Pages

26 Şubat 2010 Cuma

Bir Sırrım Var!


Sırrım! Onun sırrı, sırrımız, sırrın; yok gittikçe anlamsızlaşıyor, bu ne be?

Buraya sırrımı açıklamaya gelmedim. "Sır" kelimesini de iyelikle kullanmak midemi bulandırdığı için ona Sedat dicem artık. Sedat bana güç veriyor, Sedat ayakta tutuyor ve Sedat'ı seviyorum. Sedat sayesinde biliyorum ki hayatım inanılmaz değişecek, inanılmaz değil aslında; Sedat'ın altında yatan inanç zaten.

Dün dedim ki mesela: "Gece hayatım bitti, kadehi yere attım!" Tamam yarın gece Kutay'la içecek olmaktan fazla zarar gelmez. Ya da Mesû'nun bahsettiği Dia şarabını denemekten. Ah VosVos'ta içilecek bir biradan ne çıkar, maksat birlikte olmak değil mi? Hele Sanat'taki abilere kendini özletmek hiç olur mu? Arada görünürüm. İnadım sona erdi sadece; bilincimi silmeye çalışıp da bilinçaltımla karşılıklı oturma seanslarım bitti. Ne gerek var yahu enerjimi azaltmaya? :)

Ah kuzum daha neler neler? Sedat'ım öyle güçlü ki, ve Sedat'ım öyle bana ait... Yapamayacağım hiçbir şey yok. Buraya yazıyorum ki şu ego tatmincisi güzel cümleyi söyleyebileyim: "Ben demiştim!" Görürsünüz aha buraya da yazıyorum.

Hollywood filmleriyle yavşayacağım anacım, minilerim başka bahara kalsın, olsun. Olayım da o yeter!

Ah ne anlaşılmazım, ne gizemli... :P
Sedat'ı tanımak isteyen mail falan atsın napayım şimdi?!

Çok geç oldu!

23 Şubat 2010 Salı

May The Force Be With Me


HAHAHAHA


Evet güç!

Kötü bi insan olamıyorum, iyi olduğumuysa hatırlamıyorum. Kötülüğü geçirmeyi deniyorum kafamdan evet; ama beceremiyorum. İyilikse umrumda bile değil.

Biz gücümüzü çıkarmışız elden anacım, daha da bir şey beklemeye yüzümüz mü olacak? Olmasın, geri alalım güçleri, düşünürüz. Şimdi ben hiçbir şey olmamış gibi "Şey ben salağım da tüm gücümü ellerine teslim etmişim, onu ben bi geri alıversem ya, nasolur hacı?" diye soracak mıyım? "Kaldı mı sanıyorsun? Ben onu çoktan şeytana sattım kızım!" diye bir geri dnüşü olur o sorunun. Giden gitti, dönüşen dönüştü zaten. Geri alınmayacakmış o zaman. Başka çare düşünelim.

Mesela ne zaman kazandık o gücü, nerede ve nasıl? Hepsi hafızamızda di mi Gülo? Nasıl kazıdık, tozunu aldık, özenle kutuladık, kaldırdık ve sindirdik hepsini hatırlıyoruz. Yeniden yapmak zor geliyor ama di mi? O kadar genç ya da dinç değiliz artık. Umursamazlık bizi umursamıyor artık, uzağımızda baksana, her şeyi düşünür olmuşuz bu kış.

"Kolay güç eşittir para"ysa paramız da yok, kolayca kazanılacak şey değil zaten. Bir de paramız olsun gibi bir derdimiz de yok, getireceği güç de başkalarının olsun. Bizimki farklıydı be. O nasıl kocamandı öyle kız! Ufalattırdık, şeytanın oyuncağı oldu anasını satayım. Neyse sinirlenmek istemiyorum daha fazla, biliyoruz aptal olan anlar. Şeytanda da maşallah bi akıl var akıllara zarar. Tek lazım olan gücü toplayacak gücü toplamak, ya da gücü toplayacak gücü toplayacak gücü toplayacak...gücü toplamak.

Ay saçmalamaya başladım, fazla bilmek hoş değil, fazla içmek de, fazla güç de...

20 Şubat 2010 Cumartesi

Sweet Child In Time

Blog'umda taslak olarak kaydettiğim bir yazı buldum. Hayal gücümün beni adam edeceğini düşünüyormuşum kim bilir ne zaman. Şimdiyse hastalık gibi geziniyor beynimin içinde hayallerim. Yine de çocukluğum güzeldi, olması gerektiği gibiydi. Ama hayal gücümü bu kadar geliştiren çocukluğumsa eğer, şimdi lanet edebilirim ona. Dar ve aptal olmayı tercih ederdim çünkü. Bakıyorum da bir onlar mutlu. Fazla düşünmek beni yaşlandırıyor, öleceğim güne bir gün daha...



Küçük kafam hep yerinde, her hareketiyle etrafını şaşırtan, söyledikleriyle düşündüren bir çocukmuşum. Aklımda kalan öyle çok şey var ki çocukluğuma dair... Onur Sitesi'nde onlarca arkadaşla, kardeşle, abla-abiyle büyüdüm. Bir çocuğun başına gelmesi gereken her şey geldi başıma. Çok oyun öğrendim, çok güldüm, çok düştüm, çok ağladım, çok korktum...


Alabildiğine inatçı, hırslı ama alçak gönüllü ve utangaç bir çocukmuşum. Lisede teyzem bir ses kaydımı dinletmişti bana, 2-3 yaşlarındayım. Oradaki sesimi hiç unutmuyorum. İncecik, kısık, neşeli, çekingen; sinek gibi vızıldamışım. O kayıt nerede acaba? Sormalıyım, harika bir şey. Şimdiki gibi her anı videoya alınan çocuklardan değildik biz, bunlar çok değerli. Kuzenimin sünnet düğününde de video görüntüm var. 2 aylık bebeğim. İnsanın kaba bedeniyle oturup minicik, incecik halini izlemesi çok ilginç. Hatırlamaya çalışıyor ve bu çabana gülüyorsun. İç gıdıklayıcı, harika bir duygu bebek haline dokunacak gibi olmak.


Sitedeki her aile eksiksiz dışarı çıkardı kar yağan gecelerde. Anneler, babalar, çocuklar, hep birlikte kartopu oynardık. Kocaman kardan adamlar yapardık. En eğlencelisi o olurdu hep. Kalabalığı bizim site sayesinde sevdim belki de. Yaz gecelerinde de tüm çocuklar toplanıp saklambaç oynardık. Bütün mahallede saklanabiliyorduk. Bazen korkacak kadar uzaklara giderdik. bilmediğimiz sokaklara girer altımıza işeyecek kadar gülerdik korkmamıza.


Bisiklet kazaları, tuğlalardan yapılan küçük evler, apartman balkonlarında piknikler, müthiş büyük arka bahçede küçük organizasyonlar, maçlar, oyunlar, şarkılar, ilk aşklar, elden ele dolaşan hatıra defterleri, her sabah boklu Ergene'den geçerek okula gitmeler, boyumdan her zaman büyük olan çantalarım, yaz-kış vazgeçemediğim botlar, koca beyaz tokalar, bit salgınları, eve gururla götürülen pekiyi dolu yazılı kağıtları, kavga ederken toz içinde kalan mavi önlükler, haylazın teki havaya dikti diye yamuklaşan, kol altından eksik olmayan plastik toplar...


11 yaşıma kadar geceleri uyku problemim vardı, o zamanlar beni çok mutsuz ediyordu kafamda kurduklarım; ama şimdi diyorum ki o gecelerde uyuyup hayal gücümü rüyalarla sınırlasaydım şimdi bu kadar geniş bir hayal dünyasına sahip olamayacaktım. 11 yaşımda yeni evimize taşındığım gece bir anda bu problemden eser kalmadı. Ancak alışmamış götte don durmazmış, bu sefer bilinçli sabahlamalarla devam ettim yaratmaya.


4 yaşımdan beri okuyorum. Uzun zaman oldu, zaman kaybettiğim de çok oldu; ama okuyorum, izliyorum, düşünüyorum. Bilinçlenmeye çalışıyorum, asla doymuyorum. Bunları çocukluğumdaki bazı şeyleri hiç değiştirmeden yapmaya çalışmaksa en zevklisi. Bir gün işini çok iyi yapan biri olursam bu, çocukça/çocuksu düşüncelerimden asla vazgeçmediğim için olmuş olacaktır. Yeni şeyler yaratmaktan asla vazgeçmeyeceğim.

Ve sanırım vazgeçtim. Ne acı bir başka Simay oluvermek...

18 Şubat 2010 Perşembe

Bir Dakikalık Saygı Duruşu



Sürreal fotoğraflar çekmek istiyorum dedim kendi kendime. Ama hiç oynamadan, doğal, gerçek ve bir o kadar da gerçek üstü. Hiç örneği var mı acaba diye internette dolaşırken Dali'yi gördüm ilk arama sonucunda. E dedim bir Halsman vardı, şu yukarıdaki meşhur fotoğrafın da sahibi, ve ancak internetten bakabildiğim "Jump" isimli bir kitabı... Kendimi muhteşem hissettim sonra. Adamın çok fazla bilmediğim fotoğrafı varmış. Zaten Dali serisiyle Jump serisi yeter bu geceki düşüncelerimle alakalı olarak beni tatmin etmeye. Ama mesela bir Audrey Hepburn görmek de sevindirdi, inanılmaz güzel bir kadının muhteşem bir gülüşü bu alttaki. Sürrealizm belki bunu da kapsıyordur. Ne bileyim, sadece daldım kaldım.


Sonra Hitchcock'un Birds filminin de fotoğrafçılığını yapmış Philippe Halsman. Yaptığı portre fotoğrafçılığından biraz fazlası sanki...



Ama benim yıllardır favorim olan bir fotoğraf vardır ki o da aşağıdadır. :) İçinde Dali vardır, kadın vardır, karanlık ve aydınlık vardır, kurukafa vardır, hatta Dali'nin elinde bastonu da vardır. Çok açıklamasını yapmaya gerek yok bence. Zaten içinde en büyük sürrealist adam oturunca bir fotoğraf kurgusunun güzel olmaması beklenemez. Isırın beni kadınlar!


Bu fotoğrafı döngüyü anlatması açısından çok beğendim. Neredeyse Dali'nin meşhur "aklın direnci"(evet ben :P) tablosuyla aynı şeyleri ifade ediyor bana. Zor bir gerçeklik var, neredeyse imkansız bir gerçeklik, ya da gereksiz diyelim. Sonuçta insanları bu çekilde dizilmiş görmüyoruz her zaman. Düşünmüyorlar, zaten düşünmesinler de, bırakalım bunlar beni tatmin etsin böylelikle.


Neyse, bu da Dali serisinden görmediğim bir başka fotoğraf. Gerçek olduğunu kimse iddia edemez, Dali'nin "Birth of the new man"inin bir reprodüksiyonu sanki. Fotoğrafın ne anlattığını birkaç kitap okumuş, biraz müzik dinlemiş ya da serçe parmağının ucunu biraz sanata batırmış herhangi biri anlayacaktır. İfadeler kişiye göre değişecektir - ki bu benim en sevdiğim kısım...


Bu da bu gece "gerçeküstücülüğü fotoğrafa nasıl yansıtabilirim?" sorusunu kendime sorduktan sonra aklıma gelen ilk fikirdi. Yeni gördüm bunu da ve lanet ettim evde yalnız olduğuma. Şimdi buna benzer bir şeyler koyuyor olabilirdim buraya. Kendimize yetmiyoruz gerçekten!


Tek söyleyebileceğim kelime "flesh" olurdu bu fotoğrafla ilgili. Ve tabuları yıkmaya çalışan Dali yine iş başında. Bu bir zıplayış değil. Bu "öte" bir şey. Çoğumuzdan "öte" bir adamın hepimizden "öte" bir adamla yaptığı bir çalışma sadece.

Bazen bazı şeyleri elinin tersiyle iten ve sırıtan insanlara imreniyorum. Köpeği olduğumuz bir sistemdeyiz ve ben şu pis tasmayı çıkarmayı gerçekten çok istiyorum.
Muhteşemsin Halsman, bu gece bana umut verdin.

15 Şubat 2010 Pazartesi

Allah Yarattı Demicem...

Bankada sıra bekliyorum, 15. dakikadan sonra dayanamayıp yere oturdum. Küçüğün biri geldi yavşak yavşak: "Abla sen deden buda oturuyosuuuun?" diye sordu. Suratına baktım, ifadesinden hoşlanmadım. Ters ters baktım ve kafamı çevirdim. Çocuk annesine koştu, bacağına yapıştı. Annesi de gelip utanmadan "Çocuğumu niye korkutuyosun?" dedi. Yavaşça kulaklığımı çıkarıp, "Perdoon?" dedim. "Cevap versen nolucak, ne korkutuyorsun çocuğu?" dedi. İçim küfretmeye o an başladı da sakin durayım dedim. Sonuçta beni ilgilendirmez, o çocuk bana sempatik gelseydi alır kaçardım bile, ama sevmedim, sevmek zorunda da değilim. Cevap vermeme hakkımı kullandım, vermeyeceğimi de bakışımla belli ettim. Kadına bunu insan gibi açıklayınca da iyice çıldırdı. Neymiş efendim o daha çocukmuş, kötü davranmamalıymışım. Ben davranmadım bile senin çocuğuna be kadın!

Dayanamadım dedim ki "Çocuk diye sevgiyi ilgiyi garanti altına alıp yaşayamaz bi insan. Böyle yetiştirirseniz, herkesten ilgi bekleyerek büyürse sevgisiz insanların varlığı arttıkça etrafında çocuğunuz intiharın eşiğine gelir. Siz çocuğunuzu yetiştirdiğinizi sanıyorsunuz ama öldürüyorsunuz." Anlamasını beklemedim tabii ki, o da aksine kavgaya yanaştı, "ne diyosun sen bee?" diye. Sonra "her şey o kadar da güzel değil" dedim çocuğa aynı gıcık ifademle ve kulaklığımı taktım kadına sırıtıp. Müziğin sesini açtım ve kadının konuşmalarını duymadım sonra. Orda birilerine dert yanmaya devam etti.

Hayatımda belki de ilk kez bu kadar iyi ifade ettim kendimi toplum içinde, tamam belki anlamayacak bir insana oldu ama olsun. Verdiği tatmin orada sıra beklediğim 1.5 saati sildi süpürdü zaten.

Umarım çocuğun o küçük kafası algılayabilmiştir biraz da olsa. Biz böyle yetişmedik anacım, doğru düzgün bilsin onu sevmeyen insanların da olduğunu. Benim yaşattığım travma çok daha küçük kalmıştır ilerde yaşayacağından.

Ah bee yazıklık insancıklarız hepimiz.

14 Şubat 2010 Pazar

Gözümden Düşen Yaşta Boğulmalı Küçük Alice

Şimdiye kadar olanların birkaçını en azından "Simay sayesinde" diye tanımlayabiliriz. Ama bundan sonra "Simay için", "Simay'a göre" hatta "Simay yüzünden" gibi sözler eklenecek cümle başlarına. Bence yeter alttan almalar, kim oluyorum ya? Neye dönüşüyorum? Hak etmek yerine yedirmek bu!
Öf anlaşılmazım biliyorum. Anlama o zaman, napayım yani?!

13 Şubat 2010 Cumartesi

Hatırladım!

Dünkü olayı hatırladım. Nasıl unuttuğuma da çok şaşkınım hala. :/


Şöyle ki, yine Sanat'ta tek başıma oturuyordum, şarap içiyor ve kitap okuyordum. Sanat'ı bilen bilir, küçük odalardan oluşan bir mekan. Odada benim dışımda 3 kişilik bir grup da vardı. Çok yüksek sesle konuştukları için kitabımı okumakta zorlandım hatta. Gerçi edebiyattan, tiyatrodan bahsediyorlardı. Yaşlı kadının çok rahatsız edici bir sesi vardı, "gitsinler yoksa kusucam" diye içimden konuştum bir süre. Sonra kalkmaya karar verdiler ve rahatladım.

Önce masadaki bir adamın gitmeyeceğini düşündüm. Sonra baktım hesabı ödüyor, "hay allah bilemedim" dedim. Tam kalkarlarken adamın telefonu çaldı, biriyle tartışmaya başladı. Diğerleri onu aşağıda bekleyeceklerini söylediler, o da "Siz gidin ben burdayım" dedi. Sevindim gitmemesine, yine kafamdan geçen oldu çünkü; yoksa bana ne adamdan. :)
O telefonu kapatınca bir sessizlik oldu. "Oh be" dedim kitabıma devam ettim. Arada tavanlara duvarlara daldım her zamanki gibi. Gözüm adama kaydığında kafamda bir hikaye canlandı. Adamın ilham verici hiçbir şeyi yoktu elbet. Sadece dediğim gibi olabilecekleri kurguladım kafamda. Adam telefonda tatile gideceğini söylemişti, duydum.

Hemen kağıt kalem çıkardım, yazmaya başladım adamla olası diyaloğumuzun başlangıcını. Adamın gözünün içine hiç bakmadım, o da bana doğru hiç bakmadı eminim bundan. Sadece o an biliyordum ki bu adam çıkacağı tatilden bana bahsedecek, yüzde yüz emindim. Yazmaya koyuldum. Duraksadım, adamın konuya nasıl gireceğini bilmiyordum çünkü. Kendimi zorladım birkaç cümle daha ekledim giriş kısmına. Tam o sırada adamın konuşmaya nasıl başlayacağını gördüm.

Evet, birden konuşmaya başladı. Bana dolma kalem almamı önerdi, daha güzel duruyormuş kağıtta mürekkep. Ben de "çok gıcırdıyor" dedim. Oysa çok soğuk biriyimdir, imkanı yok konuşmam tanımadığım insanlarla böyle ortamlarda, sırıtırım gıcık gıcık ve dönerim. Çıkıverdi öyle. Adam masasından konuşmaya devam etti, neler dediği önemsiz şimdi. Sadece istemeden bu diyaloğun bir parçası olduğumu hissettim. Kafamdaki bir şey daha gerçek olmuştu, ve ben bu olsun diye hiç zorlamamıştım durumu. Adam "buyrun bir şarap ikram edeyim" dedi. "Yok, kalkıcam şimdi" dedim. Adam okulundan, işinden, yaşadığı zorluklardan bahsetti. Ben de kimseye anlatmayı sevmediğim saçma hayatımdan bahsediyor buldum kendimi. Bu kesinlikle adamdan etkilendim demek değil. Kafam bambaşkalarında zaten o anda. Ama adamın bana tatilinden bahsetmesini bekliyordum sadece. Çünkü kafamda o diyaloğu görmüştüm ve o olmalıydı işte, bahsetmeden gidemezdim; çünkü görmüştüm ve duymuştum.

İkinciye beni masasına çağırdığında asla yapmayacağım bir şeyi yaptım, hatta beni tanıyan garson abi de şaşkın şaşkın baktı. "Şarap içmicem ama beş dakika oturabilirim" dedim ve oturdum. Kitaplarımı inceledi, derneklerinden bahsetti, işinde başından geçen birkaç garip olayı anlattı, sadece sırıttım ve konunun tatile gelmesini bekledim. Onu çağrıştıracak hiçbir şey de söylemedim sebep olmamak için. Benim etkim olmadan onu bana söyleyeceği anı bekledim.

Ve çat! Adam "Çok bunaldım artık, taşraya yerleşmek istiyorum. Zaten önümüzdeki hafta kısa bi tatil yapıcam ama geri dönmemecesine gitmek istiyorum işte" deyiverdi. Bir oh çektim. "Ne şanslısınız, istediğiniz an kaçabiliyorsunuz en azından" dedim. Artık orda kalmak için hiçbir sebebim yoktu. İnanılmaz mutluydum, adam kafamda yarım saat önce kurduğum cümleyi kelimesi kelimesine bana söylemişti. Aptal aptal sırıttım, adamın kartını aldım-sanırım diksiyon kursu alıcam adamdan, o yüzden- ve toparlanıp çıktım.

Bunlar artık tahminden ileri gidiyor. Tanıdığım insanların tepki veya sözlerini tahmin edebilirim evet; ama bu kadarı bana fazla geldi. Ve gariptir ki çok sevindirdi. Sırıta sırıta gittim kırmızı bulutuma, öptüm ve evime döndüm. Dün için fazlaydı bile. :)

Geleceği Görüyorum


Son birkaç haftadır üstümde bi değişiklik var. Uyanmalarım da uykuya dalmalarım da farklı önceye göre. Gördüğüm rüyalara o kadar önem vermeye başladım ki oturup kelime kelime yazıyorum kanıt olsun diye sabahları. O kadar gerçekler ve o kadar gerçek oluyorlar ki ve de...

Şaşırıyorum. Bazen diyorum "Olasılıksız"ı okudum diye oluyor bunlar, kendi hüsnü kuruntumdur. Ama yok, vallahi var bende bi şeyler. Söyledikçe rahatsız edici olabiliyor hatta. Bi de kafamdakileri bilerek paylaşmıyorum ki o döngüyü bozmıyım, oluversin gördüklerim, düşündüklerim. Öyle de saçma bir inanç yerleşti işte.

Annemden geçti sanırım bu bana. İyi de yeni mi geçti? Noluyo? Hep anlatır annem yaşadığı mistik olayları, hatta bir-ikisine ben de dahil ve şahittim, korkmuştum. Ona söylediğimde de "heh tamam bana benzedin sonunda, aferin kızıma" diye çok olumlu bir tepki aldım. Bu gerçekten güzel bi şey mi ki? Araştırmaya da korkuyorum şu sonsuz bilgi olaylarını. İyice kaptırıcam kendimi, gerçek dünyadan kopucam. :P

Rüyamda labutlar gördüm geçen gün. Öncesinde de bowling topu hangi labutu devirirse devamında neler olacağını gördüm. Kötüydü benim için, üzülüyordum devamındaki birkaç saat içinde. O yüzden o labutun devrilmesini göz göre göre izleyemedim. Top tam giderken öne atılıp topun yönünü değiştirdim, yani olası geleceğimi değiştirdim. Ve bunu herkese anlattım rüyamdaki. Güldüler, ama gerçekten benim adıma sevindirici bir şey olduğunda-hem de hiç olacağı yokken- şaşırdı herkes. "İşte" dedim, "böyle öngörüyorum bazı şeyleri sanırım. Bunu nasıl iyiye kullanırım bilmiyorum. Sanırım bowling oynamamalı artık." Ve uyandım, rüyamı yazmaya vaktim yoktu dışarı çıkacağım için. Anlatmadım da, düşünmedim de zaten koca gün. Eve gelip hotmailimi açtığımda rüyamda da olan bir arkadaşımın msn'de bowling oynadığını ve berabere kaldığını gördüm. Rüyamı o anda hatırladım ve titredim.

Mesela bugün eve geldiğimde çok hızlı yürüdüğüm için çok sıcakladım, üstümde ne varsa çıkarıp dolaba koyarken hırkamı alıp koltuğa koydum, çünkü kendimi koltukta ürperirken gördüm o anda. Görmek de değil aslında, yanlış anlaşılmasın. Kafamın içinde oluşan bir imge gibi, tanımlayamıyorum. üstünden birkaç saat geçti ve aynı ürpermeyi yaşayıp hırkamı koyduğum yerden aldım hiç düşünmeden, sanki ben değil de bir başkası onu getirmişti dolaptan üşüyorum diye. Hırkayı giyince hatırladım neden oraya koyduğumu ve aynı his oturdu içime.

Kendimden korkuyorum. Son birkaç haftaya dair daha bir sürü örnek var yaşadıklarıma. Hatta bunu yazmama sebep olan bir şey daha oldu az önce ama şimdi unuttum. Hatırlayınca yazarım, ve sanırım bana bir şey hatırlatacak onu.

Hay allah korkuyorum kendimden, ama olsun belki kontrol edebilir duruma gelir ve sonsuz mutluluğa erişirim.

Vay be!

7 Şubat 2010 Pazar

Tık Tık Tık Ne Gülüyorsun?

Nefes aldığını bilmek yetiyor bazen. Sorunlar, sorunlarımız ve sorunların... Hiçbiri aşılmayacak şeyler değil, sen dedin çok önceleri. Yeter ki nefesini eksik bırakma. Kimsenin lafına uymamak gerekiyor çoğu zaman. Açık havada yalnız olmak ve kararını kendin vermen gerekiyor.

Hiç kimseden hiçbir beklentim yok. Umudum da. Öylece yaşayalım, sıkıntıdan uzaklaşıp uzaklaştırarak. Biliyorum aptalım ama laf anlatamıyorum kendime. Merak edeceğime ölürüm. İyi-kötü değilim artık. Yaptığım kendime. Ne bir çizik bundan sonra ne bir morluk. Ben zaten komalık olmuşum, gücüm yok.

Yine de huzurum var gülüşünde. Saklayamam.

6 Şubat 2010 Cumartesi

Sabah Bu, Sabah Bu Değil

Sevmiyorum işte böyle çok uyumayı artık. Rüyalarımı hatırlamıyorum çünkü. Sayfalarca yazılacak rüya görüyorum, kalktığımda sadece beynim şişmiş, başka hiçbir şey yok.

Sabah bi ara çok güneş vardı, uyandırdı ne güzel, sıcak. Ağlamadım ben de. Şimdiyse uyduruk bir kahvaltı ve ben bu karanlık havadayız. Yine de ağlamıyorum. Daha zengin hisler içinde olmalıyım. Bunun o kadar bilincindeyim ve de o kadar tersine davranıyorum ve hissediyorum ki... Zavallı psikolojisinden çıkamadım daha, kendine acıma duygusu hala kocaman oturuyor içimde.

Uzun zamandır ilk defa "geçecek" diyebildim ama kendime. Geçecek. Umudu verense ölümün kardeşi, yoldaşı, gözyaşlarının yandaşı. Olsun, ölüm de geçecek, uyku da, ağlamayacağız uzun süreler kendimize. İnsan değil miyiz ne de olsa? Başkalarının hayatlarına ağlayıp unutacağız sürekli. Bırakacağız bize de başkaları ağlasın.

Çıkın

Kafamın içinde oraya ait olan ve olmayan insanlar, olaylar, pişmanlıklar ve sinirler... Sadece onlarca kez gidememek yetmiyormuş bana bir aydır. Yol beni taşımak istemiyormuş. 24 saat içinde iki reddini daha aldım. Demek onlarca aldığım reddin de sebebi er ya da geç yollar olacakmış. Kişisel algılamak lazımmış, kişilere bağlamaktansa. Sorun bendeyse bende. O da geçer, yenilerine yer açmak için.




Hiç önemi yok, Kars'a gidicez, İran'a da. Çocuk yüzleri kırış kırış ve esmer; ve inadına gergin parlak çiçek yapraklarını dondurup dönücez. Belki dönmem. Dönmesek ya, hiçbiri de donmasa...

2 Şubat 2010 Salı

Yaptım Pişman Değilim

Ben de bir insanım. Haha. :)


Related Posts with Thumbnails