Pages

16 Mart 2010 Salı

Ali The Dream Vardı, Gençtik


Doğru mu yanlış mı bilmiyorum, Ali'yi andım 3 dakika. Değirmenler'i Şebnem Ferah'tan dinleyince. Yanlışsa da yanlış. Seviyorum Ali'yi. Koskoca 3 sene beraberdik, hep beraber olmak oydu aslında.

Nerden buldum bilmiyorum ama Bülent Ortaçgil tribute CDsi vardı bende. Çapa'da yerin altındaki evdeydik. Her yer nem kokuyordu, her yer ıslaktı. Neden kavga etmiştik bilmiyorum, hatırlasam çok gülerdim zaten. Belki o yüzden hiçbir tartışmamızın sebebini hatırlamıyorum, çocukluk işte, komiktik. Neyse çok bozulmuştum bir şeye, yine surat asıyordum. Discman'e bu CDyi taktım, o evde teknolojiye dair bi discman'imiz vardı bir de televizyonumuz zaten. Müziği bile televizyondan dinliyorduk. Bu şarkıyı açmıştım, belki 20 defa dinledim, dinledik. "Yeter, sıkılmadın mı?" dedi. Bende ses yok tabii, kızgınım, asiyim o zamanlar da. :) Çekip gitmişti, unutmuyorum. O ıslak evde yalnız bırakmıştı beni. Çok ağladım, çok kızdım. Karanlık, etrafta kediler var ve sırılsıklamız.

Sinirle çıktım evden, yakalayıp sinirimi ondan çıkarmak istedim. Ben giderken o dönüyordu, hep öyle olmuştu zaten bizde. Ben öğrenirken o uzmanlaşmıştı bile her konuda. Döndüğünü görünce yine sinirlendim. "Nereye?" dedi kolumu tutup, sıyrıldım "Yürücem ben" dedim sertçe. "Anahtarı ver de ben gideyim o zaman" dedi o da. Sonra gülmeye başladım, anlamadı. Anahtarı o aldı sanıp almamıştım. Bir de yeni taşınmışız ya neymiş efendim anahtarı o mor kaseye koyacağız illa, Amerikanvari bir hayat mı kurmaya çalışıyorduk ne? Sırılsıklam ve yeşil bir hayattı oysaki. Oraya bakmamışım ve çıkmışım işte hışımla. Ona söyleyince o da gülmeye başladı.

Kartla açmaya çalıştık kapıyı, koca çelik kapı, nasıl açılsın? Gecenin bi yarısı çilingire verecek kadar paramız da yok. Taksim'e gittik. İki ıslak hamburger aldık kolkola yürüyüp. Engin'i aradık, hemen ona koştuk. O gece Engin'de bir armut üstünde uyuduk. Birbirimize bakıp gülüştük sessizce, ne kadar aptalız diye. Ne vardı ki bu kadar bozulacak, sinirlenecek? Belki anahtarı unutmasaydım uyduruk bir sebepten günlerce bozuk atacaktık birbirimize. İyi ki unutmuşum. Sabahında kendimizi halıda uyurken bulduğumuz o muhteşem geceyi hiç unutmuyorum.

Sabah erkenden kalkıp normal tarifeden çilingire açtırdık kapıyı. O Amerikanvari yapmaya çalıştığımız ıslak kulübemizde bir daha uyuduk sonra, saatlerce, günlerce, iki ay.

Sonra bitti hepsi. Başka semtler, başka evler, başka insanlarla yorulduk. Semtler, evler, insanlar bitince de birbirimizden yorulduk. Önce 21 Haziran'da okul bahçesinde ertesi gün ölecekmişiz gibi sarılıp ağladık ayrılırken, sonra Simit Sarayı'nda 20 Ocak'ta; ikincisinde yalnız ben ağladım. Arkasına bakmadı Alicik o gece. Bakmamış iyi ki de. Ağladıysa bile bilmeme gerek yok.

Öyle işte, Şebnem Ferah hatırlattı yine, bu sefer yazayım dedim. Utanılacak hiçbir şey yaşamadım ki yazmaktan çekineyim. Son 4 ayımla karşılaştırdığımda rutubetli ama temiz geliyor şimdi o zamanlarım. Son olarak özür dilerim Ali Till Eternity'mden, haksızlık ettim çok; hiç üzülmemişim aslında ben o zaman. Neyse mutlu şimdi o, hissediyorum, "bu olunmalı" dediklerimizden oldu bile bence. Ne güzel ilk aşkının ardından güzel bakabilmek, güzel bakmayı, bakılmayı hak etmek...

Edit: Kavga sebebini hatırladım. İğrenç kokan bir krem vardı, "sürme şunu midem bulanıyo" demişti, inadına sürmüştüm, ellerimi yıkamaya zorlamıştı, inadına oturmuştum, ben bir keçiyim, o da bir deli; hay allah. :)

0 Yorum:

Related Posts with Thumbnails