Her şeyden bahsedip konuyu yine uçmaya getirdiğim bir başka saçmalama. :)
Bir adım geri, ya da bir adım ileri. Bir şeylerin belli olması için gereken zaman, an bu kadar. Dahası yok. Sadece bir saniye. Hızlı ya da yavaş olayım, istekli ya da isteksiz, kızgın, mutlu, hüzünlü, gözümde gözyaşı olsun olmasın. Hayallerim gerçekleşmemiş olsa da, belki de her şeye sahip olsam da... Eksiklik dolmayacak, boşluk, delik kapanmayacak. Bundan hiç bu kadar emin olmamıştım. Durum beni bu şekilde emin olmaya sevk ediyor belli ki. Kafam bu kadar meşgul edilmeseydi, rağmen kelimesine rağmen bu kadar hakarete maruz kalmasaydım farklı düşünebilir ve hissedebilirdim.
Yine kalabalığın içindeyim. Kendime bunu yapmayı seviyorum. Yalnız bırakılmayı değil, kendimi bunun içine sürüklemeyi seviyorum. Nasıl göründüğümü, ne düşündüğümü önemsemiyorum bu çekiliş anlarımda. Tek düşüncem kafamdakileri bir şekilde boşaltmak. Gözlerimi yukarı kaldırmam kadar bir süre işte yok olmakla var olmak arasındaki süre. Şimdi varım, bakıyorum ve yok oluyorum. Varım, tekrar yokum, yine varım, yine yokum, bir varım, bir yokum.
Hangisini seçersem orada sonsuzluğa ulaşmak güzel olurdu. Yoklukta bir sonsuzluk var elbet, tartışılmaz. Varlıkta yok ama. O zaman sadece kelime karşıtı değil, yan anlam ve değerlerde de karşıtı varlık yokluğun. Biri olmadan da diğeri olabilecek kadar da uzaklar karşıtlıktan belki.
Tek bir an yok oluşum. Var oluşum değerli gelmiyor artık. Şükretmeyi unutalı da çok oldu. Teşekkür belki son zamanlarıma ettiğim. Şimdiyse farklı. Kelimeler yok, düşünceler var ama kelimeye dökülmüyor; hayal olarak kalıyorlar. Hayaller, rüyalar, güzel olanlar; hepsi korkuyla bütünleşiyor şimdi. Hepsini kapsayan kötülükler hayalleri kırıyor, rüyaları kabusa çeviriyor. Bende böyle. Rüya görmeyi, hayal kurabildiğim süreci özledim. Yarıda bırakılıyorum; kafam basmıyor artık fazla. Çabalamıyorum. Salındım, öylece gidiyorum. Salmaktı son istediğim düşüncelerimi, kendimi. Çıplak ve üşür kalmak korkumdu. Korkumu yaşıyorum. Rolümü iyi oynayamıyorum, umudumu kemiriyorum.
Kendimi yemeyi bile kendime bırakıyorum. Elmayı ısıramazdım küçükken, babama gidip "kapı açar mısın?" derdim. Şimdi ben bir elmayım, kapıyı açansa babam değil; kapı açılıyor, kurtlanmamak uğruna dişliyorum kendimi. Kapı açılmasa, en azından bir süre parlak, kırmızı dursam, çürüme başladığında da çöpe atılsam. Zararsız, hissiz, acısız yok olup gitsem. Ama bunda acı var, zarar var. Çekirdeklerimi bile görüyorum artık, sadece çöpe atılmayı bekliyorum. Yine o an, bir an beklediğim. Kıyısında, sınırında bekliyorum, kendimi itemiyorum, o an için tek eksiğim cesaret. Yapamıyorum. "İt beni" diye yalvarıyorum, üstüne bir de salak görülüyorum.
Beynimin çürümeye belki de ihtiyacı vardı, ama bunu görmek zorunda değildim, an an yaşamak istememiştim. Önce ağır bir darbe, sonra da bitkisel hayat, sadece güzel rüyalarla geçen bir ömür, ta ki biri fişini çekene kadar, o ana kadar.
Aslında şu anda fena hissetmiyorum, hisler düşüncelerin önüne geçmeliyse onlardan da bahsetmek gerek. (Geçmeli diye düşünmüyorum ama neyse...) Açlık var his olarak. Of hepsi o anı istiyor işte, düşüncede ve histe o ana ihtiyacım var. Doymuyor ruhum, böyle havada durmak beni doyurmuyor. Uçmak, en azından süzülmek istiyorum. Gidebildiğimi görmek... Nedeni yok, yolu yok, imkanı da yok belki de ama uçmak işte.
Sadece kafam olsun, hiçbir şeye ihtiyacım yok. Rüzgar yüzüme çarpsın. Geçtiğimi, ilerlediğimi, bulanık da olsa göreyim, alıştım bulanıklığa, fazlasında gözüm yok. Rüzgarı, kuşları, çanları, duaları, çığlıkları ve kahkahaları duyabileyim yukarıdan; gerekirse yere yakın uçarım, yeter ki uçuş olsun. Ve farklı şehirleri, insanları, hayvanları koklayabileyim. Denizleri, okyanusları, nehirleri tadabileyim; geçtiğim şehri - İstanbul kadar iğrenç bir tadı da olsa yalayabileyim. Tadını almak, şehir tatları uzmanı olmak istiyorum. :) Pis semtlerin tozunu alıp gösterişli caddelere tükürebileyim çamur halinde.
İşte hepsi bir ana bakıyor. Bir an, sırtım kızarır, kaşınır, kabarır ve mükemmel bir görüntü ve gürültüyle kocaman gri kanatlarım çıkar. Tam şimdi, herkesin arasındayken. Kanatlarım çıkar ve hiç durmam, arkama hiç bakmam, vapurlardan simit atarlar doyarım, kafamı suya sokup temizlenirim. Çoğalmaksa umrumda değil şimdi. Tek istediğim kanat. Ya da ölüm işte.
Tüm bu hissettiklerime son verecek tek şey kanat ya da ölüm. İkisi de imkanlı ve imkansız, yakın ve uzak, iyi ve kötü. İnsan isyan ediyor bir süre sonra, lütfen biri olsun artık! Uçsun Sim, ya da ölsün.
07.01.10
01:10
Küçük Beyoğlu