Pages

18 Şubat 2011 Cuma

Her Şey Tek Bir Bezelye Tanesiyle Başladı

Yaşamaya devam edebilmek için yemek yemeye ihtiyacımız var; peki yemek yemek için neler çekiyoruz? Önce uzun bir bekleyiş. Hem de yemeğimizi bitirdiğimiz andan itibaren. Oturup sadece acıkmayı bekliyoruz. Kafamızda hep "Acaba ne zaman acıkacağım?" sorusu. Dur dur sana bugün başıma gelenleri anlatayım. Yemek yedik öğlen ve bitirir bitirmez ilk düşüncem akşam işten çıktığımda ne kadar aç olacağımdı. Hatta yemek yerken bile, doyarken ve dolayısıyla yaşamımı sürdürebilirken bile bundan bahsedebilecek kadar alçaldım.

Öğleden sonramı silmek istiyorum aslında bugün. Yaşanmamış olsun, kaldığı yerden devam etsin. Büyük algılama sorunları, henüz hissedilmeyen bir yokluğun sinyalleri, mal mal bakışlar ve kafamda bin bir türlü düşünceyle yine de "öf akşam ne yemek yapsam?" sorusunu sorabilecek kadar "akıllı"ydım. "Keşke yalnız yemesem" diye düşündüm sonra yalnız olacağımdan emin bir şekilde. Sonra bilmediğim yemek menülerini okuyarak kendimi daha da acıktırdım. Kendime yaşamımı sürdürmem gerektiğini hatırlattım durdum.

Az önce de çıktım aptal saptal bir yerde bezelyeli bir yemek yedim. Parayı uzatırken de içimden uzun zaman sonra yine "Buyrun, lütfen beni yaşatın, alın alın." dedim. Bütün yemek boyunca bunları düşündüm. Doğanın bize bedava sunduğu şeyleri birileri sinsice toplayıp süsleyip püsleyip bize bir şeyler karşılığı veriyor. Utanmazlar! Hayatımızı her gün her an satın alıyoruz. Bir gün olsun "ver şu paramı geri yemiyorum senin boktan yemeğini" demiyoruz sırf bu sebepten. Hayat pahalı diyorlar ya, yanlış; hayat satılık. Gerçi herkes satılık olduğunu kabul etmiş ki pahalı deniyor işte. Ama öncelikle pahalı değildi, satılığa çıktı ve pahalandı.

O yüzdendi İstanbul'dan ayrılma isteğim. Ve her bezelye boğazımdan geçerken aynı şeyleri söyledi borularda. "Para çiğniyorsun şu an, git bak hepimiz oradayız esasında, git bak, çık bi git bi bak! Neden yeşilim sanıyorsun? Neden ortalıkta hep bir kağıt kokusu var? Git bi ya, Simay git bi çık, bi dolaş, bi gör ya, Simay ya"

Yaşamak için yiyoruz, yemek için çalışıp kesilmiş kağıtlar alıyoruz karşılığında. Sonra da küçük çocuklara burun kıvırıyoruz kendilerine aptal oyunlar buluyorlar diye. Bu dünyada çocuk olmak kadar güzel bir şey olmadığını gördüm sonra dönüş yolunda. Annesi çılgınlar gibi kazaklara, gömleklere dalmış kıvır kafalı bir kız gözlerini mağazanın tavanından alamıyordu. Işıklar yeter çünkü çocuksan. Bir avuç çamur, köpek şeklinde bir bulut, çukurlardaki su birikintileri yeterli yaşamana. Aptamil'le beslenmek zorunda değilsin aslında, ya da sütünü steril biberonlardan içmek zorunda değilsin. Ultra emici bezler bağlanmasa kıçına belki daha mutlu bile olursun hatta. Çocuksun çünkü.

Çocuk olmak istiyorum. Otobüste astım krizine girip ölümün eşiğine gelen adamı izlerken ağlamak istemiyorum. "Oğlum bilmemne şehrinde öğrenci, karım da yok, arayacak başka kimsem yok; ilacım da yok, burada ineyim hastaneye götürün beni lütfen." diye inlediğinde babamı arayıp "nolur gel artık, çok yalnızım" diye böğürüp onu da ağlatmak istemiyorum. Büyümek istemiyorum daha fazla, yaşlanmak istemiyorum, gençleşmek de istemiyorum. Dikdörtgen şeklinde kesilmiş kağıtları da istemiyorum. Çocuk olmak ve ışıklara dalmak istiyorum dakikalarca. Tek düşüncemin sevilmek, okşanmak olduğu zamanlara geri dönmek istiyorum. Hafızanın olmadığı, tutkuyu kelime anlamıyla yaşadığım çocukluğuma geri dönmek istiyorum.

Bu iç sıkıntıları hayra alamet değil; sanırım mutsuzum. Boş ve boşalır durumda.

"Bedava yaşıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamur bedava;
Otomobillerin dışı,
Sinamaların kapısı,
Camekânlar bedava;
Peynir ekmek değil ama
Acı su bedava;
Kelle fiyatına hürriyet,
Esirlik bedava;
Bedava yaşıyoruz, bedava."

Şu anda parmağımı boğazıma sokup tüm o konuşan bezelyeleri üstlerine kusmak istiyorum 
Küçük Beyoğlu denen iğrenç sokakta içen ve ağzı açık eğlenen herkesin. Gidin be!

17 Şubat 2011 Perşembe

Simay'a Taktı Tüm Kafalar

Dört duvar arasında kaldım resmen. Çok sıkılıyorum, bunalıyorum. Umursamaz insanlara çok özeniyorum bu aralar. En azından üç duvar olsaydı da kısmi manzaralı evim olsaydı, az nefes alsaydım. Üşütürse de üşütsün. Ama bu ne ya bu kadar? Çok daraldım ve günümün büyük kısmı öfleyerek geçiyor. Öflediğim için yine öflüyorum, ve yine ve yine... Ateş basıyor bütün gün boynumu, kulaklarımı, bacaklarımı. Sinirden ölüyorum yahu! Hiçbir şey yapmadan ve de, durarak, sadece yaşadığım için.

Saldırılacak bir ben mi kaldım? Bir ben mi bu kadar iyi niyetle yaklaştım herkese? Yanlış anlaşılmanın, kötü bilinmenin, düş kırıklığı yaşatmanın dibine vurdum. Benim sebep olmadığım durumlardan üzüntü duymak bir bana düşüyor. Bu aralar sadece rüyalarımda mutluyum. Uyanmak istemiyorum, kalkıp kalkıp saati kontrol ediyorum. Çalmasına daha varsa "oley" deyip devam ediyorum bilinç altımda dolaşmaya. Genelde sırılsıklam oluyorum rüyalarımda, ama kendime getiriyor. Hem eğleniyorum hem heyecanlanıyorum hem de olmayan ve olmayacak hayallerin keyfini çıkarıyorum. Bilinçli rüya görmek gibi işte. Jetgiller'de Elroy'un rüya makinesi vardı ya, gece yatmadan önce rüyasını seçip çalıştırıyordu. Hep ona özenmişimdir. Nereden bileyim insanın sıkıntı içinde yaşayınca istediği rüyaları görebildiğini. Rüyalarla yetinmek zorundayım ama işte. :(

İnsan ilişkilerim bu kadar bunaltıcı olmasın lütfen; ve lütfen insanlar hey size diyorum, bana bir şeyi 50 defa söyletmeyin.

Bırakın ya uyumak istiyorum yıllarca masal kahramanları gibi.


4 Şubat 2011 Cuma

Koşarak da Kaçsan Koşarak Geri Dönmüş Oluyorsun Bir Yerlere

Karşından, sağından ya da solundan gelen insanlarla kesişme noktana baktın mı hiç? Sen mi onların bastığı noktaya basıyorsun, onlar mı senin? Kim kendini senin yolunla kesiştiriyor; ya da sen kimlerin tam da senden hemen önce bastığı yerlere basıyor, kendini kimlerin yoluna kesiştiriyorsun?

Her gün bir miktar yol yürümek zorunda olanlar ya da zevk için, ya da spor için ya da herhangi başka bir şey için sıklıkla yürüyenler bu sorulara cevap verebilirler. Ben kendime güven sorunumu çözdüğümü düşündüğüm zamanlarda yolda yürürken sürekli şunları söylediğimi fark ettim: Kimsenin bastığı noktaya basamam. Kendimi kimseye kesiştiremem. Daha hızlı yürürsem o benim bastığım noktaya basmak zorunda kalır. Ya da yolumu değiştireyim, hatta uzatayım ki onun bastığı yere basmaktan kurtulayım. Beğenmediğim insanların ayak izlerini takip etmeyeyim. O benim bastığım yere bastığında kendini ne kadar farklı hissedecek acaba? Keşke bu kadına kesiştirmeseydim kendimi; tanrım böyle şımarıklardan uzak tut beni!
...

Kesinlikle çılgınca! Kendine hiç güvenmeyen bir insanın son çırpınışlarıydı bunlar! Kendini başkalarına göre yukarıda gören; esasında kendine de kafasını yukarı kaldırarak bakan zavallının tekiydim! Bir anda gelen aydınlanmaları seviyorum ama. Tüm bilinci şeffaflaştırıp sorunları köküne kadar görmek, elini görebildiğin o köke kadar usulca uzatıp koparıp atıvermek harika. Hiçbir zaman mükemmel ya da üstün olamayacağımı anladığım o anda o yalancı güveni de sıpıtıp attım yola. Durup arkama baktım sonra. Önce bir kedi yaladı güvenimi; bunu gören fırıncı süpürgesiyle kovaladı kediyi ve süpürüverdi onu. Toz olup uçacağını sandığım anda bir kadının altın küpesi üzerine düşüverdi çın diye! Küpenin iğnesine takılan paramparça haldeki güven, kadının kulağına ilişiverdi ve birkaç saniye parladı sokak lambasının altından geçerken. El salladım ardından. İçimde hiç boşluk hissetmedim o günden sonra.

Kendimize olan güvenimiz doğuştanmış meğer. Ne kazandığımız paralar, ne biriktirdiğimiz sertifikalar, ne konuştuğumuz diller ona hiçbir şey katmıyormuş. Hepsi sadece ukalalıkmış. Dönüp dolaşıp başkalarının ayak izlerine bastıkça anlarsın sen de. Belki hemen şimdi köşeyi döndü bir fare ve sen onu kovalayan kedinin bastığı yerdesin. İkisinin de izindesin. Fareyi hiç hissetmeden ezip geçen Ferrari'nin de.Ya da tam önündeki adamın arkasındasın işte, tam arkandakinin de önündesin.

İnsansan, okuyabiliyor, düşünebiliyorsan ve yoldan çıkmak çoğu zaman mümkün olmuyorsa; anadan doğma yürümelisin başkalarının yolundan ve yeni yollar açmalısın kendince. Bu kadarsın işte, zaten dünya da bu kadar, yollardan ibaret her şey; ve adımlarından.

Related Posts with Thumbnails