşıma çıkan betonu kürekle zorlamıyorum. Etrafını da topraktan iyice bir temizleyip ellerimle çekip alıyorum büyük parçaları. Zarar vermeden ve zarar görmeden.


Sorunlar hep var hayatta, olmaya da devam edecek. Sorunlarım var deyip tesbih böceği gibi yataklara kapanmanın bi alemi yok, aynı zamanda çaresiz hissetmenin de, ya da tamamen unutmak için üzerinimagical şeylerle örtmenin de. Biliyorum; bildiğimi bilmek, bildiğimi bildiğimi bilmek, bildiğimi bildiğimi bildiğimi bilmek, bu sonsuz spiralin içinde dolanmaksa hayatıma kattığım en büyük erdem.Dalıyorum, çok düşünüyorum, gereksiz gelebilecek detayları ucunda ölüm varmışçasına didikliyorum. İşime yarayan her şeyi kaydediyorum içime. Yaramayanları gerçekten umursamadan yolda gördüğüm herhangi bir çöp kutusuna atıyorum. Kötü deneyimlerim çöpleri karıştıranlara gidiyor, iyi deneyimlerim aklımın ceplerini karıştıranlara. Seçim insanların. Ben o akıl koridorlarında gezinmeyi seviyorum insanların. Çöpleri sadece kokluyorum, kimisinden derin nefesler çekiyorum, kimisinin kokusundan yanından geçemiyorum; ama onları da görüyorum, hissediyorum. Ellerimi kirletmek değil tabii istediğim. Temiz beyinlere saklanmış kokuşmuş deneyimler yeterince pislik yratıyor zaten etrafımda. Saf olanları topluyorum, üzerinde ciddi çalışıyorum deneyimlerin. Benim sevdiğim bu ki, oturup roman ezberlemek değil.


Seviyorum işte müzik dinlemeyi de. Hep eleştiriliyor müzik dinleme şeklim. Banane! Bunu yazarken de Beth Orton dinliyorum mesela. Sırf oturup beynimin tüm hücrelerini ona vermiyorum diye, yazı yazarken geriden geliyor diye şarkıyı anlayamayacağımı nerden çıkarıyorsun ki? İnsan beyni muhteşem bi hayvan. :) Ben ruhunu hisseden bi insanım, kendini bedenden ibaret sayanlara inat ruhumla yaşıyorum. Her şeyin içine aynı anda girebilirim istersem.

Şu an kanatlarım çıksa şaşırmam. Yok yok melek olacak kadar iyi değilim, peri olacak kadar hisli olabilirim ama o da değilim. Sadece bir çift kanat, evet tam da şimdi çıkmalı. Mutluluktan da değil, uçmayı hak ediyorum sanki sadece. Her şeyi geride bırakıp istediğim yere bir defa da olsa uçmayı hak ediyor olmalıyım. O boğazı uçarak geçmeliyim en azından, yürüyerek olmayacağını biliyorum. Uçmanın imkansızlığını tartışmak istemiyorum şimdi. :P
Neyse, epey geç oldu; rüyalarım-en güzel yaratılarım- beni bekler. Kırmızı kadife bir odadan tahta merdivenlere düşüşümle beraber yaratılmayı bekler. Uçan bir Simay yaratayım, suda yürüyen, yavaş ilerleyen zamanda hızını alamayan bir Simay.


İyi geceler aklın direnci, burada kal!

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Balçık

Oturduğum yerden, yattığım yerden kalkmak istemiyorum bugün. Bir üşengeçlik, mayışıklık, baygınlık var. Günlerdir giremiyorum nete adam gibi. Sadece kendime ayırdığım zamanınsa azalmasını izliyorum yavaş yavaş. Sınavlarım açıklanmıyor, ödevim için bir şey yapmıyorum, derslere girmiyorum, uyumuyorum, uyanmıyorum.  Hayatım kötüye gidiyor izlenimi de olmasın, çok mutluyum hâlâ. Sadece bugün bunalmış uyandım yalnız başıma. Kütüphaneye gidip araştırma yapıcaz bugün, belki açılırım. Yarın da oturur outline çıkarırım ödev için. Şu reklam ajansından da haber çıkmadı, öğrenci olmak hep engel olacak bana sanırım. Bitsin artık, boş zamanlarımdan sıkıldım.

Dün onu da konuştuk aslında. Geçen gün geçirdiğimiz boş gün ne kadar a güzeldi. Üst üste olmasın tabii ki bu günler. Arada akşamlara kadar uyuyalım, film izleyelim, yatıp hayal kuralım, konuşalım, gülelim bol bol, sevişelim, uyuyalım, uyanıp yine gülelim. Boş gelmiyor kulağa aslında; ama insan ilişkilerinde ilerleme hariç bir şey katmıyor entelektüel hayatımıza bu gibi boş günler. Bugün de onlardan biri olmasın, yalnız kalmak istemedim bir anda. Şimdi giyinmem ve 4'te Mecidiyeköy'de olmam lazım.

Off, uyanmalıyım!

Uyansana Simay! 
Kalk bakalım canlan!
Ol!
Olmuyor mu?
Oldur!
Yok!
Gittim!

3 Mayıs 2009 Pazar

Nee?

Göğsüm kabarıyor ulan!!! Vuaaa, yeniden vuaaa!!!




Baby just give me one reason - give me just one reason why
Baby just give me one reason - give me just one reason why I should stay
Because I told you that I loved you
And there aint no more to say

28 Nisan 2009 Salı

Yağmur Dansı



Soğuk havada yine karaladım bir şeyler, yerlerde oturup köpek fotoğrafları çekerek, aldırmadan uyuklayarak yarım bakan gözlerle, bekleyerek. Ukalalık olarak algılanmasını hiç istemediğim şeyler yazıyorum - biliyorum algılanma ihtimali olduğunu, o yüzden söylüyorum. Paylaşayım o zaman haşhaşlı cips kokusu eşliğinde:

Hüzün değil ki bürüyen beni, uykusuzluk. Yanımda defterim de yok, yabancı bir yerdeyim hem. Düşüncelerimden uzakta duran yüzlerce insanın arasındayım. O kadar eminim ki birinin bile kafasından geçenlerin benimkilerle kesişmediğine. Gülüyorlar, sınavlardan bahsediyorlar - çoğu zaman benim de yaptığım gibi. Bir çift kavga etti az önce, şimdiyse sarılıyorlar. Kalabalık bir grup vardı karşımda, şimdi bir kişi kaldı başını eğmiş siyahlarda. Hayvan yok hiç, rahatım(sonradan gelen muhteşem köpeği saymazsak); ama çimlere oturmak da yasak. Sırtım ağrıyor, bir banka dayadım sırtımı, yerde oturmuş fotoğraf çekiyorum.

Mutluyum, günlerin yorgunluğu da var üzerimde, kirli de hissediyorum, sanki beş defa yıkansam geçmeyecek, beş gün uyusam yetmeyecek. Baygınım, etrafıma bakıp sırıtıyorum, somurtuyorum. Değişken hallere bürünüp kendimle eğleniyorum.

Lise 2'de gelmiştim buraya, çok ilginç şimdi. Hiç beğenmemiştim, böyle bir yeri kazanmaktansa okumamak taraftarıydım. Şimdi de mutluluk duyuyorum burada değilim diye. Kendimi neyin içine atıyorum hiç bilmi
yorum. 

Mutlu olduğum an bu benim, yazdığım an. Aslında daha çok düşündüğüm an; ama düşüncenin suç sayıldığı, konuşmanınsa değerini kaybettiği bir yerdeyim. Burada yazının o iki defa düşündüren yanı tek avantajı. İmkanı yok işte bu bilinç akışıyla yazılanların ilgiyle okunmasının.
 

Pinter! Adamım! Böyle tonlama, böyle akıl, böyle "saçmalama" içinde böyle mantıklılık görmedim. İnsanlar garip. Etrafımda bunun zevkinden bihaber bir sürü insan var. Sohbetler sığ; bakan gözler var, gören, dolan gözler yok. Sa
çmalamalar akıllıca değil hiç. Renkler soluk, istekler belirsiz, istisnalar bile puslu, göremiyorum; belki yoklardır bile. İyi hissetmek için zaman zaman yer değiştirmek gerek böyle. Uyuşturucu kullanan, tamamen boş insanlarla iletişime yeltenmek lazım mesela. Kafalarını aşkla bozmuş; kalpten, kelebekten çerçevelerde yaşayanları izlemek gerek - genelde acı çeker durumdadırlar ya. Taşlaşmış kalpleri, örümceklenmiş beyinleri olan insanlarla olmalı; haz almalı boşu görüp doluya sahip olmaktan. Sadece mantıklı düşünmeye odaklı insanları dinleyip gerek görüyorsan düşünceni paylaşmalı. Ukalalık değil ki bu, kendini bilmek sadece. Belki aptalca; ama hep de tavsiye ettiğim şey sevdiklerime. Hep istediğim, çoğu zaman becerebildiğimi düşündüğüm şey bu bilinç. Başka hiçbir şey gerektirmeyen bilinç! Öz-bilinç mi demeli bilmiyorum; ama yaşadığını bilebilmek için, mutluluğunu hissedebilmek için gerekli olan bu. 

Çevrem bunu beceremeyenlerle dolu; hem şu anda, hem de genele vurunca. Mutsuzluklar beni mutlu etmiyor kesinlikle, bencilce evet; ama konu bilinçli mutluluksa kendimi umursuyorum sıkça. Odaklıyorum beynimi, kalan her şey flu, belirsiz. Buzlu camlar arkasında, önünde ya da arasında kendi netliğimi arıyor buluyorum. Böyle güzel, böy
le iyiyim.

27 Nisan 2009 13:06
 
Marmara Üniversitesi
 
Göztepe Kampüsü

23 Nisan 2009 Perşembe

Gök Günleri


Beklenenden iyi geçen sınavlarım var. Beklenenden kötü geçen de var bir adet ama... Olsun. 20 Ocak'tan beri bir sürü mutluluk yaşadım. Kendi içimde çözemediğim çok şeyi çözüp yerine yeni sorular koydum. Beynimin işleyişini hızlandırdım herkesin yaptığının aksine. Uyuşturmaya, unutmaya, yavaşlamaya çalışanları anlamıyorum hiç. Şu üç aydır yaşamam gereken her şeyi yaşadım. Kendi çapımda nirvanaya ulaştım bile denebilir. Tamamen tatmin dolu bir süreçti. Yanlış giden hiçbir şey yoktu anlamına asla gelmiyor bu, okulu çok boşladım, evimi çok boşladım, arkadaşlarımla sorunlar yaşadım; ama olsun, şimdi öyle mutluyum ki... Hepsini görmem gerekiyormuş, kötü hissetmeyi, kötü zamanları iyiye çevirmeyi de öğrenmem, sindirmem gerekiyormuş.

Hiçbir şeyden pişman olmamayı öğrendim sanırım. Aptalken verdiğim kararlar olsa da kendi kararlarımla yaşadım hep. Bir zorlamaya hiç maruz kalmadım ne ailem ne arkadaşlarım tarafından. Arkadaşlarımın baskısı hatta ailemden daha fazla ama öyle kolay boyun eğmiyormuşum, anladım.

Önceleri mutlu görünürdüm; içimde bir yerler hep ezilirdi ama. Şimdiyse gerçekten mutluyum. Oturup düşündüğümde de ölüm ve ölenler dışında huzursuz edici düşünce gelmiyor. Rengarenk bir hayatım var işte, parıl parıl günlere uyanıyorum. Karanlık da olsa koca bir gülümsemeyle karşılıyorum sabahları. Sütümü paylaşıyorum, eleştirilmiyor, saygı görüyorum, gülümsüyorum, yansıması yüzüme vuruyor.

Ve dün! Sevdiğimi sevildiğimi hissetmek neymiş, tekrar hatırladım. Seviyorum bu duyguyu, geçmesin istiyorum bir haftadır. Arkadaşlıklarımda ailemde aradığım ve bulduğum karşılığı bir kadın olarak bir erkekte de bulabilmek güzel. Bir daha asla bu şekilde hissedemeyeceğimi düşünmüştüm oysaki. Bir sürü yıl geçti ki, ne bileyim işte. Kabaran göğsüne kabaran göğsümü yaslayabileceğim biri daha varmış. Doldurup taşıran anlarım varmış yaşamak için.

Doluyorum şimdi yine. Tek bir sınavım kaldı, zamanım var, mutluyum. Bekliyorum...

Yarın da harika olacak, yüksek lisans için bir adım daha; umarım beklediğim desteği görürüm. Deniz, tam istediğimiz gibi... Hava da temiz ve güzel olmalı ve ben kafamda kurmamalıyım daha fazla. Sadece biliyorum yarın güzel, bugün güzel, güzellikler etrafımda. Etrafımda da kalacak hep zaten.

Bunları yaratan ben miyim? Desteğim nerede ya da? Bir yerlerde sadece benim mutluluğumu düşünen büyük bir güç mü var yoksa anne-babamdan başka? Neden harika hissettiğimi sorgulamak çok boş ama çok zevkli. Her şeyi sorgulamanın olduğu kadar en azından.

Yemek yemeliyim, film seçmeliyim, keyif gecemiz bu gece! İyiyim. İyi ki doğmuşsun! :)

18 Nisan 2009 Cumartesi

Acımasız Gerçekler

Sabah sabah bana Sprite aldıran en güzel günaydın. Günüm aydın, ders çalışmalıyım ve biliyorum ki yapabilirim. Daha çok şey iyiye gitmeli. Doyumsuzsanız doyum sizsiniz. :P

Korkulmadan atılan adımlar görmek istiyorum; korkulmadan girilen koridoru karanlık, aydınlık odalı evler...

Daha az düşünmeliyim bu sıra. En azından 4 gün. Mezun olmalıyım. Hadi bakalım!

16 Nisan 2009 Perşembe

Keşkül



8'de uyanmanın verdiği büyük bir coşku var içimde. Keşkül yedim ilk önce, süper! Renkler başımın üzerinde triballer yapıyor, gözlerime önce, sonra tüm vücuduma nüfus ediyor. Güzel bir gün bugün. Dolu geçecek, doldurup dolacağım bol bol. Keşke böyle hissedenler olsa etrafımda. Keşke zorla hüzün ve bunalım sokmasalar içlerine, gözleri gülse benim gibi kalabalıkların da. Yok kalabalığa da gerek yok aslında. Bir, en fazla iki kişiyi böyle görsem yeterli herhalde.

Neşenin yanında umut da var içimde, dışımdaysa güzellik. Anne-babamın evlenmesini, ablamın doğumunu, annemin yumurtalıklarına girişimi izleyeceğim sanki. Yenilik coşkusu bu, taze taze kokuyor ortalık.

Sevinçliyim işte, ne bu nispet yapar gibi sürekli aynı şeyleri söylemek? Gerek yok, bir demet çiçek bile mutlu edebilir şu anda beni, hatta pırlanta bir kolye de, ahaha.

Nefesimi çekiyorum içime, yazımı bir solukta bitirdiğimi kanıtlarcasına. :)

14 Nisan 2009 Salı

Blue Now Is The Color


Tüm sorunlar arasında çözüm olarak görülmek her şeyde olduğu gibi iyi ve kötü çağrışımlar yapıyor. Çözüm; beklenen çıkış kapısı, zor anlardan kurtuluş yolu, umut verici yeni bir başlangıç... Ancak çözüm; bir meta, bir araç, kolaya kaçış, zorla baş etmemek için bir nokta küçük; ilacı içip içinden geçebileceğin, uyandığındaysa koskoca deli bir dünya...

Ya memnun olmazsan o deli dünyadan? Ya tekrar kaçılacak bir sorun olarak görürsen? Ya girdiğin deli, küçük dünyada da o küçük noktayı, kaçışı ararsan? Ya üzülürse o zaman deli dünyanın başındaki, kocaman boşluğuna yerleştirdiği şeyin sıkılmasından ve/veya yorulup istememesinden dünyasını? Hepsini geçtim; ya çıkışı yoksa ve deli dünya hem kendini hem seni çürütürse? Ya da zaten tam ortasında üzerini samanlarla örttüğü koca bir delik varsa? Tersini pek düşünemiyorum şu sıra. Boşluğum, aptallığım, kimsesizliğim ya da benliğim sadece üzebilir, yorabilir seni.

Seninse zaten içinde durduğun, büyüdüğün, bilmediğim dünyan! Onun içinden hiç çıkamıyorum fikir olarak. Sense düşüncende ya da bedeninde hep oradaydın zaten istediğin zamanda da istemediğinde de. Şimdilerde -ne kadar zamandır bilmiyorum- etrafını belki karartan, belki sisle kaplayan o dünyadan çıkışı arıyorsun sanırım. Kendine güvenin azalacak ve koca bir boşluğa düşeceksin belki. Düşünsene tüm hayatını geçirdiğin dünyan! Çıkışı görebilmen bile güçken sen sonunu göremediğin o tünele girme riskini alıyorsun. Bu travmayı sen ya da ben nasıl atlatırız ki?

Düşünmüyordum bu sabaha kadar. Umrunda olmamak değil asla; sadece alkolün verdiği umutsuz bir umut olarak gördüm. Bu sabah -sabahlayınca hep sarhoş gibi oluyorum, algılarım farklı çalışıyor- oturdum düşündüm. Çıkışın olmak, çelişkilerinde desteğin olmak gerçekten istediğim ama bana çelişkiler yükleyen bir durum. İşin ciddiyetini ya da samimiyetini(yine içtenlik anlamında) bilmediğim için gereksiz bir düşünce gibi de geliyor ki. Şimdi olmadık bir yerde ve zamanda burnuma dayanan narlı vodka ve parfüm kokusuysa hepsinin boş olduğunu hatırlatıyor. Ciddiyete samimiyet kadar gerek yok diyorum; samimiyetiyse gördüm, biliyorum.

Orada ter içinde, pis uyanmak istiyorum. Bir sürü düşünceyi ve insanı ikinci plana atmış şekilde içerde olmak istiyorum...

Başlarken yazmaya olumsuzlukları düşünüp huzursuz etmeye karar vermişim kendimi. İstediğim, sarhoş da olsa ne dediğini bilen, hisseden, gülen gözlerin; aynı şekilde de benim gözlerim...

14.04.09
13:07
Beatles Café

Related Posts with Thumbnails