Beni fiziksel ve ruhsal olarak bir duvardan diğerine fırlatıp duran, zımparalayan, içimi şişiren, beynimi kurutan bir sürecin sonuna geliyorum. Yakın gelecekte bir bir tüm sözlerimi geri alacağımı hissettiğimden, bunları şimdi bir yerlere kayıt etmezsem pişman olacağımı da biliyorum.
Doğrusunu en acı şekilde öğrenerek yanlış bildiklerimden sıyrıldım hep; hamilelik de benim için öyle. Dinleyerek, izleyip gözlemleyerek öğrenilecek bir şey olmadığını, hamile olduğumu öğrendiğim an gördüm. Dayak yiyormuş gibi, etimden et koparılıyormuş gibi acı çekerek ağladım. İnsanın çocuğunun olmamasını istemesi biraz zor görünüyor bana. Böylesi şişkin egolarımızla hepimiz birer "eser" çıkarmak istiyoruz; ben de tamamen kendi özgür irademle bu kararı aldım. Ancak gerçekleşme ihtimalinin bu kadar yakınında, bedeninin içinde olması da insanı böyle dehşete düşürebiliyor.
Gerçeği kabul etmem birkaç ayımı aldı. Başlarda normal hayatıma devam edeceğimi, içki içmek dışında o güne kadar ne yapıyorsam yapabileceğimi kurguladım. Arkadaşlarımla akşam çıkabilir, konser izleyebilir, sinemaya gidebilir, hafta sonu ufak ufak da olsa koşmaya devam edebilirdim. Çevremde hep bunları duydum, okudum çünkü. Yalan! Birkaç denemeden sonra tek yapmak istediğimin uyumak olduğunu düşündüm. Eğer uykumdan bir dakika bile çalıyorsa, yaptığım her şeyin zaman kaybı olduğunu düşünürken yakaladım kendimi. Konsere gitmek şöyle dursun, dışarıda yemek yerken bile eve gidip kanepeye uzandığım anları kurdum kafamda. Akşam sekiz, sabah sekiz uyuduğum zamanları iple çektim çalışırken.
Normalde de çantasında Talcid ve çubuk krakerle gezen biriyim, benim için o yüzden biraz daha ağır geçmiş olabilir ilk zamanın mide bulantıları. "Sabah bulanıyor, bi' limon yalıyorum geçiyor, canım bebişimin bize küçük oyunları işte" diyen forum annelerine lanetler okuyarak, istisnasız her akşamımı bitmeyen mide bulantılarıyla geçirdim. Bir elimde çubuk kraker, diğerinde nane şekeri, ferahladığım küçücük anlarda ölmeyi bile diledim. Bulantılar azaldığında başka ve daha tehlikeli bi' belirti olan "heartburn" başladı. Birebir çevirisi mide ekşimesi olsa da İngilizcesi sanki daha doğru ifade ediyor yaşadığım şeyi. Sabah evden kahvaltı yaparak çıkıyorsam toplam üç durak gittiğim metrodan her durakta inip beş dakika su içerek dinlenmem gerekiyordu. Ofise yürürken tam yarı yoldaki banka oturup derin nefes almam gerekiyordu. Sanki içimde bebek değil de bir ateş topu var ve ciğerlerimin arasına oturup kalbimi dağlıyordu.
Doktorun ya da okuduğum hamilelik yazılarının da dediği gibi ilk üç aylık dönem hem hamileliğe alışma dönemi, hem de belirtileriyle en çok baş etmen gereken dönem. Sekiz buçuk ay oldu, hâlâ hamileliğe alışabilmiş değilim, hâlâ baş etmem gereken onlarca şey var! Üç aylık dönemler de yalan çıktı!
İkinci üç aylık dönem sözde en kolayı ve keyiflisi olacaktı. Etrafta açık sözlü olduğum için huysuz cüce gibi görünmeme sebep olan samimiyetsiz mutlu hamilelik deneyimleri duymaktan epey sıkıldığım bir dönemdi benim için. Hareketlerini hissedene kadar, iki doktor randevusu arasındaki upuzun haftalarda "acaba yaşıyor mu, büyüyor mu, hasta mı, iyi besleniyor muyum, suyu yeterince var mı?" gibi manyak sorularla geçti günlerim. Hareketlerini hissetmeye başladığımda da kendimi canlı balıkların dizildiği balıkçı tezgahına benzettiğim için sık sık gülme krizlerine girdim. Bunların hepsi yabancı bana. İçimde bir gün en az benim kadar olacak bir insanı taşıyor olma fikri yeterince tuhaf değilmiş gibi, bu insanın benimle iletişime geçmeye başlaması beni delirtecekti az daha. Tabii, insan içinde bulunduğu her duruma bir şekilde alışıyor ya da ayak uyduruyor; bu sefer de hareketlerini hissetmediğim zamanlar depresyona girdim, kendimi bebek katili ilan ettim.
Son üç aylık dönem, hareketlerinizin biraz kısıtlandığı, ama bebeğinizle çok daha iyi iletişim kurabildiğiniz dönem. Sizi duyuyor, sesinizi tanıyor bıd bıd bıd... Hayır efendim sadece vuruyor, tekme tokat tüm organlarıma vuruyor! Bazen "eah yeter!" deyip şöyle sağ yanımı yırtıp çıkacak diye endişelenerek geçti ve geçiyor bu son dönem. Uyumak için asla doğru bir pozisyonun olmadığı bir dönem. Rüyaların bin kat daha gerçekçi olduğu, kabuslarla ve tekmelerle uyandırıldığım bir dönem. Uykusuzluktan sarhoş gibi dolandığım bir dönem. On dakikada yürüdüğüm yolu yirmi dakikada paytak paytak yürüyebilmem, sonunda kan ter içinde nefesimi toplamaya çalışmam, sandalyeden kalkarken yüz yaşındaymış gibi inlemelerim, evde yalnızken yerde duran poşetten bir şey almak için kendime "hadi Simay, yapabilirsin!" diye gaz vermelerim, uyurken rahatsız bir pozisyondaysam bile değiştirmek için on dakika kadar güç toplamaya çalışmalarım, yemek yaparken düşürdüğüm sebze kabuklarını alamadığım için eve geldiğinde üzerine basmasın diye Can'a mesaj atmalarım, evi serinletmek için cam açarken sinekliği çatalla ve ayakkabı çekeceğiyle çekiştirmelerim, kitabım bittiğinde evde yalnızsam yeni kitabımı boy hizamda duran kitaplar arasından seçmek zorunda olmam... Zorluk derecesi boyumu aşıp beni ikiye katlayan bir dönem. Tanrım, öyle yoruldum ki bu rutinden, bazen "hadi kız, çık artık!" diye kaçırıveriyorum ağzımdan.
Hiç mi güzel yanı yok peki? Fiziksel olarak, üzgünüm ama yok. Ancak bence iki buçuk yıl süren bu hamilelik bana arkadaşlık ve aile ile ilgili harika şeyler öğretti. Belki de o öğretmedi, bu zamana denk geldi, ama memnun olduğum tek yanım zihnimde arkadaşlığı bitirmiş olmam sanırım. Arkadaşlarımı artık sevmiyorum ya da hayatımdan hepsini çıkarttım, demek değil bu. Başka bir aydınlanma, güzel bir kabuk yaratıp, bunun içine çekilme belki. Böyle duyguların tavan yaptığı bir dönemde tüm arkadaşlarımdan yüzde yüz destek ve ilgi bekleyeceğimi zannediyordum; insanlar hatrımı sordukça özel hissedeceğimi sanıyordum. Bu da yalan çıktı. Ailem dışında tek bir kişiden bile yüzyıllarca haber almazsam yüreğimin daralmayacağını anladım. Arkadaşlar çok gerekli, çok tatlı, evet; ama ben kimseye olan sevgimi azaltmadığım sürece onların bana olan sevgisini hesaplamanın boş bir uğraş olduğunu düşünüyorum şimdi. İçimde bir kırıntı kadar samimiyetsizlik kalmadı yani.
Eskiden annemi ve babamı annem ve babam oldukları için değil, çok tatlı insanlar oldukları için sevdiğimi iddia ederdim; şimdi tatlı oldukları gerçeği kaybolmadı elbette, ama aile sevgisi diye apayrı bir sevgi de oturdu içime. Bunu da sanırım annesinin karnından çıktığı anda görüp bağlandığım, koşulsuzca sevdiğim yeğenim sayesinde kazandım. Bir bebeğin insanı hiçbir şey yapmadan doğruya ve sevgiye teşvik ettiğini onunla gördüm. Bunca fiziksel ve ruhsal darbeye rağmen çocuğumu sağlıkla kucağıma alırsam, aradığım tüm renklere ulaşacak olmanın dışında, bir de aile kurabilmiş olmanın ferahlığını yaşayacağımı da düşünüyorum bu yüzden.
Bilgisayarı göbeğimin altına sıkıştırarak son kez diyorum ki, hamilelik çok korkunç, kimse gelmesin! Tabii sanırım doğum çok yüksek bir yer gibi, ben de bu yüzden ancak yoldan bahsedebiliyorum. Her tarafından terler akıtarak, sende olandan fazla güç harcayarak, tırnaklarınla tutuna tutuna çıktığın ve eşsiz manzarasıyla, renkleriyle ve rüzgârıyla sana tüm yaşadıklarını bir dakika içinde unutturacak kadar görkemli. Hem tanrı gibi, hem tanrılık gibi belki.