Pages

31 Mart 2010 Çarşamba

Kazı Kazan

İnsanlar emaneten duruyorlar şu dünyada. Artık onlara üzülecek kadar aştım bu karanlık kış depresyonunu. Şimdi baharı hissediyorum ya hemen kışta yaşayanlara acımaya başlarım. Ne pisliğim be! Yine de kamburunu sırtına takmış, kafası memelerinde gezen insanlar beni üzüyor. Gözlüğüm olmadığı zamanlarda kitabımı memelerimin üstünde tutuyorum ben, ancak o zaman kafam o kadar aşağı düşüyor bahar aylarında. Onun dışında dimdik duruyorum şimdi, ne güzel!

Çeviri almak için karşıya geçmek bütün kış işkence olmuştu bana. Şimdiyse hava kararmadan gidip dolaşayım istiyorum. Bugün yalnızdım ve çok güzeldi, kışın bir sürü anından çok daha güzeldi. Eliot'ınKokteyl Parti'sini bitirdim vapurda, korktum sonra ya kitapçılar kapanırsa diye. Salına salına Karga'ya gittim yine de. Kitaptan kendime alıntılar seçtim orada. İğrenç bir sebzeli makarna yedim; gerçi yedikten sonra ağzımda kalan tat hoştu, sadece yerken midem bulandı. Aaa en önemlisi bir kediyle ilk kez bu kadar yakın durabildim. Ne kadar? İki karış kadar işte. "Pist" diyorum, yanlış öğretmişler belli ki, yaklaşıyo, çatalımı savuruyorum oyun sanıyo. Çok da kibar bi şeydi, fazla korkmadım. Ah cesaretim toplansa da bi dokunabilsem şu hayvanlara. :( Neyse aldırdım kediyi bi şekilde yine. Sonra Assasins Creed oynadım; ilk kez bir açışımda 3 bölüm ilerledim, kendimi tebrik ediyorum.

Hava kararmaya başlayınca çıktım sahaflara. Sidartha'yı aldığım adamı aradım, bulamadım, kimse de düzgün tarif edemedi. Umutsuzca Akmar'da dolaşırken kızın birine çarpmamak için bir tezgaha tutundum. Kafamı çevirdiğimde elimin altındaki kitabın üstündeki kocaman Beckett yazısını unutamam. Tesadüflere inanmamı istemesin hiç kimse. Ya da isterse kimse bu anlattığım tesadüfî olaylara da inanmasın, umrumda değil. O kadar ortalık yerde o kitabın durmasına imkan yok ben onu arıyorken.

Kendimi yine dünyanın en şanslı insanı havasına bürüyüp kollarımı savura savura dolaşıyordum ki Breakfast At Tiffany's in afişini gördüm. Daha dün bir daha izledim filmi, Audrey'in bu pozu çok meşhurdur tamam, bu tesadüf olsun. Yine de mutluluktan ölebilirdim kolumun altına ruloyu sokuşturduğumda.


- Mutlu musun diye sorsana bana.
+ Mutlu musun?
- Evet mutluyum. Güçlü müsün diye sorsana bana.
+ Aa bunu gördün mü?
- Tamam sorma.
+ Söyle bakalım güçlü müsün?
- Sana ne? Ahahaha

Evet güçlüyüm ama. Eve gelip hafta sonu dostlarımla uçurtma uçuracağımızı öğrendiğimden beri de odamın tavanına yapışık duruyorum. Bu güç ister değil mi?

29 Mart 2010 Pazartesi

İso-san


Ben ilk kez ortaokul bittiğinde aşık oldum. O yaz bi kafeyi devralmıştı babamlar. Yanında da iki tane saha vardı. Her gün gidip basketbol oynuyordum.(hehe bu boyuma bakmayın, oynuyordum baya baya)

Çok geçmeden seni görmüştüm orda. Lan ne zayıftın, aynı ben, ne beyazdın, aynı ben, ne büyük gözlerin vardı, aynı ben. İnsan görmemişim sanki hayatımda daha önce, içim bi hoş oluverdi. Birkaç defa karşılaştık orada seninle, ikimiz de hiç takmadan kendi potalarımızda mal mal top koşturduk. :) Sen kesin hatırlamazsın, ama biliyorum o sendin.

Liseye başladığım gün yine aşık oldum sana. Açmışım anacım napayım. Bu sefer yüzünü görmemiştim senin, bu kadarı da fazla ama di mi? Gel zaman git zaman çözdüm kim olduğunu. Ah ne utangaç insandım, adını öğrenmem bir senemi aldı. Uğraşmadım utangaçlığımdan zaten de yine de ayıp be. Şimdiki halime bakınca çok komik geliyor.(bunu ancak Gülay'la Nuray anlar geçen geceki tuvalet koşturmalarımdan) Neyse cidden komik. Yine gel zaman git zaman arkadaş olduk, şu an bunu nasıl başardığıma bile şaşırıyorum. Benim hem bir şeylerin imkansız olduğunu anlamamda hem de muhteşem günler geçirmemde büyük faydan oldu. Büyük bir adımdın, geri değil asla, ileri, büyük ve güzel bir adımdın.

He sonra noldu, nefretleştik bir şekilde, orasını boş ver. 1 sene boyunca sana nefret besledim. Sonra liseden mezun oldum, Özlem hocamın evine gitmiştik.(eski edebiyat hocam olur kendisi, yüce insan) Bana söylediği bir şeyle silkelendim. "Nefret de bir duygudur, tamamen hissiz olana kadar asla inkar etme içinde hala bir şeyler beslediğini." O günden sonra nefretimi azalttım. İçimden neden o kadar uzun süre çıkmadın, çıkamadın bilmiyorum. İlk olmana bağlıyorum bunu. Sana dediğim gibi hafif bir şey de değildi hem, lan lisedeydim işte sen düşün. :)

Sonraları gerçekten hissizleştiğimi gördüm, aklıma geldiğinde bir gün tekrar karşılaşacağımızı düşündüm sadece. Ne kadar geçerse geçsin gülümseyebileceğimizi düşündüm. Ne artı ne eksi başka bir his, düşünce yoktu. Evet 6 sene sonra karşılaştık ve gülümsedik, oturduk dertleştik, sözleştik.

Sadece gücümü görmeni istiyorum senin de sözünü tutup, bu eksik kaldı çünkü yıllardır. Gereksiz insanlar gördü hep, yıllar sonra "aslında çok değişmişsin" diyebilmen için beni bir de şimdi görmen lazım. O vakit bu vakit. "Death Note'u beğendin mi?" diye başlayacak diyalog inan, izlemediysen sadece ona kızılacak. :)

28 Mart 2010 Pazar

Çek Çıkar Beni Klozetten

Uzun süre sonra yine, öleceğimi düşündüm bu sabah. Telaşlandım çok, seni bir daha görememekten korktum. Midem vardı sadece. Yanıyor, kaynıyor, bulanıyor, büyüyor ama büzülüyor. Kusuyorum, kusmuğumu görüp yine kusuyorum. Sinirle başladı aslında. Kötü sohbetler dönünce benim sinirlerim bozuluyor, hemen mideme vuruyor. Bu da bana kattığın hastalıklardan biri işte.

İyi olmak istiyorum yeniden, yataktan çıkabilmek, yemek yapmak, işe gitmek, yazı yazmak istiyorum. Enerjim tükendi 12 saat içinde. İyi olmak istiyorum be of, düşüncelerim iyiye kaysın ki mideme vurmasın pislikler, ağzım boşlukla dolmasın. Sen de iyi ol bebek, hepimiz kurtulalım hastalıklarımızdan. Düzgün düşünüp acıyla zevke gelmeyelim. Bi baksana elimizde ne büyük umutlar, şanslar var.

İyi olalım, gidelim. Ben söyledim aileme, "benden umudu kesin" dedim, "kariyer, para umrumda değil, bunu bilin." Bilemediler, ama bilecekler. Bir defa yaşıyorum çünkü. Şimdi kötüyüm, üzgünlüğüm midemde kaynayıp içimi yakıyor, ama kusuyorum işte, çıkarıyorum. Umut var; iyi olalım, gidelim.

25 Mart 2010 Perşembe

Kural 1: Şanslıysam Şanssızsın


Oscar Wilde demiş ya herkes sevdiğini öldürür diye; belki o yüzden hala yaşıyor bazıları. Nefretimle yaşatıyorum içimde, etrafımda. Kimisi nefrete bile değmiyor işte ama ilk hisler, engelleyemezsin. Seninle yan yana gelmiş olan ismimden tiksiniyorum. Hiç gerek yok ki yan yana anılmaya, ben temizim sen kirli, ben dostum sen düşman, hey bunun ayrımına varalım artık benim yani söz konusu, ve de sen. Sen hala aynı, ben hala aynıyım; değişmeyecek kimse, sadece uzaktayım, hep gülüyorum. Yanılsamanla, kuruntunla, çirkefliğinle, kıskançlığınla, kocaman sandığın çük kadar kalbinle, aşk sandığın karın ağrınla tek başınasın. Gerçek dostluğu yaşayamamış olanlar insanların samimiyetine hiçbir zaman inanamıyor işte napalım. Aynen hayatı boyunca aldatılmış bir erkeğin hiçbir kadına asla güvenemeyeceği gibi. Neyse şimdi yoksun, dün de yokmuş gibisin aslında. Eksiye geçmeden bana eyvallah yine. Artın bu kadar silikken varlığın yokluğa geçsin madem. Umursamıyorum, nefretim de geçer, gücüm var hep kendinde olsun istediğin.

Bir tanrı varsa şükretmeli, "hiç dostum olmadı" demeyeceğim hiçbir zaman. Şükürden çok belki de teşekkür etmeli dostlara, göğüs kafeslerini açıp beni içine alan hissiyatlı aşklara, evlatlara, kardeşlere.

23 Mart 2010 Salı

Çileli yol Mu Çilekli Yol Mu?


Hermann Hesse'nin Çileli Yol'unu okudum bugün, ironik bir şekilde yoldaydım ben de. Son cümleyi okuyup kapattığımda kendimi Edirnekapı durağında buldum. Evet hepimizin yolları var ve zaman geçiyor, yollar değişiyor. Yine de Sidarta'nın huzur bulduğu ırmakla konuşmayı istedim E5'in ortasındayken bile.

Bazen dönemimin insanı olmadığımı düşünüyorum böyle. Metrobüsler, üst geçitler, PSP'ler, telefonlar ve şu gerizekalı bilgisayarlar mesela. Aslında benim ruhuma göre değil hiçbiri. Tamam hepsini kullanıyorum, çünkü hepsini kullanıyorsunuz. İmkanı var mı İstanbul'da yalın ayak Bahçelievler'den çıkıp asama yüklene yüklene nehir yerine akan trafiğin kenarından Beşiktaş'a yürümemin? Ya da Vasudeva'yı beni kayıkla karşıya geçirsin diye beklememin? Parşömen mi kalmış, dolma kalemimi süreyim üstüne? Çocukken beş-taş oynamak için yerden topladığımız çakıl taşları bile yok ki şimdi. İmkanlarla çevrili imkansız bir hayat yaşamıyor muyuz? Ya da olması gereken şekilde mi yaşıyoruz? Kime göre? Ne yapıyoruz?

Cevaplanması için direttiğim bir sürü sorum vardı, hala var, erdim diyemem. Ama inan bu kitabı okumak meditasyon yapmakla eşdeğer. Sidarta'nın da dediği gibi güleceksiniz ama tek bir şeye inanıyorum artık, o da sevgi. Çok mu romantik? Öyle olsun, bana ne! Bir şeyi o şey olduğu için bile sevmenin yanlış olduğunu öğrendim bugün. Bir şeyi bana o şey olarak göründüğü ya da görünebildiği için seviyor olmalıymışım. Düşündüm, doğru.

İnsanı ele alalım. Seni sen olduğun için sevmiyorum, sevemem, seni bana sen olarak göründüğün için seviyorum, tanıyabildiğim, görebildiğim için. Ya da bir kitap... Okumadığım bir kitabı sevemem, var olması sevmeme yetmez, o bana kitap olarak göründüğü sürece, yani onu bildiğim sürece onu sevebilirim. Biraz bencilce tabii; ama herkesin bu dozda bencil olmasının hiçbir zararı yok. "Yaratılanı seviyorum yaratandan ötürü" zaten tarihe karışmıştı da bende, bu güzel bir başlangıç oldu, farkındalığımı arttırdı. O yüzden tam 2 saattir sevdiğim şeyleri düşünüp, nedenlerini bulup sırıtıyorum. Sidarta'ya ve tabii ki Hesse'ye teşekkürler.

Not: Kitabı aldığım sahaf "birkaç gün sonra ağzının suyuyla geleceksin buraya" demişti. Helal olsun!

20 Mart 2010 Cumartesi

Çok Kısa Bi Şey Söylicem

Bir insanın sizden daha etkileyici* olduğunu düşünüyorsanız onunla arkadaşlıktan sakınınız. Bunları düşünmeye meyiliniz varsa zaten kendinizden utanınız.


*Zeka, para, güzellik, başarı... etkileyicilik neler içerir bilirsiniz işte.

19 Mart 2010 Cuma

A-a His Düğümlenmesi


Hiçbir şeyden bir şeyler yaratmak? Yoktan var etmeye yeltenmek? Hayalleri gerçekleştirmek? En iyine sarılıp, "çok güzel olabilirdi" diye rüyaya dalmak? Neden olmasın o zaman? Dış etkenler? Ah söyleyip duruyorum dünyanız umrumda değil. Benim de koca bir dünyam var, yeter yaşamaya; gerektirdikleri de az zaten. Dilenerek geçecek pis bir hayat o zaman? Evet bunu arzuluyorum. Sende bu dil bende bu sevimli surat varken... Yaşamak zor değil. Ama...

Kocaman bir AMA!

Bir çok şeyin imkanına inanıyorum da şu aşk ve nefretin bir arada bulunmasına inanamıyorum. Sevgisiz aşk sorunsalı bu. Çok garip. Göğsün yanıyorken sırtının buz kesmesi gibi. Tek bir bedende ikisi aynı anda nasıl barınıyor? Tek bir beyin bir kişiye nasıl nefretiyle aşık kalıyor? Sempati mi, acıma mı? Ama aşk, orası kesin, ve o kocaman nefret bulutu acılardan örülü. Haklıyız hepimiz kendimizce. Daha fazlasıyla gelmeye gerek de yok. Sinirlerim bozukmuş, ilaç kullansam nolacak sanki? Uyumak istemiyorum sürekli, bayık olmak istemiyorum. Ama bunu çözebilmeliyim. Sevgimi geri getirmek istemiyorum ama bu kocaman çelişkide kalmak yoruyor. Nefret sarmaşığıyla kaplı kocaman bir duvar aşkım.

Biraz araştırmalıyım, bu his çok yabancı. Umarsız aşık olmaz. Takıntı olsa anlardım, deneyimliyim. Ama yok çok şaşırıyorum. Her şeyimsin, senden nefret ediyorum. Ahahaha çöz beni.

16 Mart 2010 Salı

Bızıbızıbızı Uyan!

Sen hep uyurmuşsun
kulakların tıkalı, 
ben başını okşayıp uyanmanı beklermişim. 
Kulakların tıkalı, görmemişim. 
Okşamamı duymamışsın, bilmemişim. 
Uyan da gül diye parmaklarımı yürütürken saç ormanında, 
sen vahşice kalkıp kükremişsin hep, 
kulakların tıkalıymış meğer, 
kendi sesini duymamışsın. 
Ruhun esir içerde. 
Can boğazdan gelirmiş ya,
ruh da kulaktan. 
Ama senin kulakların tıkalı. 
Açılacak onlar da, 
dedim ya bedenin ölecek diye. 
Biriken koca ruh taşacak sonra iltihap gibi. 
Evet sararmış, istekleri beyaz hala, 
isteğine çarptığında kararacak ama. 
Ruhun kararacak diyorum sana. 
Kime diyorum ya? 
Kulakların tıkalı.

Ali The Dream Vardı, Gençtik


Doğru mu yanlış mı bilmiyorum, Ali'yi andım 3 dakika. Değirmenler'i Şebnem Ferah'tan dinleyince. Yanlışsa da yanlış. Seviyorum Ali'yi. Koskoca 3 sene beraberdik, hep beraber olmak oydu aslında.

Nerden buldum bilmiyorum ama Bülent Ortaçgil tribute CDsi vardı bende. Çapa'da yerin altındaki evdeydik. Her yer nem kokuyordu, her yer ıslaktı. Neden kavga etmiştik bilmiyorum, hatırlasam çok gülerdim zaten. Belki o yüzden hiçbir tartışmamızın sebebini hatırlamıyorum, çocukluk işte, komiktik. Neyse çok bozulmuştum bir şeye, yine surat asıyordum. Discman'e bu CDyi taktım, o evde teknolojiye dair bi discman'imiz vardı bir de televizyonumuz zaten. Müziği bile televizyondan dinliyorduk. Bu şarkıyı açmıştım, belki 20 defa dinledim, dinledik. "Yeter, sıkılmadın mı?" dedi. Bende ses yok tabii, kızgınım, asiyim o zamanlar da. :) Çekip gitmişti, unutmuyorum. O ıslak evde yalnız bırakmıştı beni. Çok ağladım, çok kızdım. Karanlık, etrafta kediler var ve sırılsıklamız.

Sinirle çıktım evden, yakalayıp sinirimi ondan çıkarmak istedim. Ben giderken o dönüyordu, hep öyle olmuştu zaten bizde. Ben öğrenirken o uzmanlaşmıştı bile her konuda. Döndüğünü görünce yine sinirlendim. "Nereye?" dedi kolumu tutup, sıyrıldım "Yürücem ben" dedim sertçe. "Anahtarı ver de ben gideyim o zaman" dedi o da. Sonra gülmeye başladım, anlamadı. Anahtarı o aldı sanıp almamıştım. Bir de yeni taşınmışız ya neymiş efendim anahtarı o mor kaseye koyacağız illa, Amerikanvari bir hayat mı kurmaya çalışıyorduk ne? Sırılsıklam ve yeşil bir hayattı oysaki. Oraya bakmamışım ve çıkmışım işte hışımla. Ona söyleyince o da gülmeye başladı.

Kartla açmaya çalıştık kapıyı, koca çelik kapı, nasıl açılsın? Gecenin bi yarısı çilingire verecek kadar paramız da yok. Taksim'e gittik. İki ıslak hamburger aldık kolkola yürüyüp. Engin'i aradık, hemen ona koştuk. O gece Engin'de bir armut üstünde uyuduk. Birbirimize bakıp gülüştük sessizce, ne kadar aptalız diye. Ne vardı ki bu kadar bozulacak, sinirlenecek? Belki anahtarı unutmasaydım uyduruk bir sebepten günlerce bozuk atacaktık birbirimize. İyi ki unutmuşum. Sabahında kendimizi halıda uyurken bulduğumuz o muhteşem geceyi hiç unutmuyorum.

Sabah erkenden kalkıp normal tarifeden çilingire açtırdık kapıyı. O Amerikanvari yapmaya çalıştığımız ıslak kulübemizde bir daha uyuduk sonra, saatlerce, günlerce, iki ay.

Sonra bitti hepsi. Başka semtler, başka evler, başka insanlarla yorulduk. Semtler, evler, insanlar bitince de birbirimizden yorulduk. Önce 21 Haziran'da okul bahçesinde ertesi gün ölecekmişiz gibi sarılıp ağladık ayrılırken, sonra Simit Sarayı'nda 20 Ocak'ta; ikincisinde yalnız ben ağladım. Arkasına bakmadı Alicik o gece. Bakmamış iyi ki de. Ağladıysa bile bilmeme gerek yok.

Öyle işte, Şebnem Ferah hatırlattı yine, bu sefer yazayım dedim. Utanılacak hiçbir şey yaşamadım ki yazmaktan çekineyim. Son 4 ayımla karşılaştırdığımda rutubetli ama temiz geliyor şimdi o zamanlarım. Son olarak özür dilerim Ali Till Eternity'mden, haksızlık ettim çok; hiç üzülmemişim aslında ben o zaman. Neyse mutlu şimdi o, hissediyorum, "bu olunmalı" dediklerimizden oldu bile bence. Ne güzel ilk aşkının ardından güzel bakabilmek, güzel bakmayı, bakılmayı hak etmek...

Edit: Kavga sebebini hatırladım. İğrenç kokan bir krem vardı, "sürme şunu midem bulanıyo" demişti, inadına sürmüştüm, ellerimi yıkamaya zorlamıştı, inadına oturmuştum, ben bir keçiyim, o da bir deli; hay allah. :)

14 Mart 2010 Pazar

Artefact Çıktı!*




    Herkese merhaba,

    Çok uzun bir zaman geçmiş olmasına rağmen elinizdeki 6. Sayımızla utanmadan 1. yılımızı kutluyoruz. Bu sürecin boş geçtiği düşüncesine kapılmayın. Dergimiz hep hazırdı aslında; ancak maddi sorunlarımız yüzünden bir türlü size ulaştıramadık 1 yaşındaki Atefact’i. Kriz bizi de vurdu anlayacağınız. Bu sayı dönüm noktası olacak ve bundan sonra düzenli bir şekilde raflarda yerimizi alacağız, endişeniz olmasın.

    Biz, Oscar Wilde’ın “Hiçbir şey yapılmaya değmez, dünyanın yapılamaz dediklerinden başka.” sözüyle 2008’in baharında okul bahçesinde yapılan küçük bir toplantıyla başladık bu işe. Şaşkınlık verici saydığımız 10 kişilik bir topluluktan sonra hüsrana uğradığımız 3 kişilik toplantılarımız da oldu, bizi şok eden 20-30 kişilik toplantılarımız da. Gördüğümüz ilgi zor da olsa adım atmaya yönelten tek şey oldu çoğu zaman. “Yeter daha fazla dayanamayacağım” denen o anlarda gelen kutusunda görülen o övgü dolu, gaza getirici sözlerle dolu mesajlar olmasa, okuyanların varlığı bir şekilde hissedilmese, o tatlı gurur ya da tatmin duygusu olmasa devam etmeyecek gibi görünen Artefact’ımız şimdi birinci yaşını kutluyor işte.

    Hepimiz gururlu ve hepimiz mutluyuz desteğinizden, ilginizden. Şimdiye kadar dergimize, fikirlerimize değer verip bizlerle işlerini paylaşan, oluşum aşamasında ve şimdiki gelişim aşamasında bizlere destek olan, tecrübelerini bizimle paylaşan herkese teşekkür etmek isterim. Dergimizde yayınlanmış ya da yayınlanmamış her yazı, her şiir, her fotoğraf, her resim bizim için çok değerli.

    Profesyonelliğe doğru atılması beklenen adımlar önünde duran engellerin hiçbir önemi yok. İnançlı ve istekli olduğumuz sürece maddi ve manevi tüm sorunları çözebileceğimizi düşünüyorum. “Artefact bitiyor, artık çıkmayacak” söylentilerinin boşa çıktığını hep birlikte göreceğiz.

    Şimdi karşımda çıkardığımız beş sayı da duruyor. İçerik, görsellik, katılım açısından geçirilen süreç ve sonuçları çok tatmin edici görünüyor bana. Sadece ben iken, bir anda seni, sizonlardan sıyrılıp bizim aramızda görmek çok güzel. Biz olmanın hissettirebileceklerini düşünmek bile güzelken, en azından bana bu hissi veren sayılı size de kendi adıma teşekkür ediyorum.     Ölüm bir veda mıdır, yoksa yeni bir başlangıç mı? Vedalar ölüme eşdeğer olmadığından üzüntüler gereksiz, ölüm doğuma yaklaşmak olduğundan ağlamalar da boşuna belki de. Varlığımız ve yokluğumuz arasında dağlar kadar fark olmayacak olduğundan; tasam, endişem azalmakta. Dergimiz birinci yaşını kutlarken kayıplar üzerinde fazla durmamamız gerektiğine inanıyorum.     Önünde upuzun bir yol olduğunu bildiğim Artefact’a nice yıllar, sizlere de iyi okumalar! 
                                                                                                                                  
Simay Aydın
simaydin@artefactdergi.com

*Artefact şimdilik sadece Taksim Mephisto ve Anabala Pasajı'ndaki 40 Ambar Sahaf'ta. Önümüzdeki hafta içi tüm illerdeki temsilcilerin duyurularını da yaparım.

13 Mart 2010 Cumartesi

Dünya Güzel Bir Yer Değil, İnsanlar Var


İnsan hisleriyle yaşamalı, dayatılanla değil. Eğer orada olup olmadığını bilmediğiniz bir insanı öldürmek için yine de oraya gidiyorsanız, hisleriniz güçlü demektir. İşte bu onu gerçekten orada öldürmelisiniz anlamına geliyor. Planı olasılıklar üzerinden net yapıyorsunuz ve onu orada gördüğünüzde planı uygulamaktan başka bir şey düşünemiyorsunuz.

Simay bunu yaptı. Dolmuşta yarım saat öldürme planları yaptı bilmediği bir insanı bildiği bir yerde; orada olup olmaması önemli değil, hissetti. Gittiğinde orada olması ise tatmin ve acıma duygusuna boğdu onu. Gitti, öldürdü, çantasını alıp çıktı. Kendine acıyor şimdi biraz, ölümü hak etmemesi falan değil yani iş. Onun acınacak hali ve tatmini.

Bazı kadınlar huzuru kucaklarda bulur, bizim gibiler huzursuz olmayı sever yazılarda, düşüncelerde. Hiçbir şey yapmadan huzurlu taklidi de yapabilecekken toplar malzemesini huzursuz olmaya gider. Kucakları da keser aptal huzurlu kadınları da. Darbe alır, umursamaz; bu onun seçtiği yoldur. "Al düşünecek bir şey daha" der kendine bıçağı her savuruşunda. Kucaklar ve kadınlar anlamaz bu lafı "Simay neden böyle saçmalıyosoon" der ağzında sakızı, elinde birası. Bir kelimeye yarım anlam yükleyen insanlardır çünkü, düşünmeyen ucuz insanlardır. Simay'ın önüne çıkmasın artık ne kucaklar ne kadınlar, bıçağı belinde çünkü artık hep. Kendine daha da acıyabilir, hiç sorun değil. Yarım yamalak düşünebilenlerin varlığını sürdürmesinden daha iyi huzursuz olmak.

Ve evet bu yüzden dünya güzel bir yer değil, olmaya da niyeti yok.

12 Mart 2010 Cuma

Huzuruma Gidiyor

Kanadımı kırdırdım bi orospuya. Hak ediyor muyum hiç bu kadar alçalmayı? Biri yüzünden değil kavgam, hiç olmadı. Fikirlerim, sözlerimdi yıkılan ve elbette yıkan, dümdüz eden. Kocaman bir boşluğa savurduğum mükemmel sözlerimdi gelip bana çarpan yeniden.

Sen benim kavgamda bir insan değilsin sevgilim, olmamışsın hiç. Acıma değmezmiş, değmiyor da. 4 ay olmuş, ben olmuşum tespih böceği, götümü görmeye başlayınca anladım. İki elimle yazamayınca da lanet ediyorum şimdi.

Neler yapmıştım şimdiye? Kışım bahar olmuştu çoktan, yeni yılım en iyi yılım bir de. Böcekliğe takmışım, sana Samsa diyen dilimdeki yara büyümeden anlamayacakmışım.

Şimdi biz uçuyoruz, gerçek zamanlı bahar yaşamaya. Sen o seni içinde bıraktığım sonbaharını yaşa ömrün boyunca. Tınısı hoşuna giden hastalıklarınla, aldatılıp yastığına ağla sen. İyilik düşündüm şimdiye dek, imkansızı çağırmışım, kimisinin hoşuna kötülük gidiyormuş. Varsın haykırsın, işitmeyecek kadar uzaktayım şimdi.

11 Mart 2010 Perşembe

Karavan Senden Gaz Benden

(şimdilik siyah-beyaz)

Teoman'ın iki tane şarkısının çelişkisindeyim bu ara. Şöyle ki:

Herkes gibi
Olmayan hayaller peşinde
Yalnızım
Kelimeler acıtır canımızı
Bilmeden
El yordamıyla koşarken
Dinle artık duymuyoruz
Yalama hayaller
Sonunda
Dünya dünya
Dünya dünya
Dünya aslında yanı başımızda
-------------------------------------
ruhidir benim adim hiç çıkamam evimden 
dostlar uydururum hayali mutluyumdur bu yüzden 
bir çiçek dürbününden insanlara bakarken 
bir gün bir istasyon gördüm trenleri geciken 
yolcular ellerinde tek gidişlik bir bilet
henüz bilmeselerde hayat bundan ibaret 
istasyon insanları burdalar tesadüfen 
aynı rüyayı görüp ayrı yerlere giden 
eskiden çok eskiden ben daha çok küçükken 
henüz cennet plajı otopark olmamışken 
mercanların arasında küçük balıklar vardı 
en güzelleri el boyunda kavuniçi olanlardı 
bir gün bir rüya gördüm o kavuniçi balık benmişim 
büyümem beklenmeden afiyetle yenmişim 
istasyon insanları burdalar tesadüfen  
aynı rüyayı görüp ayrı yerlere giden  
ruhidir benim adım bir sırrım var saklarım  
ama görünce anlarsınız 
yalniz dikkat acımayın 
acınmak canımı en çok acıtandır!!!

Bu sözlerin yaratacağı çelişki çok açık, yazmaya gerek yok fazlasını...

*
Hayal kurmaya bayılıyorum. Dostoyevski, Yeraltından Notlar'da bi yerde insanı hayallerinin ve arzularının bilinçli olmaya götüreceğini yazmıştı. Mantıklı ve gerçekçi olmaya bağlanınca kendisinin de "kıskanıyorum aslında" dediği normal insanlardan olacağımızı söylemişti. Bu kıskançlık ironi tabii. Kitaba baktım aslında alıntı yapacaktım da okyanus gibi kitap, bulamadım.

Neyse şimdiye dek en sımsıkı tutunduğum hayal bir karavanım olması, bunu fark ettim. Hayal ettiğim bir sürü şeye ulaştım, bir sürüsüne de ulaşamadım. O yüzden her zaman gerçekleşme ihtimalinin yüzde 50 olduğunu düşünüyorum hayallerimin. Bu da bana umut veriyor işte ne güzel. Ölmek için yaşıyorsak ve bunun bilincindeysek araya hayallerle renk katmanın hiç zararı olmaz bence. Nasrettin Hoca'nın ya da Gülşen'in dediği gibi: Ya Tutarsa? hehe :)

Gelelim karavana. Hayatıma giren herkesin kafasına sokmuşumdur bu karavanda yaşama hayalimi. Arkadaşlarım, sevgililerim hep ortak olmuştur bu hayalime. Şimdiye dek insanların çoğunun bu hayalimi gerçekleştirip başımı alıp gideceğime, ormanlarda, sahillerde yaşayacağıma inancı yüksekti. Simay o güçte bir insandı. Ben şimdi o gücü kendimde pek bulamıyorum, geçici bir durum aslında, bunu da biliyorum. Kendimi, beynimi biraz toparladığımda bunun için uğraşmaya devam edeceğimi de biliyorum. Sadece biraz geçsin diye bekliyorum.

Şimdiye dek hayallerimin örtüştüğü hiç kimseyle karşılaşmadım. Ortak hayalimin en fazla olduğu insan da benden güçsüz durumda zaten, tek söylediği "olacak!". Hayır işte olmayacak. Böyleysem, böyleysen olmayacak. Olması için bir şey yapmıyorsan ve yarı baygın beynin yerlerdeyken bunu söylersen olmayacak. Böyle devam ederse ben de gideceğim, hayalimi yaşarken geride kim mutsuz kalmış önemsemeyeceğim günler yaşayacağım.

İzin verme yalnız gitmeme işte. Yerde dağılmış beynini avuçla, kaldır, yıka, yıkat, kullanılır hale gelsin. O zaman dinlerim sözünü. Uzaktan baktığımda sana benze, o zaman dinlerim, ortak ederim seni yine hayalime. Ama bana şimdi bir şey ifade etmiyor yerlerde sürünürken geçen şu diyalog:
-Karavanı senden gazı benden. Ne dersin?
-Tamam
-Alabilecek misin?
-Evet.
-Alabilecek misin diyorum. Ona göre gaz vericem.
-Evet alıcam diyorum.
-Hadi kalk, peki.

Bundan sonra bununla ilgili tek laf etmem. Yerden kalkmazsan gözlerimi göremeyeceksin artık. Gözlerime bakmadan söylediğin sözlerse bana ulaşmıyor haberin olsun. Karavanı al ve gerisini bana bırak. Ayakta olalım, tek düşüşümüz uykular olsun. Dedim ya ormanlar senin, denizler benim gözüme dolsun, gerisini biliyorsun...

7 Mart 2010 Pazar

Ketılda Su Kaynatmak Gibi

Bırak da kararı ben vereyim, bana iyi misin kötü mü, benim için önemli kısmı bu. Kim ne derse desin fikrim olabilecek kadar akıllıyım çok şükür. Hepimiz yapabilsek, hepimiz bireyselliğin dibine vursak, akıllı olmasak da olanla yetinsek. Paçalarından akıl akanlar da gitse başka güzel şeylere kullansa akıllarını. Kimse kimseye bulaşmasa, öf süzülsek salınsak dönsek işte, nolucak yani? Bi rahat olun insanlar, bi dakika durun da düşünün bakalım gereksiz kaygılarınızı sizinle alakası olmayan. İnsanları uzak tutucam artık kendimden, tek çare bu herhal. Kendimi kitaplara ve müziklere kaptırıp gidicem. Türkçe müzik yapan bi sürü güzel insanım da var artık. aman yenilenme olsun işte. Sadece bana olsun, gerisi umrumda değil.

12 saatte bitirmeyi başardım çeviriyi de, benden güzel uyuyacak insan tanımıyorum valla. Yarın da bakıcaz, buluruz bi başka güzellik. Öptüm canım, hehe.

Çok Sarhoştum Hatırlamıyorum! (son)

Yazdığım ve oraya buraya sıkıştırdığım yazılarımı buluyorum bu sıra. O yüzden şimdiki hislerimle karıştırılmasın. Zira hislerim hiçler şimdi. Hehe :)

Not: Bazı yerleri sansürlüyorum, merak eden gelir bakar. :)


Elektronika İnsanlar 20.11.2009  gecenin ilerleyen dakikaları-Joker



Sabah ilaç aldım ve saaroş oldum, hastanelik olursam kendimi affetmem. Haha ucum biterse çok komik olucak.(uçlu kalemle yazıyorum) ...

Dağılın ey insanlık, boşaltın sokakları, sevgilimle dönmek ve gülmek istiyorum. O hala benim sevgilim mi bilmiyorum, ama şu an burda da olsa... Daha iyi seçeneğim olmadığı için mi onunlayım, yalnızlıktan korktuğum için mi? İkisi de değil s.kerim insanları, en iyisi içime böyle işleyemez. Düşüncelerimin önüne bu kadar geçiyorsa bu insana aşığım ben. Yalnızlıktan korkmuyorum, çok yalnız ve mutlu anlarım oldu. Yalnız kalacağımı da düşünmüyorum. En kötü ihtimal... Var ama orada bi yerde beni anlayacak insanlar. Umrumda mı? S.kerler.

Of kaçta kapanır bu mekan?... Bu kadar üzmesine rağmen. Kim üzmez ki zaten, kendimi bulmam lazım üzülmemek için. Bir ben daha yok oysaki. O zaman daha iyi olması için uğraşıp daha iyisini yaşayalım be sevgili.

Kızlar ne yaparsa yapsın dans oluyor, etkileyici ve seksi görünüyor; erkeklerinki ise ayak uydurmaktan ya da buna çabalamaktan ve çirkin görünmekten öte gitmiyor. Gerçek blues dinlesem ve dans etsem napar acaba Barış? Sırf yanımda olduğunu göstermek için o da mı dans eder, yoksa beni ordan çekip çıkarmaya mı çalışır? Hehe kendi sevgilimin tepkisini kestiremiyorum. Ne biçim bi hayat. 



Cidden sarhoş oldum. Burdan nasıl kalkıcam hiç bilmiyorum. Tuvalete bile gidemiyorum eşyalarım çalınır diye. Eşyalarımı alsam içkim çalınacak. haha lanet olsun altıma mı işesem? Yok artık, iyice saçmala. Çok iğrençsin umarım yaklaşmazsın.

Çok Sarhoştum Hatırlamıyorum! (3)

Yazdığım ve oraya buraya sıkıştırdığım yazılarımı buluyorum bu sıra. O yüzden şimdiki hislerimle karıştırılmasın. Zira hislerim hiçler şimdi. Hehe :)

Not: Bazı yerleri sansürlüyorum, merak eden gelir bakar. :)


Elektronika İnsanlar 20.11.2009  gecenin ilerleyen dakikaları-Joker


Kendi yazdıklarımı mı okuyamıyorum? Haha çok eğlenceli ama. Bir damla bile ziyan etmedim. Bir an bile kendimden şüphe etmedim. Sen benden şüphe ettiysen o senin hayvanlığın. O okulda 3 sene boyunca böyle bir çirkinlik görmedim ben. Hep insancaydı tartışmalarım. En azından toplum içinde olanlar. Yok hak etmiyorum bunu hayatıma yerleştirmişken birden değiştirmeni. Oha, en ağır tartışmaları bile konuşmaya çevirebilmiş bana sen neler yapıyorsun? Lanet olsun. Ne yapıyorum, kiminleyim, kiminle konuşuyorum. Kime, neye lanet ediyorum. Soru işareti koyulacak yerlere koymuyorum, ışıksızlık beni iyice sarhoş ediyor.

Keşke kafamda bir hikaye olsaydı. Kim bilir nerelere giderdi bu haldeyken?

E bu sadece bi klima! Neden fotoğrafını çektiler? Ne yaptım ki klimaya? Oha şu anda... Oha insan gibi hissetmiyorum. Serhat'a sormalıyım kimdi o şair, yazar her ne boksa. Soruyorum. Sordum bakalım, bir zamanlar bana değer vermiş arkadaşım bana cevap verecek mi? Vermezse canı sağolsun, verirse de sağolsun.

Vay, insanlar çoğaldıkça bilincim kapanıyor. Burdan gitmeliyim sanırım. Oha, koca şişeyi bitirdim. Kusar mıyım? Naparım? Sevgilime gidip onu istediğimi söylemeliyim. O beni istemiyorsa, çekip gitmeli, istiyorsa onunla olmalıyım. Evet, bu kadar muhtaç olmalıyım.

A şu herif Deha'ya benziyo, o olabilir mi? Yok, olsa tanırdı. Ohoo o evlenip evinin aadamı bile olmuştur, kimden bahsediyorum.

Anlıyorum ki elektronik müzik herkes için. En kırosu da en ciksi de hopluyor bu müzikte. Ben bile ritim tutuyorum, bu büyük bi şey. Haha hem insanlık hem benim için büyük bir adım.

Seni seviyorum Barış. Tek isteğim başkalarını düşünmeden geçireceğimiz o muhteşem günler. Apayrı insanlar olsak da o muhteşem günler bizim için. Yanımda olmalısın. Oha çok gevşemiş durumdayım. Zaten düşünemediğim o küçük beynim ...

5 Mart 2010 Cuma

Çok Sarhoştum Hatırlamıyorum! (2)

Yazdığım ve oraya buraya sıkıştırdığım yazılarımı buluyorum bu sıra. O yüzden şimdiki hislerimle karıştırılmasın. Zira hislerim hiçler şimdi. Hehe :)

Not: Bazı yerleri sansürlüyorum, merak eden gelir bakar. :)


Elektronika İnsanlar 20.11.2009  gecenin ilerleyen dakikaları-Joker
Binboğa'nın logosunun boğa olduğunu görmemiştim, ahaha, boğa bana sırıtınca gördüm. Fakat bu işte bi terslik var. Ya şişeyi çok dar yapmışlar ya da logoyu çok büyük. Şişenin bi tarafını çevirdiğinde logoyu tamamen görmelisin bence. Böyle çevirerek bakılmaz logoya. Bunu Binboğa'ya yazıcam, büyük hata. Fotosunu çekeyim, haha. (bundan sonrasını İngilizce yazmışım, çeviriyorum, saçmayım, aksanlı okuyunuz)



Evet, karanlık benim sevdiğim. Ne yapılmalı? "Yapılacak bir şey yok" Godot'un başlangıcında olduğu gibi. Ahaha bana şizofren dediler. İngilizce yazmam sarhoş olduğum anlamına geliyor. Ahaha eski günlerdeki gibi. Eskiden olduğum gibi sarhoşum. Of Gülay, beni gerçekten ve tamamen anlamasını istiyorum. Şişeyi bitiremeyeceğim sanırım. Sanırım yavaşlamalıyım, kulaklarım yanıyor. Ahahah Sarhoş olurken yazıyorum. Şu ölürken yazan şair ya da yazar gibi aynı. Kim olduğunu hatırlamıyorum. Hatırlamalıyım, hatırlamalıyım. Kanının sürekli aktığını falan anlatıyordu. Eğer intihar edersem ben de aynısını yapıcam. İnsanlığa faydası olsun diye ölümümü videoya alıcam ve yazıcam. 


Ahaha şu kızlar. Hey evet ben yalnızım ve siz değilsiniz. Korkmayın size zarar vermem, gazım dışında. Oha tam çıkmadan içeri sıkmalıyım. Ama sonra ne olur, nasıl tepki verirler göremem. İzlemek güzel olurdu ama izleyemem. Oha beynimi durduramıyorum. Durdurmalıyım. Bakma, düşünme, yazma, sadece iç ve Cheshire Cat gibi gülümse. Onu cidden seviyorum. Hikayedeki en deli karakter o. Burası gittikçe kalabalıklaşıyor, ve başka bi yere geçmem gerektiğini söyleyemez kimse bana. Odanın kraliçesiyim. Burası benim köşem ve gerçekten rahatım. Oh çok şükür, nefes almalıyım.

Çok Sarhoştum Hatırlamıyorum!

Yazdığım ve oraya buraya sıkıştırdığım yazılarımı buluyorum bu sıra. O yüzden şimdiki hislerimle karıştırılmasın. Zira hislerim hiçler şimdi. Hehe :)

Not: Bazı yerleri sansürlüyorum, merak eden gelir bakar. :)

Elektronika İnsanlar 20.11.2009 22:19 Joker

Yalnıızken önemsenmiyor musun, yoksa ilgi odağı mı oluyorsun? Neyden memnunsun, hangisi seni kahrediyor? Herkes mi yobaz(!), var mı yoksa benim gibisi burada da? İçimden gelen mi bu yalnızlık, bana dayatılan mı? Sarhoşluk mu unutmak için yardımcı olan; yalnızken hep mi sonuna kadar mı algısız olmalıyım, ya da bu algımın açık olduğu bir an mı? Ne saçmalıyorum? Yazmak için düşünmek lazım, bense düşünemiyorum. Yalnız, içiyorum, yalnız içiyorum, içim huzursuz, öylece gidiyorum.

Çizmek, kesmek, yapıştırmak, görmeyi bırak, bakmak bile uzak bana şu anda. Kime, neye güvensem, nerede dursam, nereye uzansam, kimin elini tutsam? Binlerce boş omuzdan hangisine koysam sarhoş kafamı? Yok, daha sarhoş değilim. Ama olunca bir ihtiyaç gibi işte. Zevk almadığım bir yalnızlık bu, evet benim seçimim. Şu anda Kutay'la olabilirdim, ya da Simge'yle, ya da Buket'le. Ama ben yaşayanla, bu paragöz dünyanın kölesiyle, belki de en taş kafalısıyla, en yontulmayanıyla olmak istiyordum. Olmuyor işte, olmuyorsa da al, yalnızım.

Tam şu anda tam burada izlemek isterdim Grave Of The Fireflies'ı. Oha ağlamak istiyorum. Beeni gerçekten ağlatacak, ağlamaya değecek olaylar görmek istiyorum. Küçük bir kızın öldüğünü, toz olduğunu görmek istiyorum. Onun yerine koymak istiyorum kendimi. Bugün zaten ölmek istiyorum, onu geç de, aman neyse işte. Fotoğraf çekmek istiyorum, çok karanlık. Flaş ise en sevmediğim. Gizlenen güzellikleri pis ışığıyla ortaya çıkarıp anlamşazıstırıyor. Evet, yanlış yazmaya başladım 5. shottan sonra. Napıyorum ben ya? Oha nerdeyim? Bu insanlar napıyor? Neden bu hareketler? Oha Oha! Ben unutmuşum hepsini. Aşık olduğumda en çok yaptıklarımı, gerçekten haz aldıklarımı yapmıyorsam aşık değil miyim gerçekten? İğrenç bir parfümün var pis herif. Yok artık aşığım tabii ki. Şu anda aptal insanlara içki dağıtan aptal bi sevgilim var ve ben nasıl olursa olsun onun burada olmasını istiyorum.

Şeym

Bence bu gece bu şarkıyı paylaşmalıyım herkesle, benim olan olmayan, anlayan, anlamayan, oha!
Not: Oha demeyi seviyorum, beni çok iyi ifade ediyor. Evet!

I don't need no rising moon
I don't need no ball and chain
I don't need anything but you
Such a shame, shame, shame
Shame, shame, shame
Shame is the shadow of love

You changed my life
We were as green as grass
And I was hypnotized
From the first 'til the last
Kiss of shame, shame, shame
Shame is the shadow of love

I'd jump for you into the fire
I'd jump for you into the flame
Tried to go forward with my life
I just feel shame, shame, shame
Shame, shame, shame
Shame is the shadow of love

If you tell a lie
I still would take the blame
If you pass me by
It's such a shame, shame, shame 

3 Mart 2010 Çarşamba

Bir Rüya Gördüm Ki...



                                                       Kesinlikle bu dinlenmeli okurken

Siyah yuvarlak kafalı bir adam yanımda. O kadar büyük sorumluluk hissediyorum ki yanımda diye. Bir o kadar da sıyrılmışım sorumluluklarımdan, alışkanlık olmuş bu his bana. Ne yapacağımı şaşırıyorum. Geçirdiğim her anın fotoğrafını çekiyorum poloraidle, çıkanı zımbayla delip boynumdaki ipe geçiriyorum. Onlar benim yaşadıklarım. Kimse karalayamasın diye beni, kimsenin güveni kırılmasın diye. Atılan herhangi bir iftirada karıştırıp bulabileyim de göstereyim diye.

Bu kadar güvenilmedim işte, bu kadar yanlış görüldüm, inanılmadım. Koca bir fotoğraf bulutu taşıyorum boynumda. Bir de telaşlıyım, siyah yuvarlak kafalı adamın yanında. Anlamıyor o. Beni anlamaz da zaten kolay kolay. Diyorum işte ben salağım, ömrüm boyunca büyüyecek bu bulut, önümü görmez hale geleceğim ve taşımaya devam edeceğim. Evet salağım. Hislerimi anlatamıyorum. Bu şarkıyla başlıyor, sadece onu biliyorum. Nasıl basitleştirsem, nasıl anlaşılabilir hale getirsem, bilmiyorum.

Çok eğleniyorum siyah yuvarlak kafalı adamla, ama kafam hala fotoğraf çekmekte. Onu kadraja hiç sokmadan günlerimi çekiyorum. Yalan! Kendimi kandırıyorum. Sadık değilim, hiç kimseye değilim baksana, olamam; ne saçma. Her kahkahamın ardından kendimi bir köşeye çekip ağlıyorum. Seviyorum bunu bir de utanmadan. O zaman kendimi güvenilir hissediyorum.

Onca güzelliğin içinde, boynunda bin bir yükle gezen ben, birden korkuya kapılıyorum. Telefonum çalıyor, arayan kaygım. Yine bir sürü hakaret işitiyorum. Ama kaygımı seviyorum hala herhalde, ne telefonu kapatıyorum, ne cevap verebiliyorum. Eminönü'de buluşalım diyorum, bilmem ne handa. Telefonu suratıma kapatıyor.

Koşmaya başlıyorum, hangi şehirlerden geçiyorum hatırlamıyorum, çok koşuyorum, siyah yuvarlak kafalı adam da peşimden geliyor, yorgun düşüyor ve bir süre sonra anlam veremiyor neyin peşinden koştuğuna. Çeviriyor kolumdan: "Nereye Simay? Napıyoruz?" diyor. Cevap veremiyorum, elinden tutup daha hızlı koşmaya ve koşturmaya başlıyorum. Ülke sınırları aşıyoruz, renk renk insanlar görüyorum ama hiçbiri net değil. Etrafım karanlık, yaklaştıkça daha da kararıyor. Sirkeci'nin o tıkayıcı havasındayız.

Siyah yuvarlak kafalı adam elime sıkıca yapışmış, nereye götürürsem gelecek, anlamıyorum nedenini. Konuşmuyorum, bazen gülümsüyorum sadece, ve tek yaptığım düşünmek yanında. İçeriğini bilmediği milyonlarca düşünceye dalmak. Şarkının sesini arttırıyoruz burda, zaten hiç konuşma yok ama burası önemli. Vurguyu şarkının yüksek sesi veriyor.

Bilmem ne hanının kapısındayız, elim elinde. İçerde fırtına var, şaşırmıyorum. Sıcak elden sıyırıyorum elimi. "Bekle ya da bekleme; ben buraya giriyorum ve çıkacağım, sadece ne zaman bilmiyorum. Yüküm çok ağır, önüm çok karanlık, bekle ya da bekleme çıkacağımı biliyorum." diyorum. Elime yapışıyor siyah yuvarlak kafalı adam. Parmak uçları ışıklı, "girme" diyor. "Gireceksen yanındayım, aydınlatırım ve rahatlatırım, korkma burdayım" diyor.

Sinirleniyorum. Benim seçtiğim o karanlık hana girmesini istemiyorum kimsenin. İtiyorum elini elimle, ışığı sönüyor. "Ben giriyorum, ve evet bekleme sakın, istemiyorum" diyorum. Arkama bakmadan içeri dalıyorum. Boynumdaki yük daha da ağırlaşıyor. Kaygım orada 3. katta bir köşede, sinirli, elinde bira şişesi, beklettim diye köpürmüş birası da kendi de.

Hakaretler başlıyor merdivenleri çıktıkça, yine de çıkıyorum, yüzünü görüyorum kaygımın, tutku var, beni asla bırakmayacak biliyorum, daha da ağlıyorum. Kaygıya bağlılık yaşamamıştım daha önce. Ama çok da yeni bir his değil bu. Ağlama, üzülme odaklıyım zaten. Garipsediğim tek şey aşağıda bıraktığım siyah yuvarlak kafalı adam. Nereden çıktı, kaygımla biz mutluyduk, acılı bir zevkimiz vardı. Gülmek nerden çıktı ki? Kendimi kötü hissettirdi işte gülebilmek. Gülemeyeceğim asla sanırım, gerçekten.

Hakaretleri işittikçe boynumdaki fotoğrafları serdim önüne, yanlış bir şey yapmadım, bunu kanıtlamak istedim. Fotoğrafları gördükçe daha bir içime girdi, samimileşti kaygım. Ağladım, vücudumdan eksilen bir sürü şey oldu, ama içime tekrar giren kaygı bana huzur veriyordu. Yanlış bir şey yapmadığımı gördüğüne sevindiğini söyledi. Bana bir kez sarıldı, dudağımdan öptü küçük. Sonra "özle beni, başka bir şey yapma" dercesine gülümseyerek uzaklaştı.

Oraya yığıldım. Ne arkasından gitmeye ne de aşağı inip siyah yuvarlak kafalı adamı bulmaya gücüm vardı. Orada öylece yığıldım, ve Cat Power duyuluyordu sadece şimdi. Dış ses yok, iç ses yok, müzik var, yumuşak sesiyle son veriyor şarkıya. Ve ben orda yığılmışım.

Yığıldım, karanlığım, ince ışık uçlu parmaklar, gülen yüzler iyileştirmiyor beni. Fırsatlar, eğlenceler, kaçıp gitmek bile tatmin etmiyor. Keşke uçabilseydim, bir de onu karşılaştırmak isterdim bilinç altımda kaygımla. Yine de biliyorum, kaygımı kanatlarımın üstüne alır ağırlığıyla yere yakın uçardım herhalde ömrüm boyunca. O da kanadıma tutunmak isterse işte...

Yine bana kalan bir şey yok!

Related Posts with Thumbnails