Hepsi kendimi çok çirkin hissetmemle başladı. Temmuz, Ağustos, her neyse işte.
İşten ayrılmamla da taşınmamız bir oldu. Yeni ev, yeni eşya, yeni düzen, yeni bir semt, yeni alışkanlıklar ve tabii ki yeni rutinler. Bazen sıkıntıdan çocuk gibi ağlatan, bazen de, neyse ki oradalar, deyip huzur veren aptal rutinler... İki aylık topuklu ayakkabı üzerinde iş arama süreci. Sorgulama üzerine sorgulama. Beni işe alacak bu insanlar neden ayakkabılarıma ya da ceketime baksın ki? Bu görüşme yaptığım adamların benden farkı ne esasında? Yine mi tost her sabah? Her akşam saat beşte mutfağa sürüne sürüne giden ayaklarım ve yarım açık gözlerimle yaptığım yemekler. Akşamları "dizi keyfi"... Sonra hiç de sevinmeden bir işe başlamam...
Her sabah Davutpaşa'ya giderken, dönüşte ne kadar üzüleceğimi düşündüm ve tabii ki tüm gün bunu kafamdan asla atamadım. Göreceli olarak eğlenceli insanlar çevremdeyken sürekli kulaklık takıp kendi dünyama gömülmek istedim. Sonu isyan, ben gidiyorum, bu kadar da değersiz değilim, diye yakınmalar... Bir şans daha sana Simay. Al bak, burası evine daha yakın. Sana bir şans daha asıl. Al, şansımı kullanıyorum. (Çünkü bok var.) Her gün işsizken evde gerçekleştirdiğim rutinlerim daha mı iyiydi, diye sorguluyorum tuvalete kapanıp kusmaya çalışırken. İnsanların, her gün anlamsız alkış tutan bu insanların coşkusuna neden sahip olamıyorum? Neden bana da bulaşmıyor kös kös oturdukça?
Daha çok gencim diyebileceğim bir yaşta neden böylesi bitkin hissediyorum? Yalan etrafımı neden sarıp duruyor böyle? Kimin maskesi var, yoksa herkesin mi var?
Bazen müziğime ritim tutuyor ayağım ve fark edip seviniyorum. Bugün çok güzel bir şey oldu, diye annemi arayıp anlatasım geliyor. Telefonum çekmiyor. Neyse...
Somurtuyorum burada, tüm gün. Benim maskem de bu belki. Taa ki eve koşup Can'ın boynunda yüzümü tekrar yumuşatana kadar somurtuyorum. Başlarda her gün ağladım, fayda bekleyerek değil ama. Şimdi susuyorum. Çok istiyorum ama; bir gün tüm cesaretimi toplayıp çığlık çığlığa koşmaya başlamayı çok istiyorum. Buradan; bu okumayan, duymayan, bakmayan insanların arasından. İşine, iş yerine ve iş yerindeki insanlara bu kadar duygusal yaklaşan kim var burada? Boşver, yalnızsam da yalnızım; bu çok zaman önceydi.
Gurur yapıp hiç kimsenin maddi desteğini almadan bomboş bir evi doldurmak, aynı zamanda da hayâl ettiklerini gerçekleştirmek oldukça zor. Bunun için biraz küçüğüm belki de hâlâ. Neyse pişman değilim, ama hırpalandığım doğru. Parası olsa da her gün internetten hesaplarını kontrol eden bir ahmağa dönüştüm bir süredir. (Gelinlikler yanmalı!) Hepsi üst üste geldi derler ya, biraz öyle gerçekten, abartısız haliyle.
Bazı insanlarla çok iyi anlaşırsınız, kimilerini çok seversiniz, kimileriyle de birbirinize benzersiniz. Arkadaş, dost, yoldaş vs... Kafamdaki düşüncelerin bir yansımasını kendi kafasında taşıyan bir arkadaşım vardı benim de, kaybettim. Hayır, yanlış kelime. Sadece gitti, öylece. Bu da biraz ağır geliyor bu dönemde. Ağırdan çok saçma geliyor aslında. Çocukça ve de telaşlı; ve bu yüzden de anlamsız. Yanımda çok fazla insan tutmamaya karar verdiğimden beri yanımdakiler için çabaladım; ancak bazen "ama yuh!" diyerek durduğum anlar da oldu. Bu da ona benzer bi' şeydi sanırım.
Böyle depresif bir dönemde şarkıdaki gibi "mutsuzum ama keyfim yerinde" dedirtecek anlar da oluyor elbet; ama depresyon insanı bu, kafasında bunları tutacak değil ya sürekli. :)
Bugün öğlen iğrenç bir yemek yedikten sonra mideme yine sancılar girdi ve "oradaysan yardım et artık!" diyerek kendimi dışarı attım. Kendimi bir anda Şişli'de buldum, kafamdan geçen binlerce düşünceyle ve tabii ki onları kaplayan kocaman bir hiçle bu defa kendime, "Ayol n'apmışım ben?" diye sorup ayaklarıma baktım ve onları geri çevirdim. Dönüş yolunda kendime gündüzün ortasında aydınlık bir nokta aradım ve her günün sonunda hatırlattığım şeyleri sundum kendime.
Bu, kelimenin tam anlamıyla "manyak" hayata tutunmamı sağlayan şeyler; her sabah metro istasyonunda kırk dakika oturup kitap okumak, sabah işe geldiğimde ortalık, PowerTürk dinleyip şarkılara topluca eşlik eden insanlarla dolmadan önce yarım saat kadar ufaktan bir şeyler yazabilmek ve eve döndüğümde o beyaz, uzun boyuna suratımı yapıştırmak. Yoksa her an, uykumda bile geçen her an ağlamaya hazır koskocaman gözlerimi tutmakla geçiyor. Bu kadar mânâsız bir hayat yaşıyorken, yapabileceğimden fazlasını yapıyormuşum gibi geliyor ve bununla avunuyorum işte.
Hadi şarkıyı dinleyelim canım.
13 Şubat 2013 Çarşamba
Ayların Ruh Raporu Bu Belki
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)