Yaşamaya devam edebilmek için yemek yemeye ihtiyacımız var; peki yemek yemek için neler çekiyoruz? Önce uzun bir bekleyiş. Hem de yemeğimizi bitirdiğimiz andan itibaren. Oturup sadece acıkmayı bekliyoruz. Kafamızda hep "Acaba ne zaman acıkacağım?" sorusu. Dur dur sana bugün başıma gelenleri anlatayım. Yemek yedik öğlen ve bitirir bitirmez ilk düşüncem akşam işten çıktığımda ne kadar aç olacağımdı. Hatta yemek yerken bile, doyarken ve dolayısıyla yaşamımı sürdürebilirken bile bundan bahsedebilecek kadar alçaldım.
Öğleden sonramı silmek istiyorum aslında bugün. Yaşanmamış olsun, kaldığı yerden devam etsin. Büyük algılama sorunları, henüz hissedilmeyen bir yokluğun sinyalleri, mal mal bakışlar ve kafamda bin bir türlü düşünceyle yine de "öf akşam ne yemek yapsam?" sorusunu sorabilecek kadar "akıllı"ydım. "Keşke yalnız yemesem" diye düşündüm sonra yalnız olacağımdan emin bir şekilde. Sonra bilmediğim yemek menülerini okuyarak kendimi daha da acıktırdım. Kendime yaşamımı sürdürmem gerektiğini hatırlattım durdum.
Az önce de çıktım aptal saptal bir yerde bezelyeli bir yemek yedim. Parayı uzatırken de içimden uzun zaman sonra yine "Buyrun, lütfen beni yaşatın, alın alın." dedim. Bütün yemek boyunca bunları düşündüm. Doğanın bize bedava sunduğu şeyleri birileri sinsice toplayıp süsleyip püsleyip bize bir şeyler karşılığı veriyor. Utanmazlar! Hayatımızı her gün her an satın alıyoruz. Bir gün olsun "ver şu paramı geri yemiyorum senin boktan yemeğini" demiyoruz sırf bu sebepten. Hayat pahalı diyorlar ya, yanlış; hayat satılık. Gerçi herkes satılık olduğunu kabul etmiş ki pahalı deniyor işte. Ama öncelikle pahalı değildi, satılığa çıktı ve pahalandı.
O yüzdendi İstanbul'dan ayrılma isteğim. Ve her bezelye boğazımdan geçerken aynı şeyleri söyledi borularda. "Para çiğniyorsun şu an, git bak hepimiz oradayız esasında, git bak, çık bi git bi bak! Neden yeşilim sanıyorsun? Neden ortalıkta hep bir kağıt kokusu var? Git bi ya, Simay git bi çık, bi dolaş, bi gör ya, Simay ya"
Yaşamak için yiyoruz, yemek için çalışıp kesilmiş kağıtlar alıyoruz karşılığında. Sonra da küçük çocuklara burun kıvırıyoruz kendilerine aptal oyunlar buluyorlar diye. Bu dünyada çocuk olmak kadar güzel bir şey olmadığını gördüm sonra dönüş yolunda. Annesi çılgınlar gibi kazaklara, gömleklere dalmış kıvır kafalı bir kız gözlerini mağazanın tavanından alamıyordu. Işıklar yeter çünkü çocuksan. Bir avuç çamur, köpek şeklinde bir bulut, çukurlardaki su birikintileri yeterli yaşamana. Aptamil'le beslenmek zorunda değilsin aslında, ya da sütünü steril biberonlardan içmek zorunda değilsin. Ultra emici bezler bağlanmasa kıçına belki daha mutlu bile olursun hatta. Çocuksun çünkü.
Çocuk olmak istiyorum. Otobüste astım krizine girip ölümün eşiğine gelen adamı izlerken ağlamak istemiyorum. "Oğlum bilmemne şehrinde öğrenci, karım da yok, arayacak başka kimsem yok; ilacım da yok, burada ineyim hastaneye götürün beni lütfen." diye inlediğinde babamı arayıp "nolur gel artık, çok yalnızım" diye böğürüp onu da ağlatmak istemiyorum. Büyümek istemiyorum daha fazla, yaşlanmak istemiyorum, gençleşmek de istemiyorum. Dikdörtgen şeklinde kesilmiş kağıtları da istemiyorum. Çocuk olmak ve ışıklara dalmak istiyorum dakikalarca. Tek düşüncemin sevilmek, okşanmak olduğu zamanlara geri dönmek istiyorum. Hafızanın olmadığı, tutkuyu kelime anlamıyla yaşadığım çocukluğuma geri dönmek istiyorum.
Bu iç sıkıntıları hayra alamet değil; sanırım mutsuzum. Boş ve boşalır durumda.
"Bedava yaşıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamur bedava;
Otomobillerin dışı,
Sinamaların kapısı,
Camekânlar bedava;
Peynir ekmek değil ama
Acı su bedava;
Kelle fiyatına hürriyet,
Esirlik bedava;
Bedava yaşıyoruz, bedava."
Şu anda parmağımı boğazıma sokup tüm o konuşan bezelyeleri üstlerine kusmak istiyorum Küçük Beyoğlu denen iğrenç sokakta içen ve ağzı açık eğlenen herkesin. Gidin be!
18 Şubat 2011 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 Yorum:
Yorum Gönder