Pages

26 Kasım 2009 Perşembe

Uyku Hapı

Gördüğünü göstermek ya da gösterdiğini görmek istemek... Kendin dışındaki her şeyi ayna olarak kabullenmek. Biraz da olsa benzerlik bulmak istemek; ama genelde bulamamak. Üzüldüğüm nokta bu. Benim aynam lunaparktakilerden. :( Ve malesef yansımasını görmek için önüne geçmek zorunda değilim. Her yerde hissediliyor ve uyutmuyor. İnsanlığımdan uzaklaşımın bilmemkaçıncı gününde olacak şey değil. Konuşulacak bir şey var mı, yok mu? Huzurlu muyum?

İyi gece...

22 Kasım 2009 Pazar

Lanet okumaları

Oha tüm gece o merdivende oturup bekleseydim halim ne olurdu bilmiyorum. Zaten soğuktan geberirdim orası başka da bin bir türlü insan var be. İyisi kötüsü mutlaka uğruyor insana. İyiler umutlandırıyor beni, çok ciddiyim, en sinirli ve üzgün anımda birinin gelip. "Pardon bi şey rica edicem, evine ya da arkadaşının yanına gider misin? Bu sokak tehlikeli." demesi. Ve ben orada olduğum süre içinde bana kötü söz söylemeye çalışan insancıklara karşı bir kalkan gibi durmaları... Bu inanılmaz geliyor bazen. Hani fırsatçılık mı diyorum ama değil. Dinliyorum, konuşmalarından belli, görmüş ve gelecek vaad eden insanlar. Saygılı ve kendi halinde gençler. Bu süper, umut var, herkes kötü değilmiş. Beni umursamayan en sevdiklerimin yerine geçebiliyorlar bir anda. Bu kötü bi şey de değil. Tanışmıyorum, konuşmuyorum. Onlar orada ben buradayım ama beni koruduklarını, ya da en azından bunu istediklerini biliyorum. İnsanlık ayakta ve bağırmayı bekliyor deli gibi. Ben de bekliyorum o anı.

Neyse Kutay iyi ki aramış. Oturup bu kadar fazla şeyden bahsettiğimizi hatırlamıyorum. Hiç sıkılmadım ve evet ona da saydığım kötü taraflarına rağmen Kuti benim iyi bi arkadaşım. Daha sık görüşmekten çekinmeyeceğim, başını her türlü ağrıtabileceğim ve başımı ağrıtmasına göz yumacağım bir insan.

İyilik, kötülük, yanlış, doğru, kolay, zor, huzurlu, sıkıntılı her türlü şeyden bahsettik. İki insanın konuşması gerektiği gibi konuştuk. Çelişsek de çeliştiğimizi bildik; üstüne gitmeden, kırmadan cidden anlayışlı iki arkadaş gibi oturup iki lafın belini büktük. :)

Onlar benim birlikte büyüdüğüm insanlar. Şekillenmemde çok etkisi olan, gerçek arkadaşlıkları yaşadığım insanlar. Hepsini ayrı ayrı çok seviyorum AFC'nin. Dedikodu da yaparız, kendimizle dalga da geçeriz. Ama bence arkadaşlıklarda çok önemli bir nokta vardır. Karşındaki seninle problemini paylaşıyorsa dinlemesini bilmek ve ona bir çözüm bulma odaklı oturup kafa patlatmak. Genelde insanların yaptığı, "aa evet benim de şöyle bi problemim var" diye kendinden bahsetmek oluyor. Sonra problemini ilk anlatan ona yoğunlaşıp arkadaşlığın gerektirdiklerini yapıyor, kendisi ise çözümsüz ve yalnız kalıyor. Benim bunun üzerine kurulu arkadaşlıklarım olmamalı.

Burda kesmeliyim, konu dışına çıktım normal zamanda.

21 Kasım 2009 Cumartesi

Genele Saygıdan Düşünceye Kaygı Getirmek


Kafanın içinde canlandırdıkların, olaylara yaklaşımın, gördüklerine içinden gelen tepkilerin, doğru ya da yanlış o beyinden geçen her kelime. İnsanlarda ilgilendiğim buyken sadece düşüncelerini bile açıklamayan biriyle yüzyüze kalmak, ikilemlerin en büyüklerinden birini yaşattı bana. İnsanların doğruları ve yanlışları vardır. Yok mudur? Vardır, bu yadsınamaz. Bir de genel yargılar vardır. (Oha artık tablo falan yapacak duruma geldim o kadar anlaşılmıyorum ki.) İnsanlar bu genel yargılara göre hareketlerini kısıtlar ya da kamçılar, bir şekilde herkesi sıkar bu genel yargılar, gelenekler, adetler, dinler... Kendini tamamen istediği hayatı yaşarken bulabilen bir insan yoktur yeryüzünde. O çok sevdiğimiz toplumda yaşıyoruz çünkü. Geçmişten gelen uzun sakallı yaşlı amcaların "aman evladım yapma allah kızar" demelerinin sonucu oluşan yargılara bağlıyız bir şekilde. Olmak istemeyen yok mu? Dolu. Dediğim gibi hiçbir insan yoktur ki ben bu kısıtlamalardan memnunum desin. Ha bunu desin, ciğerimi yesin. Çünkü zaten "kısıtlama" diyerek kendini ele vermiş, tezimi doğrulamış olur.


Şimdi çocuklar üzerinde reklamın olumlu olumsuz etkilerini yazacaktım, ama birden bu sayfayı açıp içimi gerçekten boşaltmam gerektiğini düşünüdüm. Yanımda kağıt yok bu sefer, bilgisayara döküyorum. Her neyse, fark etmez. En iyi yapan yerlerden birinde (yine Art İstanbul), sahlep içiyorum, öksürüyorum, ve dişlerimi sıkıyorum. Duygularımı, buunduğum durumu ve bendeki etkilerini neden yazıyorum? Çünkü insanların anlamasını istiyorum. İletişim bu. Benimki şu anda yazılı iletişim. Zaten ben yazılı iletişim kurmayı daha çok seviyorum. Düşüncelerim lambır lumbur akıp gitmiyor karşımdakine. Cümleleri düzeltebiliyorum, iki kere düşünüyorum, empati kurup yaratacağı etkiyi düşünüyorum.

Neyse kendime fazla dalmak yanlış belki. Toplum baskısı, genellemeler, içimizde kopan fırtınalar asıl bahsetmek istediğim. Çelişmeyen insan yok bu konularda. Kafasında kurduğu ona mükemmel gelen dünyayı göremeyip o sistemin içinde yok olan milyonlarcamız var sonuçta. Ancak yok olduğunu bilen, düşüncelerinin ufak ufak da olsa paylaşılması gerektiğini düşünen, paylaşan ve etrafındaki ufak çaplı problemleri düşünceleriyle gidermeye çalışanlar da var. Ya hepsini boş verelim; düşüncelerini paylaşmak asıl önemli olan. Benden bunu yapmam bekleniyor deyip kalmayan; benden bunu yapmam bekleniyor, yapıyorum da ama istemiyorum diyebilen bir sürü insan var. Bunu önce kafanın içinde halletmek gerekir sanırım. Düşüncelerini kendinden saklamamak, genele ters düştüğünü görsen de bunları senin düşündüğünü görmek lazım.

İnsanlardan çok mu fazla şey bekliyorum? Fazla mıyım buraya? Nereye uyarım ki? Ya, bi kere böyle düşünebilen beyinler varsa bunu uygulamak neden imkansız olsun? Bu genel yargılar oluşturulurken söz sahibi insanlar böyle düşünüyormuş, peşinden gitmişiz. Bunu yargılamıyorum. İnsanız ve yönetilmeye yol gösterilmeye ihtiyacımız var. Ancak gösterilen yolu kolayca gitmek ve gittiğin yolla çelişse de kendi duruşuna sahip olmak gibi iki seçenek var. Kolay olanı seçenler beni sinir edenler. Bu, bir defa yaşayacağımız bir hayat, kendini akıntıya kaptırıp günü atlattığına, aç kalmadığına sevinemez insan sadece. Bana bu çok ahmakça geliyor. Çok fazla tanıdığım, sevdiğim insan var bu yolda aslında. Başta sevgilim var baksana. Aman ses etme bugünü de laf yemeden, asilik yapmadan, temiz geçirdik diye huzurlu uyuyabilen... Ben bunu değil, "bugün yeni ne yarattım, genele ters düşse de beynimi bugün ne kadar çalıştırdım ve kendime bugün ne kattım?" diye sorup huzursuz olan insanlar olsun istiyorum.

Bunu her gün ben de yapmıyorum. Daha önce de yazdım, hayatın akışına bazen öyle kaptırıyoruz ki, bu lanet dünyada paraya ve onun getirdiği saygınlığa o kadar ihtiyaç duyuyoruz ki, kendimi sorgulamayı bırak hiç düşünmeden geçirdiğim günleri biliyorum. Ancak kendimi bunun için suçluyorum. Doğrularımın peşinden gitmediğim her anımı lanetliyorum. İşe yararlılığı göreceli. Bence küçük çevrelerde yayılmış müthiş düşünceler bir gün gerçekten insanların düşünen hayvan olduğunu kanıtlayacak. Kim ne düşünür bilmiyorum ama hayvan gibi yaşadığımız, yaşatıldığımız doğru. Hiç kimse çıkıp da ya bırakın bu örfü adeti kafanıza göre yaşayın diyemiyor. Derlerse cezalandırılacağını biliyor. Kimsenin korkudan lafını dinlememesi ve uygulamaması da cabası. Devrim ruhu taşıyan bir birey için karanlığın başlangıcı olur bu desteksizlik.

Neyse, başka yerlere giriyorum yine. Benim bahsetmek istediğim, sadece düşüncelerimizi paylaşmamız. Önce kendimizle, sonra yanımızdakilerle. Böyle gelmiş, böyle gider mantığını kenara koyup, genel yargılara, ahlaka, dine ters düşse de düşündüklerimize sahip çıkmak gerek. Harekete geçirmek, davranışa dökmekse ayrı bir konu, uzun uzun tartışılır. Bu dünya, sanılan kadar küçük değil, milyonlarca insandan bir tanesi olduğunu bilip, binlercesini geride bırakacak şekilde sıyrılmak, farklılığını kanıtlamak muhteşem fikirlerden doğuyor.

Yani Arşimet'e deli demeden ve gülmeden önce bir düşünmeli.

18 Kasım 2009 Çarşamba

Dönüş


Hiçbir kaydı birbirinin aynısı ya da benzeri değilmiş, insanlar gibi bu şarkı. Anlatılanlar hep aynı, anlatma yolları farklı sadece. Farklı olan, evet yine döndüm "insan değilim" yakınmalarına, insan olmayan oluyor artık sanırım. Bencil miyim, gereksiz miyim, ihtiyaç duyulmayan mıyım, saçma mıyım, dayanaksız ve görgüsüz müyüm? Sebepsiz mi yaşamam? Ağlamam boşa mı? Akıttığım sular uzay boşluğunda gerçekten de öylece akıp gidiyor mu? Hiç mi çarpmıyor birilerine? Şeffaf mıyım ya da görülmeyecek kadar? Belki de küçüklüğümden hepsi. Göreceliğe karşı duran bir küçüklüğüm var belki de. Yer-zaman-kişi sınırlaması getirilmiyor küçüklüğüme.
Kafamın içinde beni bile rahatsız edecek kadar düşünce var, hepsini paylaşmamama rağmen dışarıdakiler sinir harbine neden oluyor. Bir vezire düzenlenen suikast değildi hiçbir zaman savaş sebebi; toprak derdi hiç değil; para zaten herkeste var ya da kimsede yok. Temele inelim ve "ego"nun orada yavşak yavşak sırıtarak bize baktığını görelim. Ego kıskanıyor, ego istiyor, ego reddediyor, ego gururu, huzuru, inadı, mutluluğu, nefreti, arzuyu, hırsı yaratıyor. Duygularım var diye geçinmesini bilense insanlar. Eh insan olmadığımı iddia ediyorsam evet duygularım yok. Daha açık olmak gerekirse egomun esiri olduğumun farkında olmam beni belki de insanlıktan çıkarıyor. Direniş ise başka boyutlara taşıyor.
Bu yüzdendir ki nefret ediliyor, kıskanılıyor, taklit ediliyor, aşağılanıyor, bağırılıyor, ah pardon, görmezden geliniyorum, önemsizleşiyorum.
Hep diyorum kardeşim, azıcık bilinç!!! Boş gözlerle bak ve beni görme. Görülmeyince bana giren çıkan yok. İnsanlar kayıplarım olmamalı. Bundan sıyrıldığım anda kayıp edilen ben olacağım işte. Ya da sen. Nasıl düşünüyorsan, öylesin...

3 Kasım 2009 Salı

Anahtar

Do- Barış bir dondurma
Re- Taktığı pis bere
Mi- Gerçekten böyle mi?

Fa- Sade koca bir kafa
Sol- Barış bir turnusol
La- Aksın kanı bir damla
Si- Barış'ın pipisi
Ve yine şimdi tekrar sol-mi-do!

Related Posts with Thumbnails