Pages

10 Şubat 2014 Pazartesi

Üç Kuşak Ruh Hastasıyız


Ben manik depresif bir aileden geliyorum. Genlerimi olduğu gibi anne tarafımdan aldığım için "aile" derken anne tarafından bahsediyorum. Babam ve o yandan akrabalarım üstüne alınmasın.

Bizim ev her zaman uç noktalarda gezinir. Toplaşıp yemek yediğimizde balkondan kahkahalar taşar; ancak on dakika sonra bağrış gürültü herkesin evlerine dağıldığı da olur. Biz hem alıngan, hem umursamaz, hem eğlenceli, hem de mutsuz insanlarız. Kendimizle de, dünyayla da bir türlü yıldızımız barışmadı; ancak ne kendimizin ne de dünyanın peşini bıraktık.

Anne ve babamı özlediğimde günlerce ağlarım; ancak eve gidince ikinci gün kavgalar başlar ve bir an önce İstanbul'a dönmek isterim. Döner dönmez, gene pişmanlıktan ve özlemden ağlamaya başlarım. Annemle telefonda konuşurken sokakları kahkahalarımla çınlatabilirim. Ancak tek bir lafından alınıp böğür böğür ağlamaya da başlayabilirim. O da aynen öyle.

Benim bildiğim kadarıyla biz üç kuşaktır böyleyiz. Kötü, fesat bir insanın düzeleceğine inanmayız, onu ancak ölümün paklayacağını düşünürüz. Kimseye karşı kötü düşünce beslemeyiz ama bir insan kendine ve etrafındakilere zarar veriyorsa ölümü hak ettiğini düşünürüz. Evet, çok yanlış; bunun nereden başladığını bilmiyorum. Tek bildiğim küçüklüğümden beri duyduğum şu söz: "E madem öyle, ölsüün..."

Ölümle gerçek tanışmamız dedemle oldu. Dedemi henüz elli sekiz yaşındayken kaybettik. Küçük yaşta olduğumdan benim için ölüm, annemin düştüğü o korkunç durumdan ibaretti. Sabah uyanıp ağlamaya başlıyor, gece uykuya dalana kadar ağlıyordu. Dili tutulmuş, yüksek tansiyon hastası olmuştu. Üzerinden on beş yıldan fazla geçmiş olmasına rağmen; "çok sevdiğin biri ölünce hayat nasıl devam edebilir ya," diye sorduğumda annemin cevabı hâlâ; "etmiyor ki" oluyor.

Biz, ölümü o kadar da iyi tanımamamıza rağmen hep ölüm odaklı yaşıyoruz. Telefonda annem babaannemin kalp krizi geçirdiğini söylediğinde; "öldü di mi?" diyorum. Biri bana "ben kanserdim," dediğinde; "hay allah nasıl ölmedi ki, yok yok, yakında ölür," diyorum içimden. Biz hastalıkları isimlerine göre değerlendirip ölümle bağdaştırmayı çok seviyoruz. Kanser, aids, verem ya da bu yeni duyduğumuz skleroderma... Bunların hepsi eşittir ölüm! Grip, nezle, tansiyon, şeker... Bunların hepsi eşittir olur öyle şeyler. Televizyonda, internette bangır bangır gripten ölen yüzlerce insan anlatılıyor, kanser çeşitlerine geliştirilen tedaviler anlatılıyor. Biz hâlâ kafamıza yer eden korkunç kelimelere göre değerlendiriyoruz ölümü. Tanrılar, ne kadar kara cahiliz!

Biz, hasta olmadan önce öğrendiğimiz hastalık isimleri doktor raporlarında bizim adımızın altına yazıldığında telaşa kapılıp hemen tabii ki öleceğimizi düşünüyoruz. Her ateşlenip kustuğunda herkesle vedalaşan, geceyi çıkaramayacağını düşünen, kendi cenazesini kafasında canlandırıp saatlerce ağlamış biri olarak en az üç kuşaktır süren bu salaklığımıza bi' son vermek istiyorum. Öyle, içimi dökesim geldi; rahatladım.

Örnek bir telefon görüşmesiyle bitirmek istiyorum;

Anneannem: (nefes nefese) Simay! Çok kötü bi' şey oldu!
Simay: Noldu noldu noldu!
Anneannem: Ama çok kötü yani.
Simay: Noldu söylesene!
Anneannem: (ağlamaklı) Ben napıcam, bilmiyorum.
Simay: Anneanne allah aşkına noldu, bak yere oturdum, noldu, birine bi şey mi oldu?
Anneannem: Annen!
Simay: NOLDU YA?
Anneannen: Annen çok kötü!
Simay: (öldü herhalde, diye düşünerek) Nerede annem?
Anneannem: Annen diyeti bırakacakmış. Çok üzülüyorum.

0 Yorum:

Related Posts with Thumbnails