Pages

28 Ocak 2011 Cuma

Kap Manzarası

Hep nefret ettiğim bu evin, odamın manzarası güzel aslında. Yükseklerde oturmak güzel, havaalanına yakın oturmak da güzel. Uçma isteğimi kabartıyor 7 dakikada bir gördüğüm cibili cibili ışıklı kanatlar. Geceleri daha güzel o yüzden, gece uçmak da daha güzeldir zaten, gündüz gözlerim kamaşır beyazlıktan. Of yine delirdim kendi kendime kanat diye! Benimkiler seninkiler gibi görkemli olmasa da sesimi duyururum korkma, sakın ağlama. :)

Bulutlaaaaar! Benimleeeeer!

25 Ocak 2011 Salı

It's The End, Friend of Mine


Söylediğin yalanları sadece sen biliyormuşsun gibi rahat olmayacaktın. Zira hiçbir şeyde yalnız olamadığın gibi yalan söylerken de yalnız değilsin. Yalanının arkasında tek başına durduğunu sanmanın verdiği o aptal ve gururlu sırıtış asla bilinmez değil. İnsanlar yalanlarını saklayabilseler yalan diye bir kelime olur muydu sanıyorsun?

Yalnız yaşayabileceğin tek şey sonlar işte. Tüm samimiyetinle, gururunla, yalanınla, sevecenliğinle, tüm kötülüğünle ya da güzelliğinle, bütün iyi niyetlerinle yalnız kaldığın o an; evet sonlar. Kandırdığını sandığın her an bir başkası tarafından kandırılıyorsun. Bıyık altından sırıttığın her an ensende nefesini dahi hissettirmeden başka bıyıkların altından sırıtanlar var sana. Lenslerinin arkasında korkak göz bebeklerin görünmüyor ya da telefon hattının cızırtısından tir tir titreyen sesin, fısıltıların duyulmuyor sanıyorsun. Gözle görülmeyen birkaç ter damlasının ıslaklığını hiç kimse hissetmiyor, sözlerinin alt metinleri de okunmuyor zannediyorsun. Yanılıyorsun arkadaşım. Tüm amalar görünecek, duyulacak hatta dokunulacak kadar ortada. Hepimizin yalanları, sakladıkları, bahaneleri, kaçışları, tutkuları ortada. Neyi, kimi, kimden ve neden saklamaya çalışıyoruz hala? Neden çabalıyorsun?

Ne yazık ki çok fazla yanıldın arkadaşım. Tüm bu yanılgılarla ölüp gidecektin, yazık. Ölümün de bir çeşit son olduğunu düşünürsek ancak o zaman anlayacaktın yalnızlığını da. Ama o saniyeler yetmeyecekti pişman olup geri adım atmaya. Şimdiyse bir başka sonda hala yaşarken, hatta belki de yaşadığın hayata lanet ederken yalnızlığını anlıyorsun. Bütün pişmanlığını kendi sonunda yalnız kendin yaşıyorsun; kimsen yok, biliyorsun. Ama korkma ölmeyeceksin. Bu sonda ne kadar kalacağına bile sen karar vereceksin, müjde!

Amalar, keşkeler, oflar, üfler ya geride kalacak ve sen yine kalabalığa karışıp mutsuz olacaksın, ya da yalnızlığına ve sonuna takılıp mutsuz olacaksın. İstediğin kadar huzura kavuş, sen, mutsuz olacaksın. Müjde?

21 Ocak 2011 Cuma

Tek Adam

(hamaratım)
Bugün Kürk Mantolu Madonna'yı bitirdim baba. Ağlayarak başladım güne lanet güzel bir kitap yüzünden. Küçük kız trenden babası olduğunu bilmediği adamı incelerken ne kadar şanslı olduğum çaktı beynimde, bütün kollarım sırılsıklam olana kadar ağladım. Ben trenle, otobüsle giderken hep hissettim varlığını oysaki; orada korumak için her şeyini verebileceği kızına el sallayarak, sigaradan sararmış bıyıklarının altında sahte ama kocaman gülüşünle veda eden küçücük babam hep oldu benim. Hep endişeli gözlerle uğurladın beni; hep korktun üzülmemden, zarar görmemden. Ben ağladım, sen sustun; ben isyan ettim, sen sustun; asilik yaptım, sustun. Sen konuştun sonra, ben ağlayınca yine sustun, ben uzaklaşınca yine sustun. Beni kaybetmeme yoluydu susmak sanırım senin için. Öyle değil işte ya keşke konuşsaydın; belki bu kadar değer vermezdim bir sürü şeye. Keşke oturup nasihatler yağdıran bir baba olsaydın da ben de dünya yerine seninle kavgalı olsaydım.

Şimdi benim yerime arkadaşlarım görüyor seni sık sık. Sesini duymak yetmiyor baba, ben de görmek istiyorum seni. Camdan havanın nasıl olduğuna bakmanı özlüyorum dakikalarca. Lavabo başında portakal soymanı özlüyorum. Bayram sabahları gazetelere saatlerce dalmanı, o sessizliğimizi özlüyorum ikimizin. Pazar kahvaltılarımızı özlüyorum. Hele ki lisede dersaneye giderken sırf o kahvaltılar için bir saat erken kalkmalarım pazarları. Hayatımın bütün pazarlarında sen vardın bu pis şehre gelene kadar. O kadar özlüyorum ki börek ve vişne suyunun kokusunu.

7 sene olmuş, hiç de çabuk geçmemiş zaman. Hep başkalarının omuzlarında ağladım sen yerine; susmadılar, susmuyorlar baba. Senin gibi birini göremiyorum, bulamıyorum. Beni senin kadar rahatlatan birini bulamıyorum. Hem de hiçbir şey söylemeden, tek bir bakışıyla, yalnız bırakmasıyla, bana ben olmam için müsaade etmesiyle... Yok öyle biri. Babamsın diye söylemiyorum bunları, babamsın diye de sevmiyorum seni. Dünyanın en iyi insanlarından biri olduğun için seviyorum. Ağlamalarını hala gizleyecek kadar güzel olduğun için seviyorum. Dünyanın en gıcık üç dişisine tüm sevgini vererek katlandığın için seviyorum. Ama gözümün önünde yaşlanıp gitmene dayanamıyorum. Sana yemin ederim her gün senin için planlar yapıyorum. Eskiden hayal kurardım, çok zengin olup size dünyayı gezdirecektim. Şimdi asla o kadar zengin olmayacağımın bilincindeyim. İsteğim yükümü omuzlarından kaldırıp bana her zamanki sevgini, sadece sevgini verecek kadar rahat ettirmek seni, sizi.

Benimle gurur duymanı gerektirecek hiçbir şey yapmadım. Öyle yaşayıp gidiyorum işte. Belki yakın gelecekte yapacağım şeyle benimle gurur duyacaksın. Belki karşına sırıtarak geçtiğimde gözünden bir damla yaş gelecek ve bu sefer saklamayacaksın. O gün için sabredebilirim baba, o günü birlikte yaşamak için, bana "Seninle gurur duyuyorum" demen için şu anda böyle yaşayıp gidiyorum; şu anda o yüzden otostopla gelmiyorum yanına. Ağlamam bitmeden sana sarılabilme ihtimalini o yüzden silmeye çalışıyorum kafamdan.

Yine de bana "Senden utanıyorum, giyemezsin o pantolonu!" dediğinde içime oturan o yumruk asla kıpırdamadı, biliyor musun? Bunu ne zaman hatırlatsam geçiştiriyorsun; çünkü daha cümlen bitmeden pişman olmuştun söylediğine. O söylediğinin benim yaratıcılığıma ket vuracağını tam da o anda anlamıştın. O gün o pantolonu giymeseydim senin sözüne kulak asıp; bugün bunları düşünemezdim, yazamazdım, seni bu kadar özleyemezdim, yaptığım pantolonları bana giydirmeyecek bi adamla birlikte olurdum belki. Sonuna kadar üzüntü yerine boğazımda düğümlenen bir utanç kelimesi var şimdi sadece, ve senin özlemin.

Seni kaybedersem naparım bilmiyorum; bir sürü kişi kendini ölümlere hazırladığını söylüyor artık etrafımda. Neymiş? Biz bile yaşlanıyormuşuz. Hayır, buna dayanamam. Sen şu anda muhtemelen televizyon başında kahveni içiyorsun, ya da annem grip diye ona meyve soyuyorsun, ya da kedi gibi yumuşak yine girmişsindir yorganın altına. Belki aklına ben bile gelmişimdir. "Simay olsa da gelse uyutmasa istediğini yapana kadar" demişsindir. Keşke desen, keşke gelsem ve "baaa baaaa baa baaa" diye dolansam etrafında, keşke bi gece de benim yüzümden 10 dakika geç uyusan. Keşke karşılıklı birer duble rakı içerken şarkı söylesek şimdi. Sen yine yarım saniye arayla takip etsen şarkının sözlerini.

Sonra baksak birbirimize, annem sen ve ben;
...vuslatin baska alem
sen bir omre bedelsin...

Bedelsin...

Olur da beni bir şekilde kaybederse babama okutun bunları. Onun haberi yoktur buralardan, okumaktan da sıkılır her şeyi; ama bunu okutun biriniz.

20 Ocak 2011 Perşembe

Gri Bir Topla Midemde Oynuyorsun

İnsanın nadiren ortaya çıkan kendini anlatma isteği. Dinlendiğini bildiğinde deli gibi durmadan sonu saçmalamaya varsa da konuşma isteği. İnsanlığımızdan sıyrılamıyoruz ki. İnsan olarak en büyük kusurumuz herhalde insanlığımızdan asla sıyrılamamamız. Ve bu böyle gidecek; hep insan kalacağız. Hak ettiğimiz ve etmediğimiz bir sürü şey yaşayıp mutlu ve mutsuz olacağız.

Ve şimdiki gibi aynı anda her ikisi de olduğunda da "Mutsuzum ama keyfim yerinde" diye şarkı söyleyeceğiz. Biz kimiz ya, siz naparsanız yapın. Ben şu anda huzurumu ve sinirimi dövüştürüyorum. Bahisleri görelim. Belki de hiç göremeyiz. Tamam.
Hayır ya tamam falan değil. Bahisleri görelim dedim. O kadar!



Bu arada Morokko bana bugün "Sen iyi bi insansın ki" dedi. O kadar mutlu olmuşum ki şimdi eve gelince anladım; kafamdaki bir sürü şeyi halının altına süpürünce öyle kalıverdi lafı. Ne güzel. Aklıma da hemen Pygmalion, dolayısıyla My Fair Lady geldi. Eliza'nın büyük bir içtenlik ve saflıkla "I'm a good girl, I am" demesi falan işte, saf, içten. Öyle.

17 Ocak 2011 Pazartesi

Gazlı Bez


Uzun süredir yapmak istediğim bi şeyi yaptı bugün birisi. Metrobüsten inerken içeri biber gazı sıktı. Haha mükemmel bi şey ya. İnsanlar delirdi, öksürenler bağıranlar ağlayanlar... Keşke ben yapsaydım ya. Gerçi ben yaparken içerde birini bırakacaktım video çeksin diye. Belki o da bırakmıştır ve şimdi dünyanın en eğlenen insanı odur. Bravo vallahi bravo! Yalnız sistem iyi işliyormuş, onu da anladık. Metrobüs hemen kenara çekildi, polis geldi falan. Gerçi tantanadan başka bir şey değil. "Kim sıktı, kim sıktı?" diye bağırdı bağırdı gitti. İnanılmaz hoşuma gitti bee üf. Bugün içimde yatan bir suçlu, bir düzenbaz, bir hırsız, bir serseri var zaten. Çok eğlendim.

Tam da o an kafamı demirlere demirlere vurmak üzereydim, "ben nasıl şimdiye dek Kürk Mantolu Madonnayı okumamışım?" diye. Vuramadım, güldüm, değiştim, okumaya devam ettim, hala değişiyorum işte, ne güzel...

16 Ocak 2011 Pazar

Beni uyandırma artık! Geçti diyorum, bari nefret ettirme! Nefret gibi ağır duygularla geçmesin ki zamanlarım, gerek yok. Pazar sabahım var sadece keyifle gerine gerine uyanıp yatakta rüyalarımı kafamda dizeceğim uzun uzadıya. Onu da sinirle stresle nefretle başlatma bir daha, başlatama! İki aydır ilk kez şükrettim "iyi ki o sarhoş hayatta değilim hala, iyi ki..." Başka başka şeyler de söyledim tabii şükür adına. Akıllılık ediyorum diye kendimle gurur da duydum. Sonra yine yatağa girip sarıldım kalorifere; ama olmuyor, o sinirle olmuyor işte.

Şimdi yeni bi hayat istemiyorum, kendi hayatımı istiyorum sadece. Artık kimseye hayat teslim etmediğim bilinsin lütfen. Ve ben de sırıtarak uyanayım cam kenarlarında; "bugün hava kapalı, gitmesene" diyerek diyerek.

Bugün hava cidden kapalı bak

Söyleyemedim Diye Mi? Bence Söyledim Oldukça

Hayır anlamıyorum, bir insanın görmek isteyeceği ve görebileceği en gurur okşayıcı cümleleri görüyorsun neden duruyorsun? İnsanlar böyle şeyler duymak görmek için bi taraflarını yırtıyor sen okşanan gururun ve yükselen egonla görünmez oluyorsun aniden. İki gündür isyanlardayım arkadaşım! Yanıyorum, börül börül alevler çıkıyor dirseklerimden boynumdan. Sinirim de arttı, alınganlığım da, heyecanım da! Patlama noktası? Evet belki oradayım ama patlamıyorum; biraz daha okumam lazım patlamak için; biraz daha rüya görmem ve çok daha yazmam lazım. Hepsini yaparken hepsini daha iyi de yapmam lazım sürekli. Şu anda imkanı yok ama, kaynıyorum bildiğin.


İçimdeki his! Sana soruyorum, dinle! Sen nesin böyle! Gidici misin, kalıcı mı? Ciddi misin, alaycı mı? Renkli misin, siyah/beyaz mı? Kafan yerinde mi ya senin hey? Evet soru sordum bu sefer; merak etme sana değil canım, hissime.

Bıktım mı monologlardan peki? Henüz değil. Ne de olsa bana ben lazımmışım öncelikle ve belki de sadece.

Neyse oldu o zaman.

11 Ocak 2011 Salı

Sabah Sabah


Sabahlar bu şarkıyla uyandığımız sabahlar gibi güzel değil artık. Yarım metrekarelik masalara muhteşem kahvaltı sofraları kurulmuyor. Uykumu da tam alamıyorum zaten; uyanınca "kendime şöyle güzel bi krep yapayım, hadi yine iyiyim" de demiyorum doğal olarak. Keyif insanıydım ben ya; hepsi geçiyor, keyifler akşamlara saklanıyor. Sabahlar hep yarı uyur yarı uyanık işte.

Bu sabah metrobüsteydim ve bu şarkıyı açtım; kendimi neşelendirmeye çalıştım ama olmadı. Eski neşesi kalmamış Paolo'nun da. Daha bir hüzünlü mü söylüyor ne, araya nağmeler falan sokuyor, bi' fena ediyor insanı. Yok o huzurlu-huzursuz sabahların tadı huzur umrumda değilken.

Her sabah 8:20'de çığlık çığlığa bağırmak istiyorum şimdi; "Bi' şey yemiyorsanız da şu dişlerinizi bi fırçalayın ya!" 9:05 gibi gülme krizi geliyor. Cevahir'in arkasında Psikolojik Hijyen Merkezi var, onun tabelasını ne zaman görsem gülmeye başlıyorum. Bu yüzden oradaki otopark görevlileri de ben öyle yaşıyorum sanıyorlar büyük ihtimalle. Ama böyle merkez de olmaz yani, yavaş temizle bakalım, sen kimsin?

Böyle işte, sabahlar şimdi bu kadarcık, coşkusuz, doyumsuz ve eğlencesiz. İyili-kötülü sinir bozukluklarıyla geçiyor işte. Beni kendime getirense işler yoğunlaşmadan önceki anlarımda harıl harıl yazmam her sabah. Bir de yazmaya ara vermiştim, hangi akla hizmettir? Tam bir gerizekalıyım! Eğer yazmasaydım bu kadar iyi hissetmezdim, suçlu, ezik büzük bi' şey olup çıkardım. Bükülerek böceğe dönüşüp yapış yapış ölürdüm. Şimdi maşallahım var. Şikayetçi değilim. Bir de şarkılar sönmeseydi, çok daha güzel olurdum. Olsun. :)

Selobant Aşklar



Bayılıyorum size!

9 Ocak 2011 Pazar

Her Gün Biraz Daha Yaşlanmıyor Muyuz Acaba?


Üç buçuk kilo almışım a dostlar! Düzenli hayatı bu yüzden seviyorum, oley! Tamam, Alexander Supertramp gibi kuruyup ölene kadar dolaşmak, görmek ve gerçekten yaşadığımı bilmek müthiş olurdu. Ancak madem şu an buradayım, madem bir süre daha bu şekilde devam etmek zorundayım ve madem düzen girdi hayatıma; o zaman biraz fiziksel olarak kendime gelmemde de bir sakınca yok.

Artık gündüz yaşıyorum, yaşarken de yemek yiyorum. Tüm yorgunluğuma rağmen üşenmeden ziyafet çekiyorum kendi kendime, oh yarasın! Gündüz yaşayınca ve çoğunlukla yorulmakla meşgul olunca düşünmek değer kazanıyor. Artık saçma sapan şeyleri daha az düşünüyorum. Özlemeyi, iç geçirmeyi neredeyse bıraktım. Önüme bakmak zorundayım çünkü. Bir sürü hayal, bir sürü plan, bir sürü liste var gerçekleştirecek. E şimdi ben bu kısıtlı zamanı arkama harcarsam hiç göremediğim, her gün gördüğüm önüme ne olacak? O da arkamın kokuşmuş bir yansıması, bir devamı olmayacak mı?

Zamanım çok kısıtlı hemen harekete geçmeliyim bu yüzden. Bugün biraz kötü başladı aslında, hava da kötü. İnsanın içini karartacak bir sürü sebep de var; ama yok yok yeni yılda şikayet yok; söz verdim. ;)

Annem burada ve bugün dönmeye kararlı, şimdi gidip uyanmadıysa onu uyandıracağım, mööthiş bir kahvaltıyla güne yeniden başlayacağız, sonrası da kısmet bakalım. :P

5 Ocak 2011 Çarşamba

Olanlar Oldu!

Bugün Cevahir'de Orhan Gencebay'a (tabii ki fotoğraftaki gibi karton olanına) "Pardon Biletix nerdee?" diye sordum. Bunu gerçekten yaptım! Kafamın şu ara ne kadar karmaşık ve bulanık olduğunu ya da aslında ne kadar salak biri olduğumu hatırlamak istediğimde buraya bakmak ve kendimle dalga geçmek için paylaşıyorum bunu. Belki sizin de bilmeniz gerekiyordur hem. Acımazsız gerçekler, n'apalım? ahhhahahaha

3 Ocak 2011 Pazartesi

"Nedir Allah'ım Bu Esrar Perdesi?"



Sana bunları ayakta yazıyorum ey blog! Çünkü oturamıyorum! Bu ne biçim enerji, dön dön bitmiyor. 2011 bana bitmek tükenmek bilmeyen bi gülme krizi getirmiş belli ki. 2011'e neden bağlıyorum bilmiyorum ama başka hiçbir sebep yok bu kadar gülmem için. Ona atıp kurtulayım dedim ben de.

Aman böyle devam etsin.En son bir buçuk ay önce ağlamışım, şimdi hesaplayınca çok sevindim.Odamda şöyle bir koşup geliverdim. Ne zamandır olmak istediğim insana dönüşüyorum şu sıralar. Zaten buraya daha sık yazmama sebebim de o. İş çok yoğundu ve çok fazla kitap okudum son iki haftadır. Ayrıca çok fazla rüya gördüm, inan vaktim olmadı. Haha şu yazdığım saçma cümleye de gülüyorum. Biraz daha koşayım!

Tanrılar! Delirdim ben bu yeni yılda! Çift taraflı planlar yapıyorum. Bi yandan yeni ev ve arkadaş arıyorum, bi yandan yurt dışında iş ve okul arıyorum.Çelişkinin farkına varınca da rahatlıyorum. Gidemezsem bozulmamış olurum diyorum.Ve bazen de gidememeyi diliyorum sinsice. İnternetten ev buluyorum, oraya eşyalarımı yerleştiriyorum, günlük planlar yapıyorum yeni evim için... Çok eğlenceli!

En son ev arkadaşı için profil belirledim kafamda. Sanırım yalnız yaşamak istemiyorum; ama yalnızlığımı yaşamak da istiyorum. Birlikte ne kadar eğlendiğimizi ve ona ne kadar iyi baktığımı gördüğünde şaşıracak! Şimdi nasıl birini istediğimi buraya yazmam doğru olmaz. Çünkü sihirli birini istiyorum, büyüsü bozulmasın hehe. :) Ama İstanbul'daysam onunlayım, onu biliyorum. Oley yani!

Neyse yorgunluk ve şu her tarafım kasılana kadar gülmem fazla geldi sanırım. Aptallaşmayı bu şekilde olunca çok seviyorum ama. Çok yakında olmasa da yakında dışarıdan çok ciddi görünen içi saçmalıklarla dolu "şey"imin duyurusunu yapmaya karar verdim bir de. Ama lütfen merakla bu haberi bekleyen tek ben olayım!

Related Posts with Thumbnails