Pages

30 Ocak 2010 Cumartesi

Fareler ve İnsanlar

Bir fare mutfakta üşür, talaşların arasında titrer, tüylerini kabartıp ısınmaya çalışır. Bunu fark eden sahibi, ona acır ve hemen sıcak odaya taşır hayvanı. İçi rahattır artık; fare hem güvende hem ısınıyordur çünkü. Artık onu düşünmesi gerekmez, gözüne çarptıkça sevgisini ve ilgisini gösterecektir, yemini suyunu değiştirecektir zaten. Üstüne düşeni yapar, acıması gerektiğinde acır. Fazlası yoktur, olmamalıdır.


Bir Simay sokakta üşüyordur. Ne kabartacak tüyleri, ne içine girecek talaşı vardır. Bunu fark eden fare sahibi Simay'ı kovar, "git başka yerde üşü" diye. Simay'ın derdi üşümenin ötesindedir zaten. sırılsıklam olmaktan, ölmekten daha büyük sıkıntıları vardır; yaşamak gibi. Üstüste kovar Simay'ı fare sahibi, içeri gider ellerini ovuşturur ısınmak için. İçi rahattır artık; Simay huzursuz, ıslaktır dışarda çünkü. Artık onu düşünmez, def etmiştir üstünü soğuk bir "elveda"yla cilaladıktan sonra. Gözüne çarptıkça başını okşar zaten bir zaman, yemini suyunu veren olmasa da umrunda olmayacaktır. O üstüne düşeni yapmıştır zamanında, acıması gerektiğinde acımıştır zaten. Fazlası yoktur, olmayacaktır. Çünkü Simay fare değildir, ve sahip demez kimseye.

Belki demelidir, bir fare kadar olabilmek için en azından. Sıcak, tok, umarsız. Çok boşuz çok!

29 Ocak 2010 Cuma

Tek Kuruş Etmeyiz

Ne ilginç ayaklar. Dokunamam, benimkilere bile. Değişik çünkü, insana ait değiller gibi. Ama sanırım artık insana ait hiçbir şey kalmadı kafamda. Ayaklarını okşayıp uyumak belki yapılması gereken, "kışın benim ayaklarım çok üşüür" dersin ya dudaklarını öne uzatıp yaşın 3,5muş gibi. Evet ısıtılır, yakılır, her kıştan farklı olur bu kış belki de. Ne için yaşıyoruz ki zaten? Ölümü izlemek ve sıramız geldiğinde ölmek için işte. Adın kalmasın, yazdıkların melodilerin kalmasın, sana lazım bir şey yok bu dünyada, bana da, kimseye de. Bırak sadece ısınalım, bağıralım, kan çıkartalım, gülelim ya da ağlayalım. Sadece bırak, evet düşünecek bir şey yok, insanız durmuyor kafamız ama gerçekten yok; o yüzden bırak git. Meditasyon gibi de değil, medite yaşamak(nasıl bi yaşamak oldu bu?). Aman ne bileyim işte, bir varmış bir yokmuş diyecekler yarın bizim için. Sıkıntı doğurmak neden? Madem aldık başımızı gidiyoruz, zevk için gidelim, zevkle gidelim. Bu an neden? Ayaklarımızı ısıtalım.

28 Ocak 2010 Perşembe


Gelmemiz de gitmemiz de şaka gibi, anlık, boş, saçma ve gereksiz. Şimdi sana söyleyebileceğim tek şeyin "başın sağ olsun." olması gibi. Sözler de boş, sesler de, ağlamak da, gördüklerin, kahroldukların da boş. Şimdi varsın, belki tam da şimdi ben bunu yazarken yoksun, hepimiz öyleyiz, iplerinin dolaşmasını ya da kesilmesini bekleyen aptal kuklalarız. Herkesin telaşı, sıkıntısı boşa. Tek bir an, bir çığlık ve kesilen o ses o nefes...
Doğum da ölüm de bu kadar işte. Bu kadarız Ayışığı. :(
Var olduğun kadar iyi ol. Seni seviyorum canım.

25 Ocak 2010 Pazartesi

Hiçbir Şey Yemedim

Sadece gitmek istiyordum, zihin boşaltmak, belki dönmek, belki dönmemek, ama gitmek ve üşümek...

20 Ocak 2010 Çarşamba

Kimdiniz?


Benim adım Simay! Zor değil...

Sistem Hatası

Dün okulu bıraktığım kesinleşti, önce hocanın saçma sapan dayanağı olmayan sözleri, yüksek lisans yapıyorsanız bunlar olur, hoca gelmez, hoca sınav yapıcam der yapmaz, sunum ister, bir şey öğretmez, ödev yaptırır, hocanın isteğine göre döner sistem, o kahvaltısını yarıda bırakıp derse gelemez, bir sınavda başıboş bırakır öğrenciyi, diğerinde kafasının üstünde oturup kontrol eder, sen hiçbir şeysin, hoca her şeydir bu ülkede. Pardon da, hoca kim ki? Birilerinin kitabından kopyalayarak yazdıkları tezlerle sınıf atlamış, sınıf atladıkça benliklerini kaybetmiş insancıklar. Biz de o yoldayız, kopyalayarak, düşünmeyerek aldık gidiyoruz. Yok ben artık gitmiyorum. Sadece bölümden ve okuldan da soğumadım, tamamen eğitimden soğudum. Okul hayatım bitmiştir, hayırlara vesile olsun.

Bakalım sadece iş bulma odaklı günlerim nasıl geçecek.

Bence sadece geçecek...

17 Ocak 2010 Pazar

Şimdi Kaydet

Sorumluluk almak isteyip sonra ölümüne sorumluluktan kaçmayı seçiyorum. 5 gündür bir çeviriyi bitiremedim. Ödev desen bana ait olan bir kelime bile yok içinde, 2 saatte 20 sayfa ödev mi yazılırmış yoksa, peh.

Okula olan nefretim günden güne artıyor. Çekip gitme isteğim de öyle. Ama en çok artan ve hiç azalmayacak olan uyuma isteğim. Günlerce, hiçbir şey yapmadan uyumak, film izlemek istiyorum yattığım yerden. Acıkmak, çişimi yapmak, duş almak istemiyorum. Mezun olmanın getirdikleri sanıyordum bunu ama mezun olalı da çok oldu. Çalışmak istemiyorum kesinlikle. O yüzden de şu çeviri işinde tutunabildiğim kadar tutunayım, ölümüne çeviri de yapamam da bir süre sonra otomatikleşsem yeterli, alır gider işte. Öylece yatarım ben de.


Sabırsızlıkla Şubat'ı bekliyorum. Görülecek o kadar çok insan ve yer var ki, tadılacak o kadar çok yemek var ki... Beklentilerimi yükseltmeye başladım yeniden. Azla yetinen o yalvarıcı pislik olmaktan çıktım. Bir şeyi bir defa söylerim, olmazsa olmaz, sonra olsa da olmaz zaten.

Yapılacak bir sürü ödevim, çevirim, girilecek bir sürü de sınavım var. Sınav da sınav olsa. Ben danışma masasında sınav olmamıştım hayatımda, istediğim an istediğim şeyleri kopyalama fırsatı böyle alenen hiç verilmemişti. O heyecanı bana vermesi imkansız artık bu okulun. Neden hala ödev yapmaya uğraşıyorum o da bir muamma.

Artefact için paramız hemen hemen hazır, oturduğum yerden bile üşenip tasarımı istemiyorum. Hallolsun bir an önce, özellikle kapağımız mükemmel olacak. Bu sefer benden, bizli olacak. Sürpriz olacak, eğlenceli bir ölüm kapağı olacak. Ve evet yok satacağız a dostlar!

Ne anlatıyorum ya, defolayım da işime bakayım. Maksat oyalanmak olsundu. :)

15 Ocak 2010 Cuma

Ağır Ol!

Fırıl fırılım. Ah ama dön dön nereye kadar. İçimde deli bir enerji var ve sürekli koşmak istiyorum. Rüyamda odama giriyordu insanlar sırayla "ohaa ne büyükmüş" diyorlardı, evet olduğundan büyüktü yine ama bana yetmiyordu ve yetmiyor. Ööf koşmak istiyorum işte, hem de yürümesini bile beceremeyen biri olarak.

Tatil videolarını izliyorum, otostop insanlarını, Halikarnas kızlarını kıskanmamı, çadırda uyanışları, deniz içinde zıplamaları, en boş anları ve en eğlenceli anları bir arada izliyorum. Muhteşem hepsi, en kötüsü bile. Zaman mı elimden bunları alan? Ben miyim düşüren? Yoksa sen misin zorla koparan? Her neyse, sonuçta artık geçmişteler ve bir daha gelmeyecekler. Gülümsetmesi yetecek. Daha ilginçleri, belki daha heyecanlıları yaşanacak. Belki daha kalabalık belki de yapayalnızken... Yine tren takırtıları içinde güleceğim, ve yine bir kamyonetin arkasında çığlık çığlığa yolculuğa devam edeceğim. Bakkalda bu sefer makarna değil tavuk yaptıracağım yine. Gerçekten canım ne isterse onu yapıyor olacağım. Sadece bir başlangıçtı ikimiz için de. Yapılması gerekeni yaptıran, gaza getiren ve birbirine uyan insanlar olduk birbirimize. Başlangıcı sağlayan yoksa da devam etmeyecek değil ya. Telefon hala kullanılıyor, bilgisayar da, çatal da, paten de... Sahipleri yok artık ama hala duruyorlar.

Yalnızlık değil istediğim, ama mecbursam yalnızlığa o da olur. Artık fark etmiyor. Özlemek ki kaçınılmaz olan. Özlemeyi de tek uğraş halinden çıkarmak esas olan. İçinde bir yer evet cız edecek ama devam edeceksin. İleri, geri, sağa, sola hiç fark etmez. Sadece hareket edeceksin.


Şimdiye dek cız etmiyor muydu sanki? Her zaman hatırlayan, özleyen Simsy olmadın mı? Hatta çoğu zaman kafan sadece anılara çalışıyor diye suçlanmadın mı? Anılar güzel. En kötüsü, acısı, hatta kanlısı bile güzel.

Rahatı Kaçan Ağaç'ı ezberlediysen o sarı kağıttan okuya okuya, 2005 yılında sevgilinin iç yüzünü öğrendiğinde elinde duran kola kutusunu hala atmıyorsan, hala evinde askeriyeye ait mavi bir yastık kılıfı bulunuyorsa, o benim simayum dendiğinde sırıtıyorsan, Aslı Börek'e gittiğinde çocuksuluğundan terk edilişini hatırlatıyorsa sana fincanlar, bir anda dünyanı karartan duvara fışkırmış kanları temizliyorsan kafanın içinde, ve birini sakat bırakmanın suçluluğu hala onun damarlarını değil de senin içini cızlatıyorsa, gece masalımı anlatan olsa diye iç geçirip yastığa sarılıyorsan ve bu 8 ayın her gününü ayrı kokluyorsan, fotoğraflara bakıp tadını alıyorsan o yırttığın boynunun, kendi kendine göğsün kabarıyorsa ve de versene çeneni diyorsan, ve daha bir sürüsü aklından bir an bile geçiyorsa unutamazsın Simay, Öküz, Sahip, Simayu, Beybi, Sincap, Simsy. Unutmamalısın da!

Hatırlamanı engelleyecek bir şey kalmadı şimdi, hatırladığını hatırlatmanı engelleyecek de... Anıların hayatın, ama hayatın anıların değil. Farkındalık baş gösteriyor, iyileşme sürecindesin, teşekkürler kendim.

7 Ocak 2010 Perşembe

Ayaklar Nereye Gitmeli?

Her şeyden bahsedip konuyu yine uçmaya getirdiğim bir başka saçmalama. :)

Bir adım geri, ya da bir adım ileri. Bir şeylerin belli olması için gereken zaman, an bu kadar. Dahası yok. Sadece bir saniye. Hızlı ya da yavaş olayım, istekli ya da isteksiz, kızgın, mutlu, hüzünlü, gözümde gözyaşı olsun olmasın. Hayallerim gerçekleşmemiş olsa da, belki de her şeye sahip olsam da... Eksiklik dolmayacak, boşluk, delik kapanmayacak. Bundan hiç bu kadar emin olmamıştım. Durum beni bu şekilde emin olmaya sevk ediyor belli ki. Kafam bu kadar meşgul edilmeseydi, rağmen kelimesine rağmen bu kadar hakarete maruz kalmasaydım farklı düşünebilir ve hissedebilirdim.

Yine kalabalığın içindeyim. Kendime bunu yapmayı seviyorum. Yalnız bırakılmayı değil, kendimi bunun içine sürüklemeyi seviyorum. Nasıl göründüğümü, ne düşündüğümü önemsemiyorum bu çekiliş anlarımda. Tek düşüncem kafamdakileri bir şekilde boşaltmak. Gözlerimi yukarı kaldırmam kadar bir süre işte yok olmakla var olmak arasındaki süre. Şimdi varım, bakıyorum ve yok oluyorum. Varım, tekrar yokum, yine varım, yine yokum, bir varım, bir yokum.

Hangisini seçersem orada sonsuzluğa ulaşmak güzel olurdu. Yoklukta bir sonsuzluk var elbet, tartışılmaz. Varlıkta yok ama. O zaman sadece kelime karşıtı değil, yan anlam ve değerlerde de karşıtı varlık yokluğun. Biri olmadan da diğeri olabilecek kadar da uzaklar karşıtlıktan belki.

Tek bir an yok oluşum. Var oluşum değerli gelmiyor artık. Şükretmeyi unutalı da çok oldu. Teşekkür belki son zamanlarıma ettiğim. Şimdiyse farklı. Kelimeler yok, düşünceler var ama kelimeye dökülmüyor; hayal olarak kalıyorlar. Hayaller, rüyalar, güzel olanlar; hepsi korkuyla bütünleşiyor şimdi. Hepsini kapsayan kötülükler hayalleri kırıyor, rüyaları kabusa çeviriyor. Bende böyle. Rüya görmeyi, hayal kurabildiğim süreci özledim. Yarıda bırakılıyorum; kafam basmıyor artık fazla. Çabalamıyorum. Salındım, öylece gidiyorum. Salmaktı son istediğim düşüncelerimi, kendimi. Çıplak ve üşür kalmak korkumdu. Korkumu yaşıyorum. Rolümü iyi oynayamıyorum, umudumu kemiriyorum.

Kendimi yemeyi bile kendime bırakıyorum. Elmayı ısıramazdım küçükken, babama gidip "kapı açar mısın?" derdim. Şimdi ben bir elmayım, kapıyı açansa babam değil; kapı açılıyor, kurtlanmamak uğruna dişliyorum kendimi. Kapı açılmasa, en azından bir süre parlak, kırmızı dursam, çürüme başladığında da çöpe atılsam. Zararsız, hissiz, acısız yok olup gitsem. Ama bunda acı var, zarar var. Çekirdeklerimi bile görüyorum artık, sadece çöpe atılmayı bekliyorum. Yine o an, bir an beklediğim. Kıyısında, sınırında bekliyorum, kendimi itemiyorum, o an için tek eksiğim cesaret. Yapamıyorum. "İt beni" diye yalvarıyorum, üstüne bir de salak görülüyorum.

Beynimin çürümeye belki de ihtiyacı vardı, ama bunu görmek zorunda değildim, an an yaşamak istememiştim. Önce ağır bir darbe, sonra da bitkisel hayat, sadece güzel rüyalarla geçen bir ömür, ta ki biri fişini çekene kadar, o ana kadar.

Aslında şu anda fena hissetmiyorum, hisler düşüncelerin önüne geçmeliyse onlardan da bahsetmek gerek. (Geçmeli diye düşünmüyorum ama neyse...) Açlık var his olarak. Of hepsi o anı istiyor işte, düşüncede ve histe o ana ihtiyacım var. Doymuyor ruhum, böyle havada durmak beni doyurmuyor. Uçmak, en azından süzülmek istiyorum. Gidebildiğimi görmek... Nedeni yok, yolu yok, imkanı da yok belki de ama uçmak işte.

Sadece kafam olsun, hiçbir şeye ihtiyacım yok. Rüzgar yüzüme çarpsın. Geçtiğimi, ilerlediğimi, bulanık da olsa göreyim, alıştım bulanıklığa, fazlasında gözüm yok. Rüzgarı, kuşları, çanları, duaları, çığlıkları ve kahkahaları duyabileyim yukarıdan; gerekirse yere yakın uçarım, yeter ki uçuş olsun. Ve farklı şehirleri, insanları, hayvanları koklayabileyim. Denizleri, okyanusları, nehirleri tadabileyim; geçtiğim şehri - İstanbul kadar iğrenç bir tadı da olsa yalayabileyim. Tadını almak, şehir tatları uzmanı olmak istiyorum. :) Pis semtlerin tozunu alıp gösterişli caddelere tükürebileyim çamur halinde.

İşte hepsi bir ana bakıyor. Bir an, sırtım kızarır, kaşınır, kabarır ve mükemmel bir görüntü ve gürültüyle kocaman gri kanatlarım çıkar. Tam şimdi, herkesin arasındayken. Kanatlarım çıkar ve hiç durmam, arkama hiç bakmam, vapurlardan simit atarlar doyarım, kafamı suya sokup temizlenirim. Çoğalmaksa umrumda değil şimdi. Tek istediğim kanat. Ya da ölüm işte.

Tüm bu hissettiklerime son verecek tek şey kanat ya da ölüm. İkisi de imkanlı ve imkansız, yakın ve uzak, iyi ve kötü. İnsan isyan ediyor bir süre sonra, lütfen biri olsun artık! Uçsun Sim, ya da ölsün.
07.01.10
01:10
Küçük Beyoğlu

6 Ocak 2010 Çarşamba

Sende ve Onda


Bazen sadece rüyada güzelmişim gibi geliyor. Senin, onun rüyalarında. Göreceli olan güzellik o zaman her şeyi yitiriyor ve mükemmelliğe varıyor sanki. Rüyada, orada, o anda, ben... Koskocamanım, gözlerim iri iri parlak, saçlarım hiç olmadığı kadar düzgün - hatta belki taranmış, kadın kadın giysiler içindeyim, hayret ki çıplak ayaklarımla taşlara basıyorum. Sıcaklık yok; hisler, duyular yok. Uzun taştan bir yol, etrafta insanlar dolaşıyor, telaş yok, mutsuzluk yok. Bir salkım üzüm var elimde, simsiyah, dudaklarımdan suları fışkırıyor adını söylerken. Yürüdükçe kadehlere doluyor sularım, içiyorum. Yine sarhoş oluyorum. İçim dışım bir şimdi. Sana, ona değil sadece, kendime de güzel geliyorum tam bu anda. Rüyanın biraz ötesindeyim, gerçekliğin de öyle. Senin rüyan, onun rüyası; söylesene, söylese ya neresi burası. Ne soyunmak ne uyanmak istiyorum; uyanma, uyanmasın. Öylece salınalım içinde, gerçeklikten de rüyadan da uzakta, burada, birlikte, güzel...

2 Ocak 2010 Cumartesi

Zaman, hop!

Ah sahi bu blog da bir yaşını doldurmuş, çocuğum gibi ah ah. :) Kapatmayı düşündüm aslında yine bir yıl doldu diye ama baktım da bu sefer bir yılıma, beh anasını neler neler. :)

Hep bir endişe, bir telaş, aşırı(aşırılığından dolayı gerçek olmayan) mutluluklar, ağlamalar, yalnızlıklar, bunalmışlıklar, mükemmel anlar, berbat zamanlar var. Aklin Direnci yeri geldiğinde 8 katlı bir his pastası olmuş. Silmemeye karar verdim. Çocuğum bile gelişimimi takip etsin buradan. Ben anneme sorduğumda biliyorum ki eksik anlatıyor eskileri, benim çocuğum şanslı olsun. Her şeyimi bilsin. Tam öğrenmek istediği yaşlarımdayım zaten.

Ay çok ilginç. Yeni yıla girerken dahi bunu hissetmedim. İki gün geçmesine rağmen yine yeni bir yıl başladığını kendime kendim göstermiş bulundum. Farklı olmasını istemez miydim? Elbette. Bu şekilde mutlu muyum? Hayır henüz değil, ama olmamam için bir sebep yok. Olacağım!

Beni sevse insanlar kendime dilediğim huzuru onlara da dilerdim. (Artık biraz benci olmaya karar verdim ya, ondan dilemiyorum)

Beni sevmeyene şeker yok, sarılmadan önce de yok, çamaşırlarımı yıkasa da yok. Yok şeker!

Rahat Batmakta


Artık kaç yaşına geldim, hayatımın yüzde 99'unu öğrenci olarak geçirdim ve evet şimdi okulu bırakıyorum. Bu kararı vermek öyle kolay değil tabii ki. Bu benim alıştığım hayattı zaten. Öğrenci olmadığım zamanım yoktu hiç. Şimdi ne yaparım? Çalışır mıyım, çekip gider miyim? Etrafıma bakar mıyım? Aynı Simay olur muyum? Hiç bilmiyorum, hiç...

Sırf istediğimi veremiyor diye aslında birçok insanın büyük şans olarak gördüğü okulu bırakmak ne kadar mantıklı? Sanırım biraz duygusal yaklaşıyorum ben. İçim ısınmadı, beni tatmin etmiyor, ezbere, devama dayalı ne bileyim yahu işte eskisinin yerini tutmuyor; onu bırak kendimi öğrenci hissetmiyorum. Sayesinde iş de bulamıyorum. Çalışmak da istiyorum sanki baksana. Yok, ama edebiyatın tatmininden sonra benim istediğim satış yapmak değil. Yapamam, bana göre değilmiş diyerek de bir sürü emek bir kenara itilir mi? Lisans mezunu olmak var yüksek lisans mezunu olmak var bir yandan da. Elimde bulunması çok işime yarar o diplomanın biliyorum. Ama bu kadar isteksizken şimdi ödevleri bile yapamıyorum, ki tez yazmak hak getire. :/

Herkes bırakma dayan diyor, ailem kararı bana bırakıyor, hatta üstüne üstlük bu sene yine kendi bölümüme başvurmamı istiyor, ben onlara yük olmaktan sıkıldım, çalışmak istemiyorum, param olması benim için hiç önem taşımıyor, sadece alık alık yürümek istiyorum soğukta sıcakta. Düz bir zeminde sadece ilerlemek. Yükselme amacı gibi değil sadece hareket olsun.

Aslında insanlar başlarda böyle boş ve huzurlu hayatlar isterler, zamanla kafada bazı şeyler belirlenir, gözler yükseğe çıkmaya başlar, hırs gelir, istekler artar, düşkünlükler artar ve bir bakarsın bir zamanların berduşu şimdilerde bir binanın 36. katındaki ofiste o ay da lüks yaşamına devam edebilsin diye akşama kadar çalışıyordur. Bende gelişim tam tersine oldu. Yıllardır kendimden o kadar emindim ki çok lüks bir hayatım olacak, mükemmel rahat ve getirisi çok bir işim olacak, çevremdeki insanlar belli bir sosyal statüye sahip olacak, her zaman beğenilen, örnek alınan birisi olacağım diye düşünürdüm. Mezun olduktan sonra özellikle her şey değişti. Yavaş yavaş da değil, aniden. Şu anda çalışmak istiyorsam bunun tek sebebi cebime biraz para koyup alıp başımı gitmek istememdir.


Orta boy bir sırt çantası, çadır, iki don, bir kazak, biraz su ve kraker. Canım da başka şey çekiyorsa şerefsizim! Yalnız ya da değil, alabildiğine gitmek, yürümek istiyorum. Gerekirse bayılayım yorulduğum yerde. Ağlamayı, üzülmeyi, endişelenmeyi, kuruntulu olmayı tamamen geride bırakıp, arkamdakilere hiç bakmadan her yerde izimi bırakayım. Oturup yazayım her anımı. Bir sürü şehirden anneme babama mektup atayım. Milyonlarca fotoğraf çekeyim, geride kalanlara ulaştırabileceğim. O nefesi o anda almak istediğim yerde alayım, vermek istediğim yerde vereyim.

İmkansız değil, hepimiz biliyoruz. Sadece korkuyoruz. Ben de korkuyorum. Üzmekten korkuyorum ailemi, bu fikre alışamazlar. Başıma Pipa Bacca'nınkine benzer şeyler gelmesinden de korkuyorum tabii ki. Gerçekten yaşamak için çıktığım yolda ölmek, öldürülmek tecavüze uğramak istemem. Dünya böyle bir yer değil ama, o yüzden korkuyorum. O yüzden diyorum ki biraz param olsun bana ait. Büyük yolculuğum için çalışayım gerekirse yıllarca. Bi motor alayım, bir de motorcu. :P ve rüzgar bizi savursun nereyeyse artık...

Belki uçmayı da öğrenirim o zamana yaa, hiçbirine gerek kalmaz. Simay her yerde, Simay her zaman, Simay her şeyi yapabiliyor... Simay belli ki minik bir tanrı olmak istiyor.

Uçsana benimle, öpsene çenemi...

Related Posts with Thumbnails