Pages

24 Aralık 2010 Cuma

Bi' Sorum Var


İnsan tanımaktan bıkmıyorum galiba. Dünyada beni en çok sinir edecek şeyler zaten insanlarken ben hala inatla insan tanımaya çalışıyorum. İnat mı hırs mı bilemem. Keşke başka güzel konularda olsaydı bu hırsım. Ne bileyim mesela kitabımı yazsaydım, zaten tanıdığım insanların üstüne master yapsaydım gibi gibi...

Böyle olunca, hırsım saçma sapan şeylere yönelince kafamda bir sürü soru beliriyor. İki-üç gündür sadece şunları düşünüyorum mesela: Utanıyor musun? Korkuyor musun? Yoksa en fenası üşeniyor musun? Kendi kendime düşündüğüm için cevap alamıyorum tabii. Ancak empati kurabiliyorum. İnsanlar güzel şeylerden neden uzak dururlar? Ya da sonunu görmedikleri yollara neden sapmazlar? (ki gidecek başka yol da yoktur, onlar öylece boşlukta süzülmeyi tercih ederler) İnsanlar neden onları heyecanlandıracağını bildikleri şeyleri görmezden gelmek için kasarlar? İnsanlar ne biçimdirler böyle ya, saf ayağına yatmak ne kadar eğlenceli olabilir ki? İnsanlar görerek ve gördüğünü göstererek saatlerini geçirmektense neden boşverirler? İnsanlar neden üzerler, neden sinir ederler?

Olumlu olan her şeyi anlayabiliyorum. Kasten ya da değil, ama sonuçta olumlu işte, fazla düşünmeye gerek yok. Bu aynen sevgilinize sürekli "Beni neden seviyorsun?" diye sormak gibidir. Ancak olumsuz kararları ve tavırları anlamıyorum. Kasıt var mı yok mu çoğunda çözüyorum ama böyle çözemediğimde deliriyorum. Yani kötü olurken ne mesaj vermek istiyorsun? Utanıyorsun da mı kötüsün? Korkuyorsun da mı kötüsün? Üşeniyorsun da mı kötüsün? Yoksa sadece ve hep kötü müsün?

Çözmek için varımı yoğumu vermem elbette; sonuçta çok insan var şu salak dünyada; ama önemli ki soruyoruz, bir şey biliyoruz ki soruyoruz. Çile bunlar, oysa hayat ne kısa ve ne saçma aaa!

Sonunda Ólafur Arnalds


Benden genç insanların ilgilendiğim alanlardaki başarılarına çoğu zaman katlanamam. "Neden ben değil de o?" diye sorarım. Ólafur Arnalds da onlardan biri aslında. Dinlediğim her şarkıda "Allah kahretsin, muhteşemsin ya!" diye söyleniyorum. Müzisyen olsam yapmayı seveceğim bir tarzda tam da benim yapacağım parçalar yapıyor. Ama yetenek olmayınca, ya da hala kendimde o yeteneği keşfedemeyince malum onu dinlemekten başka çare kalmıyor.

Lastfm sayesinde keşfettim kendisini ve o gün bugündür beni kendimi jiletleyecek kadar mest etmeye devam ediyor. :) Feysbuk'ta online iken yakalayıp o zamanlar yazı yazdığım internet sitesi için röportaj istemiştim. Soğuk ülkenin sıcak kanlı adamı ya, hemen olur demişti. Gerçi sonra Çin turnesine çıktığında "kusura bakma kendime bile zamanım kalmadı, ben de şaşkınım" diye reddetti ama olsun. Candır 
Ólafur, röportaj falan hikaye; tek istediğim canlı canlı onu ve grubunu dinlemek.

Bu adam beni kayıtlarıyla bile boyutların dışına çıkarıyor, canlı halini tahmin edemiyorum. Çok güzel olacak, onlar çalacak ve oradaki herkes herkesin varlığını unutup yalnız onun için çaldıklarını sanacak. Herkes kendini işte bu kadar özel hissedecek.Sonra konser bitecek, herkes nerede olduğunu bir anda anlayacak ve ağızlar açık şekilde bir süre bilinçler yerine gelmeyecek. Yerine geldiğindeyse "Ama yetmedi ki!", "Bundan böyle sen nereye ben oraya Ólafur!" gibi sözler söylenecek.

Boşa bağrınmadım ben "Getirin bu adamı buraya" diye bütün organizatörlere. Oh olsun! Daha çok var aslında ama 10 ve 11 Şubat'ta İKSV Salon'da, Ólafur ve ben, Ólafur ve sen, Ólafur ve o...

18 Aralık 2010 Cumartesi

Ayrışma


Bu bizim Barış'la sevgili olarak yaşadığımız son anın fotoğrafı. Az önce buldum. Bunlar da bizim ayaklarımız değil aslında. İşin ilginç ve güzel yanı da bu belki. Adamın pantolonunun dikişlerine bi hikaye yazdım bile; anlatmaya değmez. :) Ama son anımızda bir kadın ve erkeğin yan yana bir fotoğrafını çekmiş olması çok ilginç geldi. Sanki mesaj vermiş gibi. "Bak o ayaklar bizim bile değil" dermiş gibi. "Biz farklı ayakkabıların insanlarıyız" dermiş gibi. Hehe :) Aslında amaçsız olduğunu biliyorum, sabahın köründe işe gidiyordu ve makineyi eline alıp çekti sadece. Oysa bana demiş ki; "Ayrılalım mı biz Simay?" Mesajı alamamışım, üzgünüm.

Zaman geçiyor ama, ayrılık fotoğrafımıza bakıp sinirlenmemek, üzülmemek güzel, oldukça güzel. Düzgün giden şeyler var, hem de aynı ayakkabılarla.

Kendime not: Bu da Barış'tan son bahsetmem olsun burada. Eh fotoğrafın hatrına. :)

17 Aralık 2010 Cuma

Demirkubuz Yeraltı'na Ne Kadar Girebilir Ki?


Tepem attı!
Zeki Demirkubuz Yeraltından Notlar'ı senaryolaştırmış ve başrolünde Engin Günaydın'ın oynayacağı bir film çekecekmiş. O film olmaz, benden söylemesi. Küçükten büyüğe gidecek olursak...

Engin Günaydın bence çok yetenekli bir oyuncu, başarılı da. Ama Yeraltından Notlar'ı okuyan hiç kimse bana o suratın kitaptaki adamın düşünce ve hislerini bize verebileceğini söyleyemez. Yanlış kişi seçilmiş eğer söylenen doğruysa. Yani Engin Günaydın'dan Yeraltı Adam olmaz. Zaten herhangi bir oyuncunun bu karakteri canlandırabileceğini de sanmıyorum. O kocaman 20 yılı o küçücük yeraltında geçirmesi lazım insanın. Ben o adamlardan birkaçını gördüm. Onlar da ya rol kesemeyecek kadar sarhoşlar şimdi, ya da kamera karşısına geçemeyecek kadar yerin dibinde... O yüzden Engin Günaydın ya da başka bir oyuncuyla bu iş olmaz.

Zeki Demirkubuz'a gelince. Bana Türk filmi izleten bir adam. Gerçekten çok beğeniyorum filmlerini. Oturup bir tane filmini izleseniz bile daha sonrasında bilmeden izlediğinizde onun çektiğini anlıyorsunuz filmi. Adam sahnelere görünmez imzasını atıyor bir nevi. Ama Yeraltından Notlar'a gelince işler değişiyor. Kitabın senaryolaştırılması bitmiş sanırım. İnsan bu kitabın eleştirisini bile kafasına çorap geçirerek yapabilmeliyken Dostoyevski'nin kelimelerini alıp nasıl yeniden yazar? Hayır ben de seviyorum metinlerarası denen olayı. Ama metin var metin var. Sonra çıkıp sette neler söyleyecek Engin Günaydın'a, neye göre rol yapmasını isteyecek? Hem nerede çekecek filmi? Of kafam çok karışıyor düşündükçe sinirleniyorum yeni yeni sorular soruyorum Zeki Bey'e. O da o sakin ifadesiyle bakıp kısık bi sesle bana "Telaşa gerek yok, güzel olacak." diyor. Demesin hiç, gerek yok.

Ve gelelim romana. Dostoyevski benim en sevdiğim yazarlardan biri değildir, en sevdiğimdir. Çok kitabını okudum ama Yeraltından Notlar bir kitap değil benim için. Ya da kitapsa da kutsal kitap gibi bir şey işte. :) Yeralıtı Adam'da benden çok şey buluyorum. Herkes okuyup izlediğini kendiyle bağdaştırır biliyorum, ben de hep yapıyorum ama bu adam benim için başka. Sanki yıllar yıllar önce doğacağımı bilen Dosto'cuğum beni yazmış, bunu söylediğimde ergen izlenimi verip dalga konusu olabilirim ama hislerim bunlar. Özel diyorum işte, özel anlasana! O adamdan çok gördüm, o adamı çok yaşadım, o adamın hayatında, yaşadığı sokaklarda çok dolaştım. Şimdi gelmiş bu derece özel bir yapıtın aynı anda yüzlerce insan tarafından salonlarda izlenebileceğini söylüyorsun bana. Olmaz o iş! Becerilecek bir şey değil bu, bazı şeylerden uzak durmak lazım, mükemmellikleri tehlikeli olabilir çünkü.

Kulaklara gözlere abartı gelebilir bu düşüncelerim, "rahat ol, bi şey yok" diyebilirsiniz; ama hayır! Köşelere sinip yıllarca gizli gizli okuyacağım kitabımın sayfalarını paramparça ettirmem. Madem bu kadar önemsemiyorsunuz ne kadar müthiş olduğunu, bir defa okuyun da kitaplığa kaldırın şunu ya. Bari bunu malzeme etmeyin. Bırakın rahat uyusun eh.

Ay çok sinirlenmişim :/

12 Aralık 2010 Pazar

Diliyle Ritim Tutan Kız

Dün bir kariyer sitesinin kişilik envanteri testini çözdüm. Bana "hayatınızda büyük bir değişim yaşadınız mı?" diye sordu. Cevap vermek için sadece 120 saniyem vardı ve ben hiç düşünmeden yaşadığım en büyük değişimi yazdım. İşte yaşadığım en büyük değişim o kadar kısa sürede anlatılabilecek bir şeymiş dedim sonra da.

"Peki bu değişim sonrasındaki tutumunuz ne oldu?" Bu sefer 60 saniye... Eskiden olsa değişimlerim sonrasındaki tutumlarıma bakarak "HİÇ" diyebilirdim. "Sadece devam ettim" diyebilirdim. Ancak o 60 saniyede yazacak o kadar fazla şey buldum ki bu sefer. Bunun gibi bir sürü soruya uzun uzun cevaplar verdim. Karşımdaki robotla bildiğin dalga geçtim. Şimdi işverenler o test sonuçlarına göre beni değerlendirecekler, ne garip, ama deneyim aramalarından çok daha iyi belki de. İki dakikada kim yarım sayfa kusabilir ki? Hehe :)

Yaşadığım değişime gelince... Kesinlikle Barış'la ayrılmak değildi bu. Ona zaten bir süredir hazırlanıyordum. Tek yapmam gereken bu sefer daha istikrarlı bir ayrılık yaşamaktı, yapıyorum da. O konuda neredeyse hiç zorluk çekmiyorum; iki ya da üç günde bir sorguluyorum sadece. Neden ya? Aslında ne kadar saçma birlikte olmamamız diyorum. Sonra hemen bunları söyleyen Simay'ı susturuyor etrafımdaki güzel olan her şey. Yaşadığım değişim verdiğim karar oldu aslında. Tek ortak noktaları aynı döneme denk gelmeleriydi belki. Ya da en fazla "nasıl olsa artık beni bağlayan hiçbir şey yok buraya" düşüncesi kararımı tetiklemiştir.

Ben gidiyorum, yani hemen değil ama gitmem gerektiğini anladım ve gitmeye karar verdim. Karar verdim işte ya. İzleyecek film seçmekten daha zor bir karar ve de. Daha önce iki, hatta üç, hatta dört kişilik planlar yapıyordum gelecek için. Sonra hiç plan yapmamaya başladım. Nasıl olsa ölüp çürüyecektim ve ölü bir bedenin yapacaklarıma hiç de ihtiyacı olmayacaktı. Şimdiyse oturup bir güzel aydınlandım ve yakın gelecekler için plan yapmanın bir sakıncası ya da zararı olmadığını gördüm.

Yaşadığım bu değişimi şu anda ifade edemiyorum, dün o küçücük kutuya bir güzel sıkıştırıvermiştim oysaki. Şimdi detaylardan bahsetmek biraz garip geliyor, nelere karar verdiğimi ve bu uğurda attığım adımları bir bir anlatırsam değersizleşeceklermiş gibi geliyor. Ama çabalıyorum, anlaşılacağını da biliyorum zamanla. Benim gerçek değerimin bilineceği yerlerde olmak için bacaklarımı normalden daha fazla açarak adım atıyorum hiç alışkın olmadığım şekilde.

Bir keresinde demiştim, "gideyrum yeşil ülkeye, geleysun?" diye. Şimdi sormama gerek yok, sadece gideyrum ben, haberin olsun. :)

7 Aralık 2010 Salı

İkinci Elime Dokunma


Bayılırım ikinci el eşya satan dükkanlara. Başkalarının giydiklerine, okuduklarına, kullandıklarına sahip olmak bana heyecan veriyor. "Neden bunun altını çizmiş, bu ceketin dirsekleri nerede otururken yıpranmış, bu çantaya neler doldurup hangi sokaklarda dolaşmış bu insan?" Bunları düşünmek ve her şeyin üzerine biraz hikaye yazmak hoşuma gidiyor. Zaten bence ikinci el eşya kullanmanın zevki buradan geliyor. Yoksa ne daha ucuz ne de daha uzun ömürlü. Başka hayatlara bulaşmanın keyfi var sadece. Benim için tabii...

Bazıları ikinci el olayını yanlış anlıyor sanırım. Ben de arkadaşlarımın kullanmadıkları eşyalara hemen atlarım, ama "Şundan artık bıksa da ben giysem" diye göz koymam kimsenin kazağına. "Şu kitabı rafın arkasına koyayım gelmişken, unutsun varlığını, o sıkılmasa da gelir çalarım bir gün, ruhu duymaz." İşte bu, ikinci el mantığına terstir. Ve bunu arkadaşlar yapıyorsa bu arkadaşlığa da terstir; tamamen yanlıştır.

Konumuz ne çalınan bir kitabım ne de bir arkadaşımın göz koyduğu kazağım. Konumuz bana ait olmayan bir şey oysa. Ne bana ait olmasını istiyorum zaten, ne de benim sahiplendiğimin düşünülmesini. Ben o kitabı okudum bir defa, o kazağı da delik deşik ettim zaten. Şimdi sen bu soğukta delik deşik bir kazakla oturmuş son sayfası tarafımdan yırtılan kitabı okumaya çalışıyorsun arkadaşım. Ölürsün sen benden söylemesi, hem donarak hem merakla.

Related Posts with Thumbnails