İntihar eden bir kız son sözlerini buldum. Biraz uzun ama son söz sadece “elveda” olmamalı bence zaten. Ve o artık yok, ne ilginç.
09.01.2010 20:13 Fabrika Teras
Farklı kağıtlar, aynı hisler, hissizlikler. Yine de anı anıdır. Her şey hiçbir şey ve hiçlik her şeydir şimdi.
İçimden o taşanları aktarmak, belki elveda, belki merhaba diyebilmek için koştum durdum. Kalemim eski sarı tükenmez kalemlerden, kağıdımsa sigara kartonu. İstediğim an istediğimi yapabilmenin mükemmelliği ve nefesimi kesen heyecanı. Umrumda değil artık, hiç kimse, hiçbir şey, hiçbir yer, hiçbir zaman. Kendime bir “hiç mekan” yaratamadığım buralardan gidişime içiyorum. Şu kadarcık kalmışım gözlerde (baş ve işaret parmak arasında bir santimlik yer gösterilir bu sırada). O şu kadarcıklığımı büyük bir telaşla ve hızla kaybetmek istiyorum. Ben babamdan tokat yemedim, kimseye bana zarar vermesini sağlayacak kadar zarar vermedim. İçimden gözlerimi kapayıp yok oluşumu izlemek geliyor. Uzun sürecek hissi var ama. O yüzden gözlerimi de zorla kapatmalıyım sanırım. Gerekirse çengelli iğneyle yanaklarıma kadar çekerek, olabildiğince zarar vererek. Bir hikaye yazmak istiyorum, hayal kadar akışkan, gerçek kadar can sıkıcı, yoğun, katı. Kurgu! Ne güzeldi kurgu bilincimin açık olması. Ne güzeldi hepsini anlamak, yalanı doğruyu ayırt edebilmek, ne güzeldi hangisi gerçek hangisi hayal ürünü, kurgu bilebilmek. Yuh, hislerin yanında duygular, duyular, düşünceler, bilinçler, farkındalıklar da yok olmuş. Ben sadece dişi bir bedenim şimdi. Sadece kemik, et ve kan yığını. Başka bir şeyim kalmadı. Neymiş? Şu kadarcıkmışım. Sen ne kadarsın acaba? Gözümde, gözlerinde, gözlerde ya da kendince? Ne kadarsın? Üstümde güç gösterisi yapacak, ağzıma “Öl!” diyerek ilaç sokacak, tüm duygularıma duygusuzluk, hatta hayvanlıkla cevap verecek kadarsın. Umarsız, düşüncesiz, alkolik, pislik... Ne yazıcam ya... umrumda değil artık. Sevebileceğim hiçbir şeyin kalmadı. Gözlerindeki alevleri gördükten sonra... Neyden sonra? Hiçlik, hiçbir şey. Nisan ayıydı, aptaldım, sarhoştuk, dışarıda, ilk midye yemem, nar kokusu, Olga yatıyordu, bilmediğim bir ev, semtler, yine İstanbul. Sonra Bodrum... ve yine İstanbul. Yoktuk. Heceler vardı, hala var... Okuduklarım... Tartışmalar... Gelmeler ve elbette ki gitmeler... Otobüste... Şehir yokken... evet yoktu, İstanbul değildi, Bodrum da... Didim de... Güvercinlik de, Side de... Yok İzmir hiç değildi. Belki Bursa’ydı, belki Balıkesir, Ayvalık olamaz, çadırda değil. Kokşuşmuş tuvaletlerde işemiyorduk... Çamlar, kozalaklar... İmkanı olmadan makarna olmaz... Hemen şuracıkta balkondan sarkan bacaklar... Aşağıda uğur böcekli pasta teklifleri olmadı, kokteyller yapılmadı ve sihirli anlar yaşanmadı. Bir akşam Karaköy’de can yeleği düdüğü çalmadı, altına işeyen de yok... Efes’i beğeniyor herkes... Kamikazeye binmiyorlar. İmkansızı istemiyor insanlar... Tır şoförü tanımıyorsan tıra binemiyorsun artık; dünya değişti. Kuşadası simsiyah... Dondurması sakızsız Ayvalık dondurmacılarının. Ayvalık tostuysa sadece Galatasaray’da satılıyor. Hikayeler yazıyor S. hala, çünkü kafası çalışıyor, hala hayal kurabiliyor. Dünya hayalle dönüyor. Herkes istediğini yaşıyor ve yaşatıyor. Oscar Wilde’ın dediği gibi yıllar önce, sevdiğini öldürüyor herkes. Nasıl olduğunun evet, hiçbir önemi yok. Sevdiğini öldürüyor insanlar. Ölümüm şu an söz konusu ve sevilmek güzel geliyor, severek öldürülmek... Hikayenin sonu elleri kana bulanmış bir barış ilan edilmesiyle geliyor. Önemi yok, sevgiyle olursa kanlar görünmüyor, kanlar hiç görünmemişti yaralanırken bile. Beklemiyoruz artık zaten görünmesini. Sevdiğini yaşatandan çok öldüren var artık; hem de Reading’de yatmıyor hiçbiri. İstekler farklı, cezalar farklı ve yanlı artık. Kimsenin ayak bileğinde ağırlık yok, ya da kimse kürek çekmiyor artık istemediği yere, zorla. Dünya tam da hayallerimizdeki gibi şimdi. Kurduğu dünyadan memnun olmayanlar ya gitmeyi seçiyor benim gibi, ya da gönderiliyor memnuniyetsizlikleri anlaşılıp. Yazmak ne güzel. Her şey bitip tüm bedenim çürüdüğünde bu şarap kokulu nefesimi verdiğim kağıtlar kalacak. Evet, bak şu an nefes alıyorum, nefesimi verdiğimde buraya hapsoluyor bir şekilde. Benden kalıyor, size, isteyen, istemesini ve isteyeceğini bilen size. Bu yazılarla pişmanlıklar ve hüzünler de gelecek belki ama kalacak, elimde değil. Her ne zamansa bulunacak bunlar, uzun ince kağıtlar, kartonlar, bira etiketleri, orası burası, çeşitli yerler, anlık ve bana ait. Dokununca nefesime dokunulacak, okuyunca beynime, ve ruhuma. Çok sağlıklı bir düşünce değil bu biliyorum, ama çok da umrumda değil. Tek düşüncem annem babam. Asla bilmesinler, görmesinler yazdıklarımı. Sakın ha dokunmasınlar hiçbirine. Tek isteğim bu. Yarattığım ve yaratacağım sıkıntı ve yıkıntının farkındayım. Öyle ki tek korkum da bu. Bana bi şey olmaz, olan olmuş zaten. Olan olacak zaten, olmak üzere zaten.. Gidecek yerim yok, zaman kavramım yok, isteğim yok. Her şey başa sarıyor. Keşke 19 yaşında olsam yine diye düşünüyorum, bu kadar samimi ve duygusal olabilseydim yine, yine hislerim olabilseydi. Anlaşılmayı yine böyle özlemle bekleseydim, çabalayacak gücü bulabilseydim, sömürülmeseydim. Keşke böyle hislerle dolu olabilseydim, hatamdan ders çıkaracak kadar akıllı olabilseydim keşke, ve şu kadarcık kalmasaydım. Bunu kendime yaptırmasaydım. Mutlu olmalı, yalan söylememeli ve içinden geldiği gibi dürüstçe düşüncelerini bağıra bağıra yaşamalı. Vee, hayaller gerçek olur. Benim olmadı, çünkü taviz verdim ve beceremedim. İnanıyorum olabileceğine. İnancım, pek çok şeye olan, yok olduysa da... Her neyse, göremeyeceğim belki de başkalarının mutluluklarını ya da hayal kırıklıklarını. Hiçbir şey zaten bilmiyorum, algılayamıyorum; tamamen sıfırlanacak. Anne, baba, neden varsınız? Ya da neden tutuyorsunuz beni bu kadar? Uçmak istiyorum... Son anım da olsa uçarak değerlendirmek ve sonra yok olmak... Elveda demeye yetmeyecek olsa da gücüm... uçmak...
30 Ekim 2010 Cumartesi
Harfler Mi Kalır Ölülerden?
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 Yorum:
Yorum Gönder